“Ama Mursi ve İhvan’ın Hataları Vardı!” Yorumları Yapan Zavallılar
Ordu, sivil halkın ve siyasetçilerin üzerinden silindir gibi geçerken, devireni değil de devrileni eleştirmek, en hafif ifadeyle zulmü alkışlamak ve zalimin sırtını sıvazlamaktır.
Taha Kılınç, Yeni Şafak gazetesindeki yazısında Şehid Muhammed Mursi’ye “Mursi’nin Hataları Vardı!” türünden kelimelerle başlayan eleştirilerin zavallılığını ortaya koyuyor:
Mursi’nin vefatına gösterilen negatif reaksiyonları ise ikiye ayırmak icap ediyor: 1) Tamamen sükut edenler ve bilinçli bir suskunlukla, Mursi’yi kendilerince mahkûm etmeye çalışıp yok sayanlar, 2) Büyük bir kin ve öfkeyle Mursi’nin hatalarını sıralayıp, adeta “Ölmeyi hak etmişti” demeye getirenler, hatta bunu açıkça söyleyenler…
Birinci grupta, 3 Temmuz 2013’te Muhammed Mursi’nin iktidardan ve cumhurbaşkanlığı koltuğundan uzaklaştırıldığı askerî darbeyi destekleyen ülkeler ve avaneleri bulunuyor. Tamamen askerin kontrolündeki Mısır basınının Mursi’yi nasıl yok saydığı zaten malum. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Umman ve bilumum Arap yönetimleri, sanki Mursi diye biri hiç yaşamamış edalarına büründüler. Tüm bu ülkeler ve peşlerine takılan iktidarlar (örneğin Filistin yönetimi, Mursi için taziye merasimlerini bile engelledi), Müslüman Kardeşler Teşkilâtı’nı (İhvân) şeytanlaştırmak için yıllardır ellerinden geleni zaten yapıyordu. Basın-yayın organlarından sürekli “İhvân’ın kötülükleri”ne maruz kalan kitlelerin, zaman içinde İhvân’ın gerçek kimliği ve yapısına dair merak ve ilgilerini yitirdiklerini, medyanın kendilerine sunduğu tabloyu bilinçsizce benimsediklerini söylemek mümkün. Bu ülkelerde İhvân aynı zamanda “terör örgütü” statüsünde olduğu için, cesur bir şekilde ortaya çıkmak da haliyle çok kolay değil.
İlginçtir, Muhammed Mursi’nin idamını sükutla karşılayan ülkelerden biri de İran oldu. Ne Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney’den, ne Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’den, ne de diğer üst düzey yetkililerden herhangi bir açıklama veya taziye mesajı geldi. İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, yaptığı kısacık duyuruda Mursi’nin ailesine ve Mısır halkına başsağlığı diledi, o kadar.
İran’ın böyle bir tavır sergilemesinin nedeni, hiç şüphesiz ki Muhammed Mursi’nin Suriye rejimine olan mesafesiydi. Olayların başlangıcından itibaren Suriye halkının yanında yer alan Mursi, cumhurbaşkanlığı süresince de sivillerin üzerine kurşun yağdıran Beşşar Esed rejimine hep eleştirel yaklaştı ve bunu çekinmeden ifade etti. İran açısından, Mursi’nin ve İhvân iktidarının ortadan kaldırılması, sadece Suriye meselesi bağlamında değil, Arap dünyasındaki en güçlü ve dişli iktidar adayının devrilmesi noktasında da önemliydi. Halkın gönülden desteklediği sivil, başarılı ve muteber bir İhvân iktidarı, İran’ın yayılmacı bölgesel perspektifi yönünden elbette en olumsuz senaryoydu.
Muhammed Mursi’ye “ölmeyi hak etmişti” şeklinde reaksiyon gösteren ikinci grup ise, onun hatalarını tekrarlarken hem iktidarı sırasında attığı bazı adımları öne çıkardı, hem de Körfez basınının uydurduğu iftira ve ithamlara balıklama daldı. İdeolojik gerekçelerle İhvân’a karşı olanlardan İran çizgisinde düşünenlere, düpedüz İslâm düşmanlarından cahil halk yığınlarına kadar geniş bir yelpazeyi içeren bu güruhun ortak özelliği, paylaştıkları şeylerin aslını araştırma noktasındaki isteksizlikleri ve meraksızlıklarıydı. Kafalarındaki ezberlerle mutluydular ve önyargılarının kırılmasından da ölesiye korkuyorlardı.
“Mursi, Amerika’nın adamıydı” (İhvân’ı ABD’nin yetiştirdiğini ve Mısır’da iktidara getirdiğini savundular), “Mursi döneminde, Mısır Meclisi, ölmüş kadınlarla ilişkiye onay veren karar çıkardı” (kıymetli okurlarımdan bu ayrıntı için özür diliyorum. Böyle bir durum ne gündeme geldi ne de meclisten konuşulup karara bağlandı. Suudi basını bu iftirayı uydurdu ve dünyaya servis etti), “Mursi, İsrail’le müttefikti” (Suriye’de mazlumların üzerine kurşun yağdırılmasını eleştirdiği için bu sıfatı yapıştırdılar), “Mursi, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e ‘dostum’ demişti” (Mursi’nin, Tel Aviv’e gönderilen Mısır büyükelçisinin elindeki diplomatik mektupta yazan resmî hitap ifadesinden bu sonucu çıkardılar) ve daha birçok şey… Mursi’nin vefatından sonra bu ve benzeri cümleleri dillerine dolayanlardan, Mısır’ı bu hale getiren askerî cunta ve destekçilerine yönelik hiçbir eleştiri duymamamız tabii ki tesadüf değildi. Kısacık iktidarı sırasında, devlet aygıtlarının kontrolünün Mursi’nin elinde olmadığı, ordunun ve istihbaratın kendisinin aleyhine çalıştığı, istihbarat şeflerinin Cumhurbaşkanı Mursi’den bilgi gizlediği ve onu yanlış yönlendirdiği, komutanların ABD ve İsrail’le Mursi’yi devirmek üzere müzakerelere giriştikleri gibi somut gerçekler de artık ortaya çıkmış olmasına rağmen…
(Mursi’ye verip veriştirenler içinde en komik grubu ise, “Mursi, müşrik bir demokrattı” diyen bazı Selefîler teşkil etti. Sayıları az olsa da, kendilerinden emin bir şekilde sergiledikleri tavır, ibretlikti. Üstelik, Mısır’da Selefî Nur Partisi’nin darbeye açık desteğini de unutmuş görünüyorlardı.)
Mursi’nin hiç mi hatası yoktu? Elbette vardı. Her insan gibi, hepimiz gibi... 1954’te asker tarafından yasaklanan, düşman ilân edilen ve mensupları sürekli kovuşturmaya uğrayan bir siyasî hareket, 2011’de iktidarı aniden kucağında bulunca, elbette bazı tecrübesizlikler ve acemilikler yaşayacaktı, bundan daha normal ne olabilir?
Ama Mursi’nin hiçbir hatası, askerî darbeyle devrilecek kadar büyük ve önemli değildi. Şu da var: Ordu, sivil halkın ve siyasetçilerin üzerinden silindir gibi geçerken, devireni değil de devrileni eleştirmek, en hafif ifadeyle zulmü alkışlamak ve zalimin sırtını sıvazlamaktır.
HABERE YORUM KAT