‘Amanda’ Feryadlarıyla Aynîleşen Bir İsim: Mandela...
Mandela’nın, dünyada da etki yapan ve Türkiye’liler için de ayrı bir mânâ taşıyan bir tavrı 1992 yılında, kendisine verilmek istenen ‘Atatürk Ödülü’nü reddetmiş olmasıydı ve bu, son derece düşündürücü ve önemliydi.
Selahaddin E. Çakırgil, Nelson Mandela’yı yazdı:
Nelson Mandela 5 Aralık 2013 akşamı, 95 yaşında vefat etti.. Aylardır öldü-ölecek diye kaçınılmaz âqıbeti bekleniyordu.
O, Birinci Dünya Savaşı’nın son demlerinde, Güney Afrika’da bir kabile şefinin oğlu olarak dünyaya gelmiş ve siyahlara hiçbir insanlık hakkı tanınmadığı halde, o, bir kabile şefinin oğlu olması hasebiyle, mahallî dilde itibarlı bir lâkab olarak kabul edilen ‘Mabida’ diye anılmasının ötesinde, tahsil yapmak imkanı da bulmuştu. Ama, bu tahsil onu, mensubu olduğu siyah derili insanların dışlanmasına, aşağılanmasına seyirci durumda bırakmamış ve onların dertleriyle hemhal olmaya henüz ilk gençlik yıllarından itibaren başlamıştı.
O sırada, Güney Afrika’da belli başlı üç sosyal kitle vardı. Beyaz sömürgeciler, büyük kitle olan Siyahlar , bir de daha çok Hind alt-kıt’asından gelen ve Beyazlarla Siyahlar arasında orta yerde duran melezler..
Melezler daha çok da müslüman tâcirler ve müslümanlara aid şirketlerde çalışan işçilerden oluşuyordu. Ki, Mahatma Gandhi de, Dada Abdullah ve Ortakları ismindeki bir müslüman şirketinde vazife alan bir avukat idi ve orada, Beyaz azlık hâkimiyetinin sadece Siyahlara değil, melez’lere bile nasıl aşağılayıcı şekilde davrandığının örneklerini bizzat yaşadığı için, orada, büyük bir kitle olan Hindistan’lı yüzbinlerce hemşehrilerinin hukukunu aramak mücadelesine atılmış ve bu konuda kazandığı mücadele azmi ve usûlüyle, Hindistan’daki ingiliz emperyalizmine de karşı bir istiklal mücadelesi verilmesi fikrine bağlanmıştı, henüz 1895’lerde.. Yani, henüz Mandela’nın dünyaya gelmesinden 20 küsur yıl öncelerde.. Ve Gandhi, o mücadele yıllarında, Güney Afrika’daki müslümanlarla sıkı işbirliği yapmış ve hattâ mücadelelerini güçlendirmek için, müslümanların Kur’an meclislerine bile katılmış ve daha sonra bu uygulamanın verimli sonuçlarını Hindistan’ın istiklal / bağımsızlık mücadelesinde de sergilemeye dikkat göstermişti. (Bu bakımdan, Hind Başbakanı Manmohan Singh’in, Mandela’nın vefatı üzerine yayınladığı mesajında yer alan ‘İnsanlar arasından bir dev hayatını kaybetti. Bu, Güney Afrika'nın olduğu kadar Hindistan'ın da kaybıdır. Mandela, gerçek bir ’Gandhi’ci’ idi.’ sözlerinin mânâsı daha bir ilginçtir.)
Bu vesileyle, eserlerini Bengal dilinde vermiş olan ve 1940’larda vefat eden ünlü Hind şair ve filozofu Rabindranath Tagore’un, ‘Gora’ isimli romanında, ‘Eğer müslümanlar olmasaydı, biz Bengal köylüleri istiklal- bağımsızlık mefhumunun ne olduğunu bilemezdik, bu kavramı onlara borçluyuz..’ şeklindeki sözlerini de hatırlamak yerinde olacaktır.
Irkçılığa karşı mücadelede müslümanların rolü unutulmamalıdır!
Bu arada, Güney Afrika’daki Apartheid rejimine karşı verdiği çetin mücadeleler sırasında ağır işkenceler altında katledilen İmam Abdullah Harun’u da 1969 yılında öldürülüşünün -inşaallah şehadetinin- 44 yıl sonrasında rahmetle analım. (İmam Abdullah Harun, aslen Malezya’dan G. Afrika’ya gelmiş bir ’malay’ ailesinde1923 yılında Cape Town'da doğmuştu.
Harun, belirli eğitimlerden geçtikten sonra, bir taraftan imamlık yapıyor, diğer taraftan da ülkedeki müslümanların tek yayın organı olan Muslim News'in editörlüğünü yürütüyordu.
İmam Harun, 1961 yılında yürürlüğe giren Yeni Cumhuriyet Anayasası’nın siyah çoğunluğu yok saymasına karşı yükselen protesto mitinglerine minberlerden de destek veriyor, ırk ayrımı siyasetine şiddetle karşı çıkıyor ve Müslümanları üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye davet ediyordu.