‘Amanda’ Feryadlarıyla Aynîleşen Bir İsim: Mandela...
Nelson Mandela 5 Aralık 2013 akşamı, 95 yaşında vefat etti.. Aylardır öldü-ölecek diye kaçınılmaz âqıbeti bekleniyordu.
O, Birinci Dünya Savaşı’nın son demlerinde, Güney Afrika’da bir kabile şefinin oğlu olarak dünyaya gelmiş ve siyahlara hiçbir insanlık hakkı tanınmadığı halde, o, bir kabile şefinin oğlu olması hasebiyle, mahallî dilde itibarlı bir lâkab olarak kabul edilen ‘Mabida’ diye anılmasının ötesinde, tahsil yapmak imkanı da bulmuştu. Ama, bu tahsil onu, mensubu olduğu siyah derili insanların dışlanmasına, aşağılanmasına seyirci durumda bırakmamış ve onların dertleriyle hemhal olmaya henüz ilk gençlik yıllarından itibaren başlamıştı.
O sırada, Güney Afrika’da belli başlı üç sosyal kitle vardı. Beyaz sömürgeciler, büyük kitle olan Siyahlar , bir de daha çok Hind alt-kıt’asından gelen ve Beyazlarla Siyahlar arasında orta yerde duran melezler..
Melezler daha çok da müslüman tâcirler ve müslümanlara aid şirketlerde çalışan işçilerden oluşuyordu. Ki, Mahatma Gandhi de, Dada Abdullah ve Ortakları ismindeki bir müslüman şirketinde vazife alan bir avukat idi ve orada, Beyaz azlık hâkimiyetinin sadece Siyahlara değil, melez’lere bile nasıl aşağılayıcı şekilde davrandığının örneklerini bizzat yaşadığı için, orada, büyük bir kitle olan Hindistan’lı yüzbinlerce hemşehrilerinin hukukunu aramak mücadelesine atılmış ve bu konuda kazandığı mücadele azmi ve usûlüyle, Hindistan’daki ingiliz emperyalizmine de karşı bir istiklal mücadelesi verilmesi fikrine bağlanmıştı, henüz 1895’lerde.. Yani, henüz Mandela’nın dünyaya gelmesinden 20 küsur yıl öncelerde.. Ve Gandhi, o mücadele yıllarında, Güney Afrika’daki müslümanlarla sıkı işbirliği yapmış ve hattâ mücadelelerini güçlendirmek için, müslümanların Kur’an meclislerine bile katılmış ve daha sonra bu uygulamanın verimli sonuçlarını Hindistan’ın istiklal / bağımsızlık mücadelesinde de sergilemeye dikkat göstermişti. (Bu bakımdan, Hind Başbakanı Manmohan Singh’in, Mandela’nın vefatı üzerine yayınladığı mesajında yer alan ‘İnsanlar arasından bir dev hayatını kaybetti. Bu, Güney Afrika'nın olduğu kadar Hindistan'ın da kaybıdır. Mandela, gerçek bir ’Gandhi’ci’ idi.’ sözlerinin mânâsı daha bir ilginçtir.)
Bu vesileyle, eserlerini Bengal dilinde vermiş olan ve 1940’larda vefat eden ünlü Hind şair ve filozofu Rabindranath Tagore’un, ‘Gora’ isimli romanında, ‘Eğer müslümanlar olmasaydı, biz Bengal köylüleri istiklal- bağımsızlık mefhumunun ne olduğunu bilemezdik, bu kavramı onlara borçluyuz..’ şeklindeki sözlerini de hatırlamak yerinde olacaktır.
Irkçılığa karşı mücadelede müslümanların rolü unutulmamalıdır!
Bu arada, Güney Afrika’daki Apartheid rejimine karşı verdiği çetin mücadeleler sırasında ağır işkenceler altında katledilen İmam Abdullah Harun’u da 1969 yılında öldürülüşünün -inşaallah şehadetinin- 44 yıl sonrasında rahmetle analım. (İmam Abdullah Harun, aslen Malezya’dan G. Afrika’ya gelmiş bir ’malay’ ailesinde1923 yılında Cape Town'da doğmuştu.
Harun, belirli eğitimlerden geçtikten sonra, bir taraftan imamlık yapıyor, diğer taraftan da ülkedeki müslümanların tek yayın organı olan Muslim News'in editörlüğünü yürütüyordu.
İmam Harun, 1961 yılında yürürlüğe giren Yeni Cumhuriyet Anayasası’nın siyah çoğunluğu yok saymasına karşı yükselen protesto mitinglerine minberlerden de destek veriyor, ırk ayrımı siyasetine şiddetle karşı çıkıyor ve Müslümanları üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye davet ediyordu.
Abdullah Harun, mücadelesinin amacını; "Bizim amacımız beyaz ırkı yok edip yerine siyah ırkı getirmek değildir. Maddeye dayanan bir ayaklanma hiç değildir. Bizim davamız Allah'ın hükümleriyle hükmetmeyen ırkçı-laik Güney Afrika Cumhuriyetine karşıdır. Müslüman olsun, Hıristiyan olsun, beyaz olsun, siyah olsun insanları sömürüden ve zulümden kurtarıp özgürlüklerine kavuşturmaktır. Biz ırkçı değiliz. Biz insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğuna inanırız. Ve her kim olursa olsun bu inancımızı kaim kılıncaya kadar mücadeleden geri durmayacağız." şeklinde ifade ediyor ve bu arada siyasî tutukluların yoksul ailelerine yardım edip, yaralarını sarmak için uğraşıyordu.
Nihayet, onu 1969 yılında tutukladılar ve 140 gün kadar süren ağır işkenceler 27 Eylûl 1969'da sona erdi. Çünkü, İmam Abdullah Harun işkenceler sonucu dünyaya vedâ etmişti.
Resmî makamlar Abdullah Harun'un kalb krizi geçirip düştüğünü ve öldüğünü iddia ettilerse de, otopsi raporu, bu iddiayı doğrulamıyor, ağır işkenceler altında can verdiğini ortaya koyuyordu. -B. Desai ve C. Marney tarafından yazılıp, ’İmamın Öldürülüşü’ adıyla Türkiye’de de yayınlanan eser, İmam Abdullah Harun’un mücadelesini anlatmaktadır.-
Mandela’nın şahsında sembolleşen mücadelede müslümanların derin etkisini de unutmamak için bu bilgileri zikrettikten sonra, Mandela tekrar konusuna dönebiliriz.)
*
Irkçılık bir anayasa hükmü halinde sergilenmişti..
Mandela, siyah insanları insan bile kabul etmeyen, onları insan şeklinde hayvanlar gibi gören Beyaz hâkimiyetinin zulmüne karşı mücadelesini verdikçe, siyah kitleler nazarında itibar ve güç kazanıyor ve dünyada ‘Apartheid rejimi’ olarak nitelenen Beyaz hâkimiyeti için de bir tehdid odağı oluşturuyordu.
1900’lerden beri zâten var olan ve Beyaz hâkimiyeti, 1958 yılında kanûnî bir kalıba da kavuşturulmuş ve apartheid sistemi 1961 yılında Yeni Cumhuriyet Anayasası olarak yürürlüğe resmen de konulmuştu. Buna göre, insanlar renklerine göre sınıflandırılıyor, yüzde 10’u bile bulmayan Beyazlar dışında kalan Siyahlar ikinci sınıf vatandaş olarak kabul ediliyor ve Siyahlar devlet’in sağlık ve eğitim hizmetlerinden Beyazlar’a göre daha az faydalanıyor, Siyahlar’ın siyasî örgütlenmelerine izin verilmiyordu.
‘Ayrımcılık’ mânâsına gelen ve daha çok ırk ayrımcılığı için kullanılan bir terim haline gelen Apartheid rejiminin bu ağır baskılarına karşı giderek daha bir şiddetli mücadele geliştiren Mandela, Afrika Nasyonal Kongresi isimli gizli örgütün lideri sıfatıyla 1962'de tutuklanmış ve ülkede hâkim olan sosyal düzeni ve rejimi devirmek için komplo kurmak ve sabotaj hareketlerine destek vermek suçlamasıyla ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı.
Mandela’nın savunmaları sırasında sık sık yükselttiği ve hem istiklal, hem de özgürlük mânâsına gelen ‘Amanda’ terimi ise, onun hemen bütün mücadele hayatını özetleyen ve milyonlarca Siyahî’nin ve dünyanın bütün özgürlükçülerinin dilinde, Mandela denilince akla gelen ve özgürlük manifestosunun şifresi gibi tekrarlanan bir selâmlaşma terimi haline dönüşmüştü, dünyada..
Mandela’nın zindanda geçen yılları uzadıkça, o, Siyah kitlelerin daha bir ümidi ve mücadele sembolü haline gelmekteydi. Bu uzuun yıllar, kanlı mücadeleler içinde geçti ve Siyah insanlar onbinler halinde katledildiler, ama, yıldırılamadılar.
Dünyadaki ağır baskılar karşısında, nihayet, 28 yıl sonra 1990’da hapishaneden çıkarıldı. Ve daha sonra da ülkedeki bütün insanların, siyah-beyaz ayırımı yapmadan katılabileceği serbest seçimler yapılması kabullenildi. Daha sonra Afrika Ulusal (National) Kongresi’ (ANC)’nin lideri olarak ilk defa bütün halkın katıldığı seçimlerde kazandı ve 1994'ten 1999'a kadar Güney Afrika Cumhuriyeti'nin ilk siyahî devlet başkanı seçildi.
Denilebilir ki, Mandela, asıl büyük liderliğini o dönemde gösterdi ve 100 yıla varan Beyaz hâkimiyetine karşı büyük Siyah kitlelerde biriken nefret ve kinin ters yönde bir katliâm ve intikama dönüşmemesi için bütün maharet ve dirayetini gösterdi ve kendisine bir Beyaz’ı Başkan Yardımcısı olarak seçti ve onu, kendi yetkilerine denk yetkilerle donattı.
Bu duruma başta Zulu kabilesi olmak üzere, nice siyah kesimler itiraz ettiler, silahlı çatışmalara bile müncer oldu bu ihtilaflar.. Ama, Mandela asla tâviz vermedi siyasetinden ve 5 sene sonra da, siyasetten çekildi.
*
Özellikle de Obama ve Muhammed Ali’nin sözleri önemli..
Mandela’nın vefatı üzerine dünyanın hemen her köşesinden siyasî liderlerce yayımlanan mesajların en ilginç olanlarından birisi, B. Amerika Başkanı Barack Hussein Obama’ya aid olanı.. Çünkü, Obama da, cedleri, 200 yıl öncelerde, Afrika’dan zencirlere vurularak birer hayvan gibi gemilere doldurulup Amerika’ya getirilen kölelerin torunlarından birisi.. Ve o, son 6 senedir, Amerikan Başkanlığını uhdesinde bulunduruyor. Bu özellikleri dolayısiyle, onun mesajı, diplomatik gereklilik icabı dile getirilmiş cümleler olmanın ötesinde daha başka mânâlar da taşıyor.
Şöyle diyordu, Obama ilginç mesajında:
‘Nelson Mandela'dan ilham alan milyonlarca insandan biri de benim. Dünyanın dört bir yanındaki birçok insan gibi ben de Nelson Mandela'nın koyduğu örnek olmadan hayatım nasıl olurdu, hayal edemiyorum. Yaşadığım müddetçe ondan öğrenmeye devam edeceğim. İlk siyasî eylemim, hayatımda politikaya dair yaptığı ilk şey Apartheid karşıtı bir protestoya katılmaktı. Mandela'nın söylediklerini ve yazdıklarını okudum. Hapishaneden çıktığı gün benim için insanın korkularının değil, umutlarının peşinden gittiğinde neler yapabileceğini hissettim.’
Yine, Amerika’daki Afrika kökenli Siyahîlerin önde gelen seçkin isimlerinden ve dünya müslümanlarının ilgisini onyıllar boyu çekmiş olan Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonu Muhammed Ali (müslüman olmadan önceki ismiyle, C. Clay) ise Mandela’nın vefatı üzerine yayımladığı mesajda, ’Onun ruhunun ve kalbinin asla ırkî veya ekonomik adaletsizlikler, nefret ve intikam gibi duygular içermemesi olduğu’na dikkati çekerek, “O bize büyük ölçüde affetmeyi öğretti, tüm kardeşlerimizin tüm renklerden geldiğini fark ettirdi” diyordu ve bu sözler abartmalı sayılmamalıdır, herhalde..
*
Fakir, Mandela’nın 20 sene öncelerde, İran’a yaptığı bir ziyaret sırasında, Tahran Üni. bahçesinde onbinlerce ‘Amanda!’ feryadlarıyla selâmlandığı sahneleri hatırlıyorum.
100 bin dolarlık Atatürk Ödülü’nün reddetmesinin mânâsı ne idi?
Mandela’nın, dünyada da etki yapan ve Türkiye’liler için de ayrı bir mânâ taşıyan bir tavrı 1992 yılında, kendisine verilmek istenen ‘Atatürk Ödülü’nü reddetmiş olmasıydı ve bu, son derece düşündürücü ve önemliydi.
Onun bu reddi, Türkiye’de az-biraz düşünme melekesini çalıştırabilen kemalistler için düşündürücü olmuş mudur, belirlenmesi zor.. Çünkü o dönemde, Türkiye’nin en yüksek tirajlı gazetesi olan malûm yayın organı, o zamanlardaki ve daha sonraki 20 yıl kadar sürecek bir dönemde Genel Yy. Md. olan E. Özkök’ün uslûb ve yöntemine çok da uygun bir şekilde ve de kitlelerin düşünmesini engellemek için, her zaman yaptığı gibi, basit bir karalama yöntemini tercih etmiş ve kocaman harflerle, ‘Çirkin Afrikalı’ manşetini çekmişti.. Halbuki, ‘Çirkin Afrikalı’ dediklerinin, Türkiye rejimi tarafından kendisine verilmek istenen 100 bin dolarlık bir maddî değeri de reddeden bir insan olduğunu düşün(dürt)mesi gerekirdi..
Evet, Mandela 1992 yılında S. Demirel Hükûmeti’nin kendisine vermeyi kararlaştırdığı ‘Atatürk Barış Ödülü’nü kabul etmemişti. Bu reddin sebebini irdeleyenlerden kimisi, TC. rejiminin, kürd etnisitesine kemalist- türkçü rejimin uyguladığı baskıya bağlıyordu; kimileri, ermeni katliâmı iddialarında dahlinin olduğu iddialarına; kimileri de M. Kemal’in faşist bir lider olduğu gerekçesine..
Ama, bu ödül sonra kime mi verildi?
Amerikan yahudisi bir tarihçisi olan Prof. Bernard Lewiss’e..
Çünkü o günlerde, İsrail- Türkiye ilişkilerinin daha da güçlendirilmesi çabalarına daha bir destekler gerekiyordu. Bunun için, Bernard Lewiss, ermeni soykırım iddialarının tarihî açıdan teyid edilecek güçte bir iddia olmadığı yolunda bir makale yayımlamıştı.
Öyleyse, havada kalan o ödül Lewiss’e verilmeliydi ve öyle de oldu.
Nitekim, Turgut Özal’ın vefatı üzerine C. Başkanlığı’na getirilen Demirel meseleyi takib etmiş ve Lewiss’i bizzat davet edip görüşerek ödülünü vermişti. Şimdi ise, İsrail rejimi, ilişkileri oldukça soğuk olan Türkiye’yi, ‘Ermeni Soykırımı suçlamalarına biz katılırız..’ diye tehdid ediyor.
Nelson Mandela, ‘Çirkin Afrikalı’ değil; siyahî yüzmilyonlar başta olmak üzere, insan hak ve haysiyetine, özgürlüğüne saygı gösteren her insan nezdinde, şerefli bir mücadele adamı idi.
Toprağı bol olsun..
*
YAZIYA YORUM KAT