Altan Tan'la ufuk turu
Altan Tan, Kürt meselesiyle ilgili bir televizyon programında Sezai Karakoç'un “Dicle-Fırat Federasyonu” (Türkiye, Suriye ve Irak arasında birlik) projesini bir çözüm önerisi olarak dile getirince, “Nihayet şu tartışmalarda sadede gelen bir adam çıktı!” diye düşünmüştüm.
Türk'ün de Kürt'ün de Arap'ın da maddi selameti böyle bir birliğin kurulmasına (daha geniş bir birlik için böyle bir nüvenin oluşturulmasına) bakıyor. Saflar sıklaştırılmalı, güçler birleştirilmeli ki emperyalistlere manevra alanı kalmasın; insanların canları, haysiyetleri ve malları emniyette olsun; bölge halkları barış ve huzur içinde beraberce kalkınsın. Birlik esas, etnik kimlikler 'teferruat' olsun bu ortak devlette. Ama 'teferruat'a da gereken ehemmiyet verilsin. Mesela Kürt'ün adıyla sanıyla -ve resmen- Kürt diye anılmasında bir beis görülmesin. Cenab-ı Hakk'ın ayetleri olan ırk ve dil farklılıkları bastırılmaya çalışılmasın, çokluk içinde birliğin izi sürülsün. 'Teferruat'a gereken ehemmiyet verilmezse, 'teferruat'ın icapları yerine getirilmezse, 'teferruat' görmezden gelinip yok sayılırsa ne olur? O zaman 'teferruat' öyle büyür, öyle büyür, öyle büyür ki esası gölgeler. Mesela, yaradılıştan gelen özelliklerinin bastırılmaya çalışılmasına isyan eden Kürt, derdine çare sunmayan birlik-beraberlik söylemlerini adaletsizliğin bekasına hizmet eden propagandalar olarak görür ve itici bulur. Adalet yoksa birliğin sahiciliği de yoktur.
Altan Tan diyordum… Abant Platformu'nun Kürt meselesiyle ilgili konferansında yaptığı konuşma da sürur verdi. Ortadoğu denilen coğrafyayı bir bütün olarak gördüğünü, bu coğrafyaya ulus devletleri ve sınırları yakıştıramadığını ifade etti o konuşmada. Yeniden bütünleşmenin gereğine işaret etti. İlk aşamada Irak Kürt Federe Devleti ile her alanda bütünleşmeyi önerdi. Irak, İran, Suriye ve Azerbaycan -ayrıca Gürcistan ve Ermenistan- ile yeni ticari sınır kapılarının açılmasını ve gümrüklerin/vizelerin kaldırılmasını istedi. Irak Kürtlerinden farklı olarak nüfuslarının kahir ekseriyeti kendi bölgelerinin dışında yaşayan ve Türklerle içli-dışlı olan Türkiye Kürtleri için bağımsız yahut federe bir Kürt devleti talebinin uygun olmayacağını, adalete dayalı bir “birlikte yaşama projesi”nin hayata geçirilmesi gerektiğini söyledi.
Dedi ki:
“Birlikte yaşamanın geçmişteki bin yıllık başarılı deneyimi -son Cumhuriyet dönemi hariç- tarihi referansımızdır. İslam dini çok önemli bir paydadır. Eğer son 30 yıllık süreçte yaşanan olaylarda 40 bin kişi hayatını kaybetmesine rağmen haklar arasında kin ve nefret duyguları boy vermemişse, bunu sağlayan en önemli faktör Kürtler ve Türkler arasındaki dini birlikteliktir. Fakat hemen belirtmek gerekir ki, 1923 sonrası hakim kılınan inkâr, baskı ve asimilasyon anlayışının (mevcut statükonun) devam etmesi imkân dışıdır. Birlikte yaşama iradesinin yeni bir toplumsal sözleşmeyle tescil edilerek yenilenmesi gerekmektedir.”
Tan'ın bu konudaki bazı önerileri:
“Yeni sivil ve demokratik anayasa hazırlanmalıdır. Bu anayasada Türkiye'nin sınırları ve bayrağı muhafaza edilmeli, remi dil Türkçe olarak kalmalı, fakat anayasadaki 'Herkes Türk'tür' ibaresi değiştirilerek vatandaşlık tanımı yenilenmelidir. Ya Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ibaresi kullanılmalı veya vatandaşlık tanımı yapılmamalıdır.”
“Din, mezhep, etnisite, dil ve benzeri her tür farklılıkların varlıklarını ve kültürlerini yaşatma ve ifade etme hakları anayasal teminat altına alınmalıdır.”
“Kürtçe anadille eğitimin önü açılmalıdır.”
“Süre ile sınırlı tutulan Kürtçe yayınlar özel radyo ve tv'lerde süresiz olarak serbest bırakılmalıdır.”
“İsimleri değiştirilen tüm coğrafi birimlerin orijinal isimleri iade edilmelidir.”
“Yaraların sarılması için genel bir siyasi af ilan edilmelidir. Ancak affın hiçbir siyasi ve ekonomik iyileştirme yapılmadan ele alınması çözüm getirmeyecek, bundan evvelki 'eve dönüş' yasalarında olduğu gibi sonuç alınamayacaktır. Dağa gidenin evden niye gittiği iyi tespit edilmeli, evdeki şartlar düzeltilmeden eve dönüşün de mümkün olmayacağı anlaşılmalıdır. 12 Eylül darbesinde Diyarbakır Cezaevi”ndeki insanlık dışı vahşeti yaşayanlar tüm demokratik kanallar kapalı olduğundan onurlarını dağda aramak yoluna itilmişlerdir.”
“PKK”nın doğurtulduğu yer olan, insanlık tarihinin en vahşi işkencelerinin uygulandığı Diyarbakır Cezaevi kapatılarak müze haline getirilmelidir.”
Bunları bir halletsek, bizi siyam balıkları gibi birbirimize kırdıran şu akvaryumdan çıkıp uzak denizlere açılmamız işten bile olmayacak.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT