“Altunizade” tabelasının ardında güzel bir insan hikayesi var
Artık Altunizade’den her geçişimde sadece altın kalpli merhum İsmail Zühtü Paşa’yı değil, onun manevi çocukları Y. Hocayı ve onun oğlunu da hatırlıyorum.
Son dönemde belirli odaklar tarafından provokasyon, yalan ve iftiralarla köpürtülmeye çalışılan ırkçılık karşısında Bekir Berat Özipek’in hurfikirler.com sitesine yazdığı makale ile geçmişimizden verdiği bir örnek ile bu karanlık kişiliklere rağmen insanlığı sürdürmek için mücadele edecek kişilerin de hep varolacağını gösteriyor:
Bu sözün, geçmişte siyahların hakkını savunanlara karşı söylenen “zencileri çok seviyorsanız evinizde besleyin” şeklindeki kalıbın tekrarı olduğunu bilmeden.
Belki de kimsenin evini paylaşacak kadar erdemli olacağına ihtimal vermiyor onlar. Muhtemelen kendilerinden hareketle başka insanları anlamaya çalışma hatasına düşüyorlar. Oysa mülteciye, muhacire, sığınmacıya, göçmene gönlünü ve evini açan insanlar hep var oldular ve bugün de yaşıyorlar.
Bu yazı, geçmişte ve günümüzde bunu yapanlar ve yapmayanlarla, evine alanlarla ve almayanlarla, babalar ve oğullarla ilgili; aynı zamanı birbiriyle paylaşsa da birbirine benzemeyen insanlarla; geçmişten günümüze değişmeyen iki insani durumla ilgili.
Sürekli içinden geçtiğim semte ismini veren güzel bir insanın hikayesini öğrendim geçenlerde: Altunizade İsmail Zühtü Paşa’nın hikayesini. Prof. Tufan Buzpınar ile sohbet ederken söz bir şekilde ona geldi. Dinleyince merak edip onunla ilgili bir makalesini okudum, sonra başka kaynaklara baktım ve bu güzel insanın hikayesini sizlerle de paylaşmak istedim.
Trafikteki “Altunizade” tabelasının ardındaki güzel bir insanın hikayesini. Altunizade’ye ismini veren İsmail Zühtü Paşa’nın hikayesini.
Ama sadece onun değil. İsmail Zühtü Paşa’dan söz ederken varlığından haberdar olduğum, birkaç yıl önce vefat eden başka bir güzel insanın ve oğlunun da hikayesini. Platon’un “yaratılışta mayasına altın katılanlar” dediği, aslında bir tercih yaparak iyi olmayı seçen ve bu “fani mülkünü” terk ettiğinde de iyilikle anılan insanlarını…
Bundan sonrasını Tufan Buzpınar’ın “Altunizâde Ailesi” başlıklı makalesinden özetliyorum.1
İstanbul’da 1806’da tüccar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası Hacı Ali Efendi, “altın varakçılar kethüdası”dır; yani o meslek mensuplarını kamusal olarak temsil eden kişi.
İsmail Zühdü, Fatih medresesinde tahsil gördükten sonra hattatlık eğitimi alır. Daha sonra Enderun mektebine girer, orada mimarlık eğitimine devam eder. 1827’den itibaren babasının yanında çalışmaya başlar ve 1829’da babasının vefatıyla işin başına geçer. Sultan II. Mahmut kendisine babasının mesleğinden dolayı “Altunizâde” diye hitap eder ve bu tarihten itibaren adı Altunizâde olarak kalır.
Cömert, hayırsever ve “bir asâlet ve necâbet timsali” olarak tanımlanır.
Cami, kız ve erkek öğrencilerin okuyabileceği okul, dükkanlar, çeşme, fırın ve hamam yaptırır.
“Osmanlı-Rus Savaşı”nda (1877–78) ülkenin en büyük toprak kaybına uğradığı zor bir zamanda bir grup gönüllüyü tüm masrafını karşılayıp silahlandırarak orduya bir tabur askerle destek verir. Bu katkısından dolayı kendisine “2. rütbeden nişan-ı âli-i Osmanî” verilir.
1873-74’te bugün Çin işgali altındaki Doğu Türkistan’ın Kaşgar Emiri Yakup Han’ın talebi üzerine Kaşgar’da bir yer satın alıp, İstanbul’dan kitaplar göndererek, orada bir kütüphane inşa ettirir.
1875 de kiliseye çevrilen Eğriboz Kalesi’ndeki Bayraktar Mustafa Paşa Camii’nin değerli minber kapısı onun oluşturduğu gönüllü taburlar tarafından Yunanistan’dan getirilerek Altunizâde Camii’nin son cemaat mahalline yerleştirilir.
Altunizade İsmail Zühdü Paşa Konağı (1989)
Ayrıca savaş sırasında ve sonrasında İstanbul’a gelen on binlerce mültecinin ikameti, yiyecek ve giyecek temini gibi çok önemli bir meselenin halledilmesinde büyük fedakârlıklarla yardımda bulunur. Şehzadebaşı’ndaki 30 odalı konağını mültecilere verir ve Altunizâde’deki köşkünde daimi ikamete başlar. Bu köşk yazlık olmasına ve dolayısıyla ısıtması zor olmasına; kendisi gibi yaşlı ve rahatsız bir insan için orada yaşamak hiç de kolay olmamasına rağmen…
Bulgaristan’ın Eski Zağra bölgesinden gelen muhacirleri Karamürsel’de gelirleri Altunizâde Camii için vakfedilmiş olan çiftliğine yerleştirir ve ölünceye kadar bütün masraflarını karşılar. Muhacirlerin dertleriyle bu denli hemdert olan İsmail Zühdü Paşa, meseleyle ilgili olarak kurulmuş olan “İâne-i Muhacirin Encümeni” başkanı olarak görev yapar.
Sultan İkinci Abdülhamid kendisine üç dört defa sadrazamlık teklif eder ama o “Devlet adamı olmak için gereken liyakatten mahrumum!..” diyerek kabul etmez. “Devletten kabul ettiği tek şey A’yan âzâlığı ile vezirlik pâyesi, sivil paşalık unvanı idi… Nur içinde yatsın…” der onun için Reşat Ekrem Koçu.
İsmail Zühdü Paşa iki kez evlenir ama ikisinde de çocuğu olmaz. Ablasının oğlunu evlat edinir.
Hayatının son yıllarını hastalıklarla geçirir ve 1888’de gözlerini yumar.
“Cenazesine katılan cemaatin dağılımı da dikkate alındığında, İsmail Zühdü Paşa’nın sağlığında da devletin en üst makamını işgal eden padişahtan, zamanın ulema, ümera ve meşayihine, mahallenin varlıklı sakinlerinden kimsesiz fakirlerine kadar her kesimin teveccühünü kazanmayı başarmış güzide bir isim olduğu görülür” diyor makale.
Ölümünden hemen sonra evlatlığı muhacirleri evden çıkarır
İstanbul güzel bir insanı, muhacirler dostlarını kaybeder. Çünkü evlatlığı babasının duyarlılığını paylaşmaz.
İsmail Paşa’nın vefatının üzerinden bir yıl bile geçmeden Karamürsel Altunizâde çiftliğine yerleştirilen muhacirlerin buralardan çıkarılmaları için girişimler başlatır ve devletin müdahalesiyle onları tahliye ettirir.
Bugünün Altunizade İsmail Zühtü Paşaları: Gönlünü ve evini yeni muhacirlere açanlar
Bu yazı burada bitebilirdi. Altunizade’den haberdar olduğumun hemen ertesinde, Sarıyer’deki Karadeniz Stratejik Araştırmalar Merkezi’ne Prof. Zekeriya Kurşun ile gitmeseydim. Yolda İsmail Zühtü Paşa ile ilgili öğrendiklerimi heyecanla ona anlattığımda, o da evini Suriyeli sığınmacılara açan kendi akrabasının hikayesini anlatmasaydı.
Bu da başka bir güzel insanın hikayesi. Tek fark, bu kez babayla beraber oğlunun da onun kadar erdemli bir tutum göstermesi. Zekeriya Hoca’nın anlattıklarını yer ve kişi isimlerini çıkararak paylaşıyorum:
Suriye’de olaylar başlayınca, hali vakti yerinde restoran işletmeciliği yaparken her şeyine el konulan S. Usta, ailesiyle birlikte Türkiye’ye gelir. Kalacak ev ararken camide karşılaştığı emekli imam Y. Hoca onunla ilgilenir ve kendisini ailesi ile birlikte evine davet ederek, evinin çatı katına yerleştirir.
Çatı katının gelen gideni çok olur. Hemşerileri önce onun küçücük evine misafir olur, çözüm üretildikten sonra ayrılırlar. S. Usta o evde çocuğunu üniversiteye gönderir, kızını evlendirir.
Yakın zaman önce Y. Hoca vefat eder. Suriyeli aileyle uyumlu ve genel olarak iyi geçiniyor olmalarına rağmen medyanın etkisi ve münferit hadiselerle bir kısım mahalleli gözünü onlara çevirir. Ne de olsa hamileri vefat etmiştir; varisleri onları oradan çıkarmalı ve mahalle Suriyelilerden kurtulmalıdır.
Ancak bu kez oğul da babasının izindedir. Ailenin endişeli olduğunu fark eden hocanın oğlu, S. Ustayı davet ederek şöyle der: “Duyduklarınız benim de kulağıma geliyor. Ama endişe etmeyin ve bilin ki bu sözlerden hiçbiri benden kaynaklanmıyor. Ben babamdan binayla birlikte misafirliğinizi de miras aldım. Bu yüzden bu binada istediğiniz kadar kalabilirsiniz.”
İsmail Zühtü Paşa’nın duyarlılığı 140 yıl sonra da yaşamaya devam ediyor. Y. Hoca’da ve onunla aynı duyarlılığı taşıyan bir babada ve oğlunda…
Artık Altunizade’den her geçişimde sadece altın kalpli merhum İsmail Zühtü Paşa’yı değil, onun manevi çocukları Y. Hocayı ve onun oğlunu da hatırlıyorum.
“Ne ismi zahir idi ne sıfatı / Ne ilmi bilinürdi ne hayatı”2
Bazıları çocuğu olmayanları anacak kimsenin kalmayacağını zanneder. Belki de bu yüzden “Adem’den bu yana tüm ölmüşlere, nesli kesilmişlere…” derler, duayı armağan ederken.
Oysa insanı iyilikle anacak ve onun ruhunu şad edecek olanlar biyolojik çocuklar değildir. Hatta onlar anmaz çoğu kez. Ya da üç-beş kişidir ananlar, ikinci-üçüncü kuşaktan sonra o da kalmaz genellikle. Kendi “sülbüyle” anılmak isteyenler, bir süre sonra, sanki bu dünyaya hiç gelmemiş, hiç yaşamamış gibi olurlar.
Asıl önemli olan yüzlerce yılın ardından bile olsa onları anlayacak ve sevecek çocuklara sahip olmaktır; ki bu da herkese nasip olmaz. Oysa asıl evlat, asıl zenginlik budur ve nesli hiç kesilmeyecek olanlar da onlardır.
Tıpkı Zühtü Paşa gibi… Tıpkı Y. Hoca gibi… Onun babasıyla aynı duyarlılığı taşıyan vefalı oğlu gibi…
Altunizade İsmail Zühtü Paşa ile ilgili özetlediğim makalenin son cümlesiyle tamamlayayım, Y. Hoca’yı da katarak; bu iki güzel insan için birlikte söyleyerek: Ruhunuz şad olsun.
Dipnotlar:
1- Tufan Şit Buzpınar, “Altunizâde Ailesi,” Üsküdar Sempozyumu IV, 3-5 Kasım 2006, Bildiriler, Cilt II, ss. 485-506. http://isamveri.org/pdfdrg/D171671/2007/2007_BUZPINART.pdf
2- İsmail Zühtü Paşa’nın ismi bilinen ilk atası olduğu rivayet edilen ve Bayramiyye-Şemsiyye tarikatından 15. Yüzyıl sufi şairi İbrâhim Tennûrî’nin “Münacat-ı İbrahim” başlıklı şiirinden. Mustafa Demirel, İbrahim Tennuri’nin Gülzar-ı Ma’nevi’si ve Dil Özellikleri,” Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 158, Ekim 2005, ss. 217-238.
HABERE YORUM KAT