1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. Amasya Özgür-Der’de “Lübnan Tarihi” Konuşuldu
Amasya Özgür-Der’de “Lübnan Tarihi” Konuşuldu

Amasya Özgür-Der’de “Lübnan Tarihi” Konuşuldu

Eğitimci Serkan Akın tarafından dernek salonunda verilen seminerde Lübnan ve tarihi konuşuldu.

26 Ocak 2016 Salı 16:24A+A-

Serkan Akın'ın tebliğ notlarını okurlarımızın ilgisine sunuyoruz:

*

 “Sen kim olduğuna karar vermediğin zaman, senin kim olduğuna başkası karar verecektir. Sen kendini yönetmediğin zaman, başkası seni yönetecektir. Sen gemini yürütmediğin zaman, korsanlar ve çapulcular onu yürütecektir” (Nizar KABBANİ, Ben Beyrut)

Lübnan bir Ortadoğu ülkesi… Hatta bir Ortadoğu ülkesinden daha fazlası! Zira Lübnan, “Ortadoğu’nun  aynası”, “Ortadoğu’nun İsviçre’si” , yüzölçümü açısından Tokat kadar, nüfusu açısından ise İzmir kadar olan dünyanın en küçük ülkelerinden olmasına rağmen, Ortadoğu’daki diğer ülkelerde bulunmayan etnik ve mezhebi unsurları da içerisinde barındıran kozmopolit bir ülkedir. Ortadoğu’da meydana gelen her olayın Lübnan’da mutlaka bir yansıması tarih boyunca olmuş ve Lübnan bu yüzden siyasi kutuplaşmaların, zulme uğrayan insanların yuvası olmuştur. Özellikle Lübnan’da güçlü bir devlet yapısının olmaması, hem büyük güçlerin istihbaratlarının rahatlıkla hareket edebileceği alan açarken bir diğer taraftan da devlet  zulmüne uğrayan insanların sığınağı olmuştur.

Lübnan 6 vilayetten oluşmaktadır. Cebel-i Lübnan, Beyrut, Kuzey Lübnan, Güney Lübnan, Nebatiyye ve Bekaa’dır.  10.452 metrekarelik yüzölçümünde yaşayan 4 milyon küsur insanın yarısı başkent Beyrut’ta yaşamaktadır.

Lübnan’da 18 mezhebi  ve etnik grup yasal olarak tanınmaktadır. Bu grupların başlıcaları; Hristiyan Maruniler, Dürziler, Sünniler, Şiiler, Ortodoks Rumlar, Katolik Rumlar, Ortodoks Ermeniler, Katolik Ermeniler, Yahudiler, Kürtler vs. Bu gruplar içinde dört aktör ya da faktör öne çıkmaktadır. Maruniler, Dürziler, Sünniler ve Şiiler

 MARUNİLER

Süryanilikten ayrılan Maruniler, Katolik Kilisesine mensuptur. Maruniler Lübnan’da daima büyük bir güç olmuş, ekonomik alanda gruplar içinde en zengin kesimi temsil etmektedir. Daha çok Beyrut’un doğu bölümünde yaşayan Maruniler özellikle Lübnan Diasporası ile yakın ilişkiler sayesinde Çok Uluslu Şirketlerin temsilcileri olarak zenginleşmişlerdir.  Krizler, çatışmalar, savaşlar nedeniyle göç eden Lübnanlıların çoğu -yaklaşık 14 milyon- Marunilerdir. Lübnan’ın asıl unsuru ve kurucusu olarak kendilerini gören Maruniler, Lübnan anayasasına göre cumhurbaşkanlığı makamının da sahibidirler.

 DÜRZİLER

Lübnan’daki en gizemli ve hakkında en az bilgi sahibi olunan grubun temelleri Fatimilere dayanmaktadır. Mısır’daki  Fatimilerin emiri olan Hakim Bin Emrillah’ın Allah’ın yeryüzündeki görünümü, hulul etmiş hali olarak inanmaya başlayan bir grup insanın, sadrazamı Hamza bin Ali tarafından organize edilerek meşruiyet kazandırılması ile tarih sahnesine çıkmış olan Dürziler, ismini Hamza bin Ali’nin Dürziliği yaymak üzere Suriye’ye gönderdiği Muhammed ed Neştekin Derüzi’den aldığı sanılmaktadır.

Tanrısal uluhiyete kendi de inanan Hakim Bin Emrillah, camilerde bismillah lafzını kaldırmış ve Allah ismi yerine kendi ismini okutmaya başlamıştır. 1017 yılında “tevhid daveti” adı altında insanları Dürziliğe davet etmiştir. Bu yüzden 1017 yılı takvimin de başı sayılır. Sünnilerin Müslüman olarak kabul etmediği Dürziler, kendilerini “muvahhidun” olarak isimlendirirler. Dürzilik Bahaudddin tarafından doktrinleştirilerek 1043 yılında davet çağrısı kapatılmış, tıpkı uluhiyet atfedilen Hakim bin Emrillah gibi Bahauddin’de ortadan kaybolmuştur. Dürziler Hakim Bin Emrillah’ın tekrar yeryüzüne döneceğine inanırlar.

Hakim bin Emrillah ortadan kaybolduktan sonra tahta oğlu geçmiş, Dürzileri Mısır’dan kovmuştur. Mısır’dan kaçan Dürziler Lübnan’ı ve Suriye’nin belirli bölgelerini kendilerine yurt edinmişlerdir. Bundan sonra “Şiilerin amcaoğulları” olarak da nitelendirilen Dürziler, takiyye ve gizliliğe büyük önem vermişdir.

Lübnan’da Şuf şehrinde ve Cebel-i Lübnan’da yaşayan Dürziler, daha çok ordu içinde önemli yerlere gelmeye çaba göstermektedirler. Osmanlı döneminde oldukça etkili olmuşlar ve tarihi süreç içerisinde sık sık Marunilerle egemenlik mücadelesi içine girmişlerdir.

SÜNNİLER

Sünniler, Lübnan’da Trablusgarp(Tripoli) ve Sayda şehirleri ile Batı Beyrut’ta yaşamaktadırlar. Lübnan’ın en güzel yerlerinde, sahil kenarlarında yaşayan Sünniler, siyasi oluşum açısından zayıftır. Cemaati İslami dışındaki gruplar ya Şiiliğe yakın tavır ve düşünüşlere girmişler ya da sekülerleşmişlerdir. Gayrimenkul ve ticaretle uğraşan Sünniler, Lübnan Anayasasına göre başbakanlık makamının sahibidir.

 

 ŞİİLER

Özellikle Güney Lübnan’da  ve Bekaa bölgesinde yaşayan Şiiler, toplumda en dışlanmış ve haksızlığa uğramış gruptur. Çiftçilik ve işçilik gibi meslekleriyle en fakir gruptur aynı zamanda. Fakat son dönemde siyasal örgütlenmeleriyle en güçlü grup haline gelmişlerdir.

Şiiler içinden iki örgüt çıkmıştır. Emel Örgütü ve Hizbullah Örgütü. Emel Örgütü Musa Sadr tarafından İran’dan geldikten sonra 1970 ‘li yılların başında “Mahrumlar Hareketi” ile ismini duyurmuş, 1975’teki iç savaşla da milis güç şeklinde Emel Örgütü olmuştur. Musa Sadr’ın Libya gezisinde kaybolmasıyla birlikte örgüt giderek Suriye yanlısı ve laik bir yapıya bürünmüştür. Meclis başkanlığı makamının sahibi olan Şiiler, 1982’den beri Suriye yanlısı Emel Örgütünün lideri Nebih Berri tarafından temsil edilmektedir.

Hizbullah 1982’deki İsrail’in Lübnan’ı işgali sonrasında doğmuş, özellikle Güney Lübnan’da İsrail’e karşı savaştığı için 1989’daki Taif Anlaşmasında silahlarını bırakmayan tek grup olmuştur. Bu yüzden Hizbullah Lübnan siyasetinde giderek güç kazanmış ve bugün Lübnan Devleti’nden daha güçlü bir hale gelmiştir.

 TARİHİ SÜREÇ

Emevi, Abbasi ve Fatimi idaresindeyken Lübnan’ın karmaşıklaşan nüfus yapısı özellikle 19. Yüzyıldan itibaren dış güçlerin kışkırtmasıyla huzursuzlukların, çatışmaların kaynağını teşkil etmiştir.

Osmanlı 1516 yılında Lübnan’ı topraklarına katmış, kendilerine yardım eden Dürzi Maanoğullarına emirlik vermiştir Cebel-i Lübnan’da. Fakat 1635 yılında emir 2. Fahrettin’in İtalyanlarla işbirliği nedeniyle ihanet suçlamasından idam edilmiştir. 2. Fahrettin Lübnan’ın kurucu babası ve ilk kahramanı olarak görülür. Aynı zamanda Lübnan milliyetçiliğinin de sembolüdür.

Dürzilerle Maruniler arasında 1841,1845 ve 1860 yıllarında büyük can ve mal kayıplarının olduğu çatışmalar yaşanmış, 1861 yılında bugünkü Lübnan’ın çatısını oluşturacak Cebel-i Lübnan Nizamnamesiyle;  4 Maruni, 3 Dürzi, 2 Rum Ortodoks, 1 Rum Katolik, 1 Sünni ve 1 Şii üyeden oluşan konsey kurulmuştur.

1920’de Osmanlı Devleti’nin dağılmasıyla Lübnan’da Fransız mandası dönemi başlamış, bu dönemde Lübnan siyasi krizlerle, ekonomik buhranlarla boğuşmuştur. 1943 yılında Almanya’nın Fransa devletini ortadan kaldırılmasıyla zayıflayan gücünden yararlanan ve içerideki grupların bağımsızlık konusunda anlaşmalarıyla 22 Kasım 1943’te bağımsızlığını ilan etmiştir.

1948 Nakba Günü ile birlikte zaten karmaşık yapıda olan Lübnan topraklarına yeni bir etnik ve mezhebi yapının, Filistinlilerin göç etmesiyle Lübnan yeni bir sürece girmiştir.

1948 ilk Arap- İsrail savaşına Lübnan göstermelik katılmasına rağmen mültecilerin sığınması ile birlikte savaştan doğrudan etkilenmiştir.

1956 ikinci Arap-İsrail çatışmasında Maruni Kemil Şem’un, İsrail ve Batı yanlısı tutumu nedeniyle tepki toplamış, Dürzi lider Kemal Canbolat önderliğindeki muhalefet Kemil Şem’un’u alaşağı etmek için çeşitli illeri kontrolü altına almıştır. Kemil Şem’un’undan sonra yerine kriz döneminde daha itidalli bir politika izleyen Fuad Şihab geçmiş ve toplum Şem’unistler ve Şihabistler diye ikiye ayrılarak 1958’deki Dürzi-Maruni iç savaşı patlak vermiştir.

1967 3. Arap-İsrail savaşı İsrail’in 6 günde kesin üstünlüğüyle bitmiş, Lübnan bu savaşa katılmadığı halde sonuçlarından etkilenmiştir. Filistin topraklarının işgal edilmesi ve ardından 1970’te Ürdün’deki darbe girişimini, Filistinli gerillaları sorumlu tutan Kral Hüseyin tarafından Ürdün’den çıkarılmasıyla Lübnan, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün merkezi haline gelmiştir. Bundan sonraki süreç Lübnan’daki kutuplaşma Filistin meselesiyle ilgili olurken, İsrail’de Lübnan’ı doğrudan hedef almaya başlamıştır.

1968’de İsrail’in Beyrut havalimanındaki 13 uçağı imha etmesinden sonra Lübnan başbakanı istifa etmiş ve Lübnan ordusu ile Filistinli gerillalar çatışmıştır. Bu çatışma Kahire anlaşmasıyla durdurulurken, anlaşma gereği Lübnan Filistinli gerillaları tanımak zorunda kalmıştır. Buna şiddetli şekilde karşı çıkan Lübnan içindeki İsrail’in ortağı Hristiyan Maruniler, Kahire anlaşmasının iptalini istemiş, iptal olmayınca da hızla silahlanmaya başlamıştır.

LÜBNAN İÇ SAVAŞI (1975-1990)

Lübnan iç savaşı üç safha geçirmiş ve bu safhaların her birinde giderek artan kaos, karmaşa ve radikalleşme ile savaş çığırından çıkmıştır. Savaşın yalnızca içerideki gruplar arasındaki anlaşmazlıktan öteye, uluslararası düzeydeki ABD-SSCB, İran, Suriye, İsrail çekişmesi şeklinde vekalet  savaşına dönüşmesi savaşı hem daha fazla uzatmış hem de daha fazla ölümlerin, yıkımların nedeni haline getirmiştir.

 

İLK SAFHA (1975-1976)

Beyrut’taki bir kilisenin açılışı esnasında 4 Maruni’nin öldürülmesinden sonra 27 Filistinlinin 13 Nisan 19751’te Falanjist Maruniler tarafından öldürülmesiyle savaşın fitili ateşlenmiştir. Bundan sonra Doğu Beyrut’taki  ez- Za’tar ve Cisr-el Başa kamplarında 3700’den fazla insan falanjistler tarafından öldürüldü. Dürzi lider Kemal Canbolat’ın başında olduğu Lübnan Ulusal Hareketi ve FKÖ ülkenin çoğu bölümünde kontrolü ele geçirince 7 Maruni grup da Lübnan Cephesi adı altında güçlerini birleştirdi. Lübnan ordusundan ayrılmaların hızlandığı bu safhada cumhurbaşkanı Franciye Nisan 1976’da Suriye’den yardım isteyerek, Suriye’nin savaşa Hristiyan Maruniler lehine girmesine sebep oldu.

Riyad’da yapılan ateşkes görüşmeleri sonrasında Arap Caydırıcı Gücü’nün Lübnan’da konuşlandırılması kararı alınmış, yaklaşık 30.000 Suriye askeri Lübnan’a yerleşerek meşru bir işgalin önü açılmıştır.

İlk safhada 40 bin ölü milyar dolar maddi zararla gruplar giderek radikalleşmeye başlamıştır.

 

İKİNCİ SAFHA (1977-1982)

Ateşkesin ardından yaşanan bir dizi gelişme savaşı yeniden alevlendirmiştir. Filistinlilerin yanında, Suriye ve İsrail karşıtı bağımsız bir Lübnan’dan yana olan Dürzi lider Kemal Canbolat’ın 1977’de öldürülmesiyle, geleneksel Dürzi-Maruni çatışması tekrar başlamıştır.

1978’de sertlik yanlısı Falanjist lider Beşir Cümeyyil’in Suriye’nin Lübnan’ı terk etmesi isteğiyle Suriye-Maruni ittifakı bozulmuş, Maruniler arasında da bölünme yaşanmıştır.

14 Mart 1978’de İsrail Lübnan’ın %10’nu işgal ederek savaşa müdahil olmuş, kuzey sınırlarını korumak için Lübnanlılardan oluşan Güney Lübnan Ordusu’nu kurmuştur.

Bu dönemde kargaşa, kaos iyice ayyuka çıkmış; elçiler öldürülmüş, adam kaçırmalar, bombalı saldırılar, suikastların ardı kesilmemiştir.

1982’de İsrail Lübnan’ı işgal ederek savaşın dengesini değiştirmiştir.

 

ÜÇÜNCÜ SAFHA (1982-1990)

“Lübnan problemini bir kerede ve tamamen çözmek!”, “Uluslararası terör yuvalarını temizlemek!” amacıyla İsrail Arafat’ı sıkıştırmış, Arafat daha fazla sivilin ölmemesi için Beyrut’tan çıkarak Trablusgarp’a çekilmiştir.

İsrail’in desteklediği Falanjist lider Beşir Cümeyyil, cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmadan bir gün kala Ketaib Partisi milletvekilleriyle birlikte bombalı saldırı sonucunda öldürülmesinden sonra 16-17 Eylül Sabra ve Şatilla kampı katliamları gerçekleşmiştir. Bu katliam Ariel Şaron’un gözetiminde Falanjist Eli Hubeyka tarafından gerçekleşmiş, katliamın ardından açılan soruşturma 2002 yılına kadar sürerken, Eli Hubeyka’nın mahkemeden bir hafta önce Şaron aleyhine tanıklık yapacağını söylemesi üzerine 2002’de bombalı saldırı sonucu öldürülmüş, ardından da dava düşmüştür.

FKÖ’nün Beyrut’tan çıkarılmasıyla Lübnan Ulusal Hareketi dağılmış, Batı Beyrut’taki Müslümanların silahlarına el konulurken, gözaltılar gerçekleşirken, Maruniler silahlandırılmıştır. Cumhurbaşkanının talebiyle Amerikan, İngiliz, Fransız ve İtalyan askerleri Lübnan’a çıkartma yapmış, sık sık Dürzileri bombalamıştır. Böylece aynı anda Lübnan, İsrail, Suriye ve çok uluslu güçlerin işgali altına girmiştir.

İsrail’in sıkıştırmasıyla Trablusgarp’a çekilen Arafat’ın FKÖ örgütü burada da Suriye destekli Ebu Musa liderliğindeki Filistinli grup ile çatışmış, çatışmalar sonucunda FKÖ 1983’te Tunus, Cezayir ve Güney Yemen’e dağılmak zorunda kalmıştır.

23 Ekim 1983’te Dürzi ve Şii militanların 241 Amerikan, 58 Fransız askerini öldürdüğü bombalı saldırı sonucunda Çok Uluslu Güç  geri çekilmek zorunda kalmıştır.

1980’lerin ikinci yarısında savaş “herkesin herkese karşı savaşına” dönmüş, Şii-Şii, Sünni-Sünni, Maruni-Maruni ve bütün grupların neredeyse birbirleriyle oluşabilecek tüm kombinezasyonları ile geçerken, 85-87 yılları arasında Şii Emel Örgütü ile Filistinliler arasında “Kamplar Savaşı” yaşanmış, kamplardan kaçanlar kaçmış, kaçamayanlar kanalizasyon suyu içerek, kedi, köpek yiyerek hayatta kalmaya çalışmıştır.

