Amasya'da "Güneydoğu Nereye Gidiyor?" Semineri Yapıldı
Özgür-Der Suriye Yardımları Sorumlusu Hasip YOKUŞ, Amasya'da Güneydoğu'daki gelişmeler hakkında bir seminer verdi.
Özgür-Der Amasya Temsilciliği salonunda gerçekleştirilen seminerde, Kuzey Irak, Suriye ve Kobani’de çeşitli vesilelerle bulunmuş olan Özgür-Der Suriye Yardımları Sorumlusu Hasip YOKUŞ, konu ile ilgili olarak özetle şunları söyledi.
Güneydoğunun bugününü anlamak için öncelikle Güneydoğu bölgesi ile Irak ve Suriye’nin dününü ve bu gününü, bilhassa Kürt Sorununun geçmişini bilmek ve şu anda Suriye ve Irak’ta olanları anlamak gerekiyor. Zira artık Irak ve Suriye devletleri arasındaki sınır neredeyse ortadan kalkmış, Suriye, Irak ve Türkiye’nin gündemleri aynılaşmış durumda.
BATILILAŞMA İHANETİ
200 yıl kadar önce batının bilim ve teknolojide ve dolayısıyla askeri yönden Osmanlıyı geçmesi, bunun neticesi Osmanlının her geçen gün toprak kaybına uğradığı bir sürece girmesi üzerine, bu kötü gidişattan kurtulmak için hal çareleri aranmaya başlandı.
Kimileri batının bilim ve teknolojisini alıp ahlakını almayalım diyerek ıslahatçı İslami çözümü savunurken, bazıları da gerilemenin sebebinin İslam olduğunu, İslam’ın terakkiye (gelişmeye) mani olduğunu ileri sürerek, kurtuluş için tek çarenin İslam’ı sosyal ve siyasal (kamusal) alandan uzaklaştırmak, yani sekülarizm – laiklik olduğunu ileri sürerek batıcı çözümü savunuyorlardı.
III.Selim’le başlayan batılılaşma süreci, II. Mahmud’la uç boyutlara ulaştı.31 Mart Vakası bahanesiyle İttihat Terakkinin güdümündeki Hareket Ordusunun II.Abdulhamid’i tahttan indirmesiyle İslam’ı çözümü savunanlar iktidardan uzaklaştırıldılar ve bir daha iktidara gelemediler.
ULUS YARATAYIM DERKEN MİLLETTEN OLMAK
29 Ekim 1923’te meclis darbesi ile ilan edilen sözde Cumhuriyet, laik Türk Ulusçusu tek tipçi mantalite ve uygulamaları ile, çeşitli ırk, din ve mezheplerden oluşan bir mozayik olan halk için tam bir deli gömleği oldu.
Batının o dönemdeki şartlarında bir kurtuluş reçetesi olan ulusçuluk, Osmanlının şartlarında kurtarmak bir yana, iyice batırmaya, Osmanlıyı ve Osmanlıyı oluşturan halkları param parça etmeye sebep oldu.
Laik Türk ulusçusu rejimin tek tip ulus oluşturmak için tüm kurum ve kuruluşlarını seferber etmesi tüm halk kesimleri için sorun haline geldi. Bu sorun 1925’te Şeyh Said’le Kürtlerin, 1937’de Seyyid Rıza ile alevilerin, İskilipli Atıf gibi binlerce İslamcı çözümü savunan alimin uydurma suçlamalarla idam edilmesine sebep oldu.
SUÇU İSLAMDA BULAN SUÇLULAR
İslam tarihi boyunca, peygamberimizin zamanından itibaren Müslümanlar kimi zaman düşmanlarını yenmiş, kimi zaman yenilmişlerdir. Lakin yenilgilerin sebebini (suçu) İslam’da değil, kendilerinde aramış, hatalarını tespit edip kendilerini ıslah ederek, adeta küllerinden yeniden dirilmişlerdir.
Nitekim Osmanlının son zamanlarında batının ilim ve teknolojisini alıp Kur’andaki gerçek İslama dönülerek kurtulacağımızı savunan İslamcılarda bu konumda idi. Zaten Kur’anda anlatılan İsrailoğulları kıssaları, kitaba sarıldıklarında dünyada izzet, ahrette kurtuluşa; kitabı bırakınca dünyada zillet, ahirette azap göreceklerini bildirmekte olup, bu Allah’ın toplumsal kanunlarından (sünnetullah) birisidir ve biz Müslümanlar içinde aynen geçerlidir.
Velakin Osmanlının son zamanlarında ortaya çıkan ve İslam’ın terakkiye (ilerlemeye) mani olduğunu ileri süren suçu kendilerinde değil İslam’da gören görüş, İslam tarihinde ilk defa ortaya çıkmış olup; bu görüşü savunanlar İttihat Terakki ile ele geçirdikleri ve 100 yılı bulan iktidarları süresince Müslümanları kurtarmak bir yana, dünyada iyice zillete düşmelerine, ahirette de azabı hak edecek bir hayat yaşamalarına sebep oldular.
ÜMMETİN PARAMPARÇA OLMASINA SEBEP OLAN ULUSÇULAR
İttihat Terakkinin yanlış politikaları ile sürüklendiği 1.Dünya Savaşı sonrası yenik sayılın Osmanlı toprakları, Skys-Picot anlaşması uyarınca cetvelle hiçbir gerçekliği olmayan yapay sınırlara bölündü ve sadece Araplar için 20 adet devlet ortaya çıkarılıp, her birine bir bayrak, marş ve diktatör verilerek batının açık yada gizli sömürgesi (kolonisi) haline getirildiler.
Sınırlar o kadar yapaydı ki, Nusaybin-Kamışlı, Akçakale-Telabyad, Antep-Halep aslında aynı ırk, din ve mezhepten olan ve birbirlerine akraba olan şehirlerin insanları, bu şehir ve bölgelerin cetvelle ikiye ayrılmasıyla Suriye ve Türkiye diye iki ayrı devletin vatandaşı oldular bir anda.
Bu gün Avrupa ulus devletleri aşıp AB ile birliğe gitmeye, aralarındaki sınırları aşmaya çalışırken, bizlerin bu yapay sınırları tahkim etmeye çalışmamızın hiçbir mantıklı açıklaması kalmamıştır.
ORTADOĞU İNTİFADASI SÜRECİ
Aralık 2010’da Tunus’ta Buazizi isimli bir gencin kendini yakmasıyla başlayan ve hızla Mısır ve Libya’ya ve bilahare Suriye’ye sirayet eden Ortadoğu intifadasını hiç kimse beklemiyordu. Başlangıçta batı özentili gençlerin internet ayaklanması sanıldı ise de, süreç ilerledikçe intifadanın dinamizm ve önderliğinin İslamcılar olduğu görülmeye başladı.
Tabi bunu batılılarda gördüler ve Ortadoğu’daki sömürge ve hakimiyetlerinin bitmesi anlamına gelecek bu süreci önce durdurmak, ardından makarayı geri sardırarak intifada öncesi hale döndürmek için müdahale ettiler. Nitekim Mısır’da yaptırdıkları askeri darbe ile intifada sürecini durdurdukları ve geri sardırdıkları gibi, Tunus ve Libya’da geri döndürme gayretleri devam etmektedir.
SURİYE KIYAMI
Tunus’tan 4 ay sonra Mart 2011’de başlayan Suriye kıyamı, Esed – Baas diktatörlüğü cenderesinden ve zulmünden bıkmış olan halkın şeffaf yönetim, özgürlük, gelir adaleti gibi insani talepleriyle, sivil ve şiddete başvurmadan ortaya çıktı. Lakin Esed yönetimin dozu gittikçe artan bir şiddete başvurarak kıyamı durdurmak istemesi üzerine mecburen silahlı direnişe dönüştü.
Suriye kıyamı Türkiye’deki İslamcıların önemli bir bölümünde, özellikle İran ve yerli işbirlikçilerinin çabalarıyla batı ve ABD’nin direniş hattını kırmak için tasarladığı bir komplo olarak görüldü. Lakin şu anda gelinen durum itibarıyla, kimin ABD’nin işbirlikçisi, kimin direniş hattının savunucusu olduğu ortaya çıkmış durumda.
IRAK SORUNU VE IŞİD’İN ORTAYA ÇIKIŞI
1991’de ABD’nin Irak müdahalesi sonucu Kuzeyde Kürt, Güneyde Şii özerk bölgeleri oluşmuştu. 2003 ABD müdahalesi sonucu ABD tarafından Irak iktidarı tamamen İran güdümündeki Maliki’ye verildi. İran ve Malikinin Irak’ı tamamen Şiileştirmek ve Sünnileri sindirmek amaçlı çabaları IŞİD isimli yapının ortaya çıkmasına ve Irak’ın Sünni bölgelerinin IŞİD’in yönetimine geçmesine sebep oldu.
Türkiye Hükümeti bu süreçte devamlı İran ve Maliki’yi bu mezhebi politikalardan vaz geçmeye, Iraklı Sünni Arapları, Türkmenleri ve Kürtleri kucaklayarak adil bir yönetim oluşturmaya davet etti isede, bu çabaları fayda vermedi.
IŞİD gerek Kur’an ve sahih sünnete aykırı İslam anlayışı, gerek bu çarpık anlayışın neticesi olan örgütlenme ve uygulamalarıyla asla benimseyemeyeceğimiz bir yapıdır ve Irak’tan önce Suriye’de Esed’ten daha fazla İslami Direniş lideri katletmiş bir yapıdır.
Lakin Irak Sünnilerinin Malikinin mezhebi politikaları sonucu adeta yok olmak tehdidiyle karşı karşıya kalmaları, IŞİD’e sarılmaktan başka bir alternatif bırakmamıştır.
IŞİD’İN ANLAŞILAMAYAN SAVAŞ POLİTİKALARI
IŞİD Musul’u ele geçirdikten sonra tabii yayılma alanını oluşturan Sünnilerin beldelerine ve Bağdat’a yönelmiş iken, anlaşılmaz ve tahmin edilmez bir şekilde birden bire Kuzey Irak Kürt yönetimi bölgesine ve Erbil’e yöneldi.
Bu çok saçma bir politika idi. Çünkü Kuzey Irak Kürt yönetimi Başkanı Barzani Irak Başbakanı Maliki ile anlaşamıyordu. Eğer ABD müdahale etmese idi Erbil düşecekti, ABD müdahalesi Erbil’i kurtardı ve Kuzey Irak Kürt Yönetimini tekrar ABD’ye ve Maliki ile işbirliğine yöneltti.
Böylece IŞİD kendisine düşman olmayacak olan Kuzey Irak Kürt Yönetiminin de düşmanlığını kazandı ve önceden arasının iyi olmadığı Maliki ile yakınlaşmasına sebep oldu.
Bununla da kalmayan IŞİD, durup dururken Ezidi Kürtlere yönelince hem Kürtlerin düşmanlığını kazandı, hem de batının İslamifobia politikalarına malzeme sağladı.
Bununla da kalmayan IŞİD, Suriye’de PYD isimli PKK’nın Suriye kolu olan örgütçe yönetimi ele geçirilmiş olan Suruç İlçesinin karşısındaki Kobani’ye saldırdı.
ROJAVA VE KOBANİNİN KONUMU
1.Dünya Savaşı sonrası batılılar Osmanlıyı parçalarken, Kürtlere ayrı bir devlet vermediler ve Kürtlerin çoğunluğu Türkiye’de olmak üzere İran, Irak ve Suriye devletlerinin sınırlarında 4 parçaya ayrıldılar.
Rojava Kürtçede batı anlamına gelip, Kürtlerin yaşadığı ve bu 4 devlet sınırlarına parçalanan coğrafyanın batı kesimini ifade etmek için yeni ortaya çıkarılmış bir kavramdır.
Suriye Mart 2011 intifadasına kadar çoğu Kürtlere vatandaşlık hakkı bile tanımadı. İntifadanın ardından Kürt Bölgesini koruyamayacağını gören Esed, eskiden beri irtibatlı olduğu PKK’nın Suriye kolu PYD ile anlaşarak, Kürt bölgesini aşamalı olarak devretti. Bu şekilde hem Suriye muhaliflerine, hem de muhaliflere destek veren Türkiye’ye zarar vermek istedi.
PYD, Kürt bölgesinde başta İslamcı Kürt grupları olmak üzere, bir kısmı kendisi gibi Kürt ulusçusu olan, ancak kendisine boyun eğmeyen 16 Kürt grubunu sindirdi. Şu anda bu bölgeden çıkartılan 250 bin Kürt Kuzey Irak Kürt Yönetimi Bölgesinde çadır kentlerde yaşamaktadırlar.
Dahası şu an Kobani’ye saldıran IŞİD mensuplarının çoğunluğunun, PYD tarafından Kobani’den çıkartılan İslamcı Kürtler olduğu söylenmektedir.
KOBANİ’DE KATLİAM MI OLDU?
4 yılı yaklaşan Suriye kıyamında, 23 milyon olan Suriye halkının4 milyon Suriye dışında, 6 milyonu Suriye içinde olmak üzere toplam 10 milyonu muhacir durumundadır. İçlerinde Çocuk ve kadınlarında bulunduğu en az 250 bin mazlum Suriyeli rejim tarafından katledilmiştir. Esed şebbihalarının tecavüz ve işkence vakalarının sayısı bilinmemektedir.
4 yıldır bu zulüm ve katliamlara karşı kör, sağır ve dilsiz kesilen batılılar ile içimizdeki batıcılar ve PKK kafasındaki Kürt Ulusalcıları, IŞİD; Şengal ve Kobani’ye saldırınca insanlık havarisi kesildiler. Rojava’da Kürtler katlediliyor yaygaraları koparmaya başladılar. Kobani 150 bin nüfuslu olup, 50 bin göçmenle birlikte 200 bin nüfusa ulaşmıştı. IŞİD saldırınca neredeyse tüm siviller Türkiye’ye geçti. 4 yıldır her gün işkence ve varil bombalarıyla günde ortalama 40 sivilin katlini görmezden gelenler, Kobani’de olmayan sivillerin katledildiği ağıtlarıyla etrafı inletmeye başladılar.
IŞİD’İN DÜŞÜRDÜĞÜ MASKELER
IŞİD’inKobani saldırısı pek çok maskenin düşmesine sebep oldu.
Apaydın kampındaki aileleri terörist olarak niteleyen CHP ve ilişikleri, ordu Kobaniye girip IŞİD’le savaşsın demeye başladılar.
Suriye Türkmenlerine silah götürdüğü iddiasıyla Mit’e ait tırları durduran ve bu tırlarla hükümetin savaş suçu işlediğini iddia edenler, Kobani’deTürkiye’nin PKK’ya silah yardımı yapmasını, aksi halde IŞİD’in işlediği soykırım suçuna ortak olacağını söylediler.
4 yıldır Türkiye’nin Suriye’ye yabancı savaşçı geçişine izin vermekle suçlayanlar, Türkiye’nin Kobani’de savaşmak isteyenlere ve hatta PKK mensuplarına geçiş için izin vermesi gerektiğini söylediler.
ABD’nin Suriye ve Esad rajimine olası müdahalesine karşı Anti emperyalist, ABD karşıtı, İran’cı vb. guruplar sokaklarda çığırtkanlık yaparken ABD’nin IŞİD’e müdahalesinden büyük bir memnuniyet duydukları görülmektedir.
BATIYA BOYUN EĞMEYEN HÜKÜMET IŞİD’Çİ OLMAKLA SUÇLANIYOR
Bu gün Kobani’den gelen 180 bin kişi Türkiye Hükümetince en iyi şekilde ağırlanmaya çalışılıyor. Bir kısmı Kandil ve Türkiye’den’den Suriye’ye geçen ve geçmişte muhtemelen Türkiye’ye karşı savaşmış olan 600 yaralı PYD mensubu Türkiye Hastanelerinde tedavi ediliyor.
Tüm bu gerçeklere rağmen, batı medyası ile içimizdeki batıcı ve paralel medya, Kürt Ulusalcıları, Türk Solu ve CHP Ak Parti hükümetini IŞİD’le işbirliğiyle suçlamaya tam gaz devam ediyorlar.
Bu kasıtlı suçlamalar 6-7 Ekim provokasyonuyla tam bir vandallığa ve dehşete dönüştü. Milyarları bulan maddi kayıplar bir yana, 40 civarında can kaybı oldu ve Kürt Sorunu Çözüm Süreci çıkmaza girdi.
KOBANİ KIŞKIRTMALARI VE 6-7 EKİM PROVOKASYONUN HEDEFLERİ
6-7 Ekim provokasyonu PKK hareketi içerisindeki çok başlılığı ve Ulusalcı histerinin kişileri insanlıktan nasıl çıkarabileceğini fark etmemizi sağladı. Bu çok başlılık aynı zamanda bu hareketin içerisindeki aktörlerin Suriye, İran, Batı vb.bağlantılarını akla getirmektedir.
PKK ve taraftarlarının gözünde tartışılmaz lider konumunda olan olan Öcalan’ın Türkiye’de olması çözüm süreci açısından büyük bir imkandır. Mevcut konumu onu muhtemel dış etkileri, farklı yönlendirme ve tazyikleri engelliyor. Bu nedenle bir kısım Kandil Yöneticileri ile bunları yönlendirmeye çalışan dış güçler aslında ÖCALAN’ın liderliğini devre dışı bırakıp, çözüm sürecini bitirmeyi de istemektedirler.
Kobani bahanesiyle bir bardak suda kopartılan fırtına ile 6-7 Ekim provokasyonlarını değerlendirirken bu gerçekleri de göz önüne almak gerekmektedir.
HÜKÜMETİN ÇÖZÜM SÜRECİNE BAKIŞI
Ak Parti baştan beri Çözüm Sürecinde samimi olup, kangren olma aşamasına gelmiş bu sorunu çözmek için çok ciddi risklere girmekte, ciddi adımlar atmaktadır. Lakin bu süreçte bence 2 büyük hata yapmıştır.
Birinci hatası, Çözüm Sürecinde sadece PKK’yı muhatap almasıdır. Oysa Türkiye genelinde AK Partiye oy veren Kürtlerin sayısı, HDP’ye oy verenlerden fazla olup, PKK’yı desteklemeyen Kürtlerin çoğunluğu süreçte muhatap alınmamıştır.
İkinci hatası ise, sırf Çözüm Süreci zarar görmesin diye, PKK’nın dağdan inip şehirlerde örgütlenmesine, alan hakimiyeti kurmasına zemin hazırlamıştır.
KOBANİ SÜRECİNİN ÖĞRETTİKLERİ
Hükümet; Kobani süreci ve 6-7 provokasyonu neticesinde bu iki alandaki hatalarını fark etti . Öncelikle Çözüm Sürecini Güneydoğuda güvenlik sağlanıncaya kadar dondurmuş, bilahare Çözüm Sürecine PKK’ya destek vermeyen Kürtlerinde bir şekilde muhatap olarak kabul edilmesinin yollarını aramaya başlamıştır. Kobani süreci bu açıdan hayırlara vesile olmuştur.
Bizler bölgedeki tüm olaylara mutlaka müdahil olmalıyız. Aksi halde bizim boşluğumuzu çözümü değil, çözülmeyi arzulayan güç odakları dolduracaktır.
2 yıllık çözüm süreci boyunca bölge halkı barışın tadına varmış olup, halk 6-7 Ekim provakosyonuna katılmadığı gibi destekte vermemiş, bilakis Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde % 10’lara dayanan HDP oylarını bir anda % 5’lere düşürerek tepkisini ortaya koymuştur.
6-7 Ekim provokasyonunu gerçekleştirenler, PKK’nın gençlik kolu olan YDHG ile bazı fanatik PKK taraftarlarıdır. Kürt halkının ezici çoğunluğu Türkiye’den ayrılmayı değil, Türkiye içinde bir çözümü arzulamaktadırlar.
IRAK, SURİYE VE GÜNEYDOĞUNUN GELECEĞİ
Şu anda batılı egemen güçlerin 100 yıl önce bölgemizde çizdikleri yapay sınırları değiştirmek istedikleri anlaşılıyor. Zaten şu anda Irak ile Suriye arasında bir sınırdan da, Irak ve Suriye diye bütünlüğünü korumakta olan birer devletten de söz etmek mümkün değil.
Irak ve Suriye’nin sınırları ve geleceği ile, Güneydoğunun ve Türkiye’nin sınırlarının birbirinden bağımsız çizilemeyeceği de, seminerin başında verdiğimiz bilgilerden anlaşılabilir.
Sınırlar nasıl değişecek, nasıl çizilecek. Batılı egemenler bu sınırların Müslümanların hayrına olabilecek şekilde değişmesini asla istemiyorlar. Bu nedenle Müslümanlar bu yeniden çizim sürecinde çok güçlü olmak durumunda ki, sınırları Müslümanların aleyhine olmayacak şekilde oluşması için güçlü bir irade ortaya koyabilsin.
BÖLGEDE YENİDEN OSMANLI SİSTEMİ İNŞAA EDİLMELİDİR
8 Şubat Mit Operasyonu, Gezi Olayları Süreci, 17-25 Aralık Gülen Cemaati Yolsuzluk Kılıflı Yargı Darbesi Girişimi, Kobani kışkırtmaları ve 6-7 Ekim provokasyonu, ABD’nin Suriye’de El Nusra ve Ahrar gibi önemli muhalif grupları bombalaması birlikte değerlendirildiğinde, ABD ve Batının Müslümanlar hakkında iyi düşünmediğini ve sınırları Müslümanların değil kendilerinin ve yerli işbirlikçileri lehine değiştirmek istediklerinin ipuçlarını vermektedir. Bu operasyonlar Türkiye’yi yeni sınırların çiziminde denklem dışı bırakma amaçlı bir iradenin yönlendirmeleri sonucu gibi görünmekte.
Bölge için en iyi yönetim sistem ve anlayışının Osmanlı yönetim sistemi ve anlayışı benzeri bir yönetim olduğunu düşünüyorum. Osmanlının çok çeşitli kavim, din ve mezhepleri yüzyıllarca kardeşçe yaşatan sisteminin batı tarafından çökertilmesi ve ardından batıcı yönetimlerin ulus devlet anlayış ve uygulamaları bizlere çok büyük acılar yaşattı ve yaşatmakta.
HABERE YORUM KAT