Son olarak Mişel Aun’un başında olduğu ordu, Maruni Samir Ca’ca’nın Lübnan güçlerini 1989’da yenerek gücü eline geçirmişken, Lübnan ordusu ve Suriye ordusu Aun’u sıkıştırmış, Aun Fransa’ya kaçmak zorunda kalmıştır.

TAİF ANLAŞMASI (22 Ekim 1989)

22 Ekim 1989 yılında Taif Anlaşmasıyla iç savaş bir yıl sonra durdurulabilmiştir. Bu anlaşma sonunda mezheplerin ilgası, adil seçim sistemi, grupların mecliste adil temsiliyeti, silahların bırakılması ve siyasi af kanunun çıkartılması gibi maddelerle savaş 1991’de tamamen sona ermiştir.

İç savaş sonucunda 250 bine yakın insan ölmüş ve en az iki katı insan yaralanmıştır. Lübnan’da savaş sonunda yara almamış neredeyse aile kalmamışı, maddi yıkım ve manevi boşluklar insanların birbirlerine olan güvenini zedelemiştir. Çoğu insan savaş esnasında ülke içinde yer değiştirirken kimileri de ülke dışına çıkmıştır.

 

 İÇ SAVAŞ SONRASI ÖNEMLİ OLAYLAR

Taif anlaşmasıyla birlikte durulan Lübnan siyasetinde yeni bir isim ortaya çıkacak ve bu isim Lübnan’ı yeniden kurarken, 2005’teki suikasta kadar Lübnan’a damgasını vuracaktır.  Bu isim 2000 yılında dünyanın en zengin 4. kişisi kabul edilen Refik Hariri’dir. Refik Hariri, Taif anlaşmasının da finansörlüğünü yaptıktan sonra Lübnan’ın başbakanlığını yapmış, yıkılan Beyrut’u yeniden mamur etmiştir. Özellikle basın-yayın alanındaki etkinliğiyle Arap ülkelerinin çoğunda dergi, gazete, tv’leri olan Hariri siyasette de başarılı olmuştur.

14 Şubat 2005 yılında asfalta koyulan bir tonluk bombalı saldırı sonucu öldürülen Hariri, ölmeden bir ay önce Suriye’ye gitmiş ve Suriye yanlısı cumhurbaşkanı Emil Lahud’un görev süresinin uzatılması konusundaki dikteyi kabul etmediği için öldürüldüğü varsayılmaktadır. Özellikle Hariri’nin Suriye’deki görüşmesinin 15 dakika sürmesi ve Lübnan’a geldikten sonra sol kolunu oynatamaması suikastın Suriye tarafından yapılma olasılığını güçlendirmektedir. Bu olayın hemen ardından 8 Mart’ta Suriye destekli, Esad posterli gösteriler yapılmış, buna karşılık bir hafta sonra da 14 Mart’ta da Suriye karşıtı muazzam büyüklükte gösteriler takip etmiştir. Bu olaydan sonra ülke bu defa da 8 Mart ve 14 Mart olmak üzere ikiye bölünmüştür.

2008 yılında Lübnan devletinin Hizbullah’a tanıdığı 10 bin ila 20 bin arasındaki telefon şebekesinin Hizbullah tarafından 100 bine çıkartılmak istenmesi ve Beyrut havalimanındaki  güvenlik şefinin gümrük görüntülerini Hizbullah’a ilettiğinin ortaya çıkmasıyla hükümet müdahalede bulunmak istemiş, Hizbullah’ın yönettiği operasyonda yarım saatte hükümet binaları kontrol altına alınarak, 87 kişi öldürülmüştür.

 Bu olaydan sonra Hizbullah’ın ülke içindeki silahlı gücü sorgulanmaya başlanmış ve Hizbullah’a olan güven azalmıştır. Bu olaydan sonra Hizbullah’da hükümet içinde daha aktif görev almaya başlayarak rakiplerine gözdağı vermiştir.

Bugün bir yıla yakındır seçilemeyen cumhurbaşkanlığı,  8 Mart’çılar ile 14 Mart’çılar arasındaki ihtilaf giderek büyümekte ve gruplar arasındaki dengeler ince bir çizgide ilerlemektedir.

fullsizerender.jpgimg_0332.jpg

HABERE YORUM KAT

1 Yorum