Allah'ın ipine sarılın, bölünüp parçalanmayın!
Âli İmran Suresi 103, 104
- وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَمٖيعاً وَلَا تَفَرَّقُواࣕ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِهٖٓ اِخْوَاناًۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاؕ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِهٖ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
- وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِؕ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
‘’Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki hidayeti bulasınız. İçinizden hayra çağıran, marufu emredip münkerden nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte onlar felaha erenlerdir’’
“Allah’ın ipi”nden maksat, Kur’an ve İslâm’dır. “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışmak”; hep birlikte Kur’an’ın ahkâmına, ahlakına inanmayı, İslam’ın gereklerini yerine getirmeyi ifade eder. “O’nun (Allah’ın) nimeti sayesinde kardeş oldunuz” cümlesi, İslâm’ın ön gördüğü tevhid, adalet, merhamet, ahlak, ümmet dayanışması sayesinde kardeş oldunuz anlamlarını işaret etmektedir.
Yahudilerin ve Hristiyanların fırkalara bölündüğünü anlatan bir rivayette şunlar ifade edilir; “Cennete girecek olan grup hangisidir sorusuna Rasulullah (sav): “Cemaattir” cevabını verdi. Sonra “Hepiniz toptan Allah’ın ipine sarılın” ayetini okudu. (Taberî, Tefsir, 3/378. İbni Atıyye, El-Muharreru’l-Vecîz, s: 338) Çoğu müfessirlere göre ‘hablullah-Allah’ın ipi’ Kur’an’dır. (Taberî, Tefsir, 3/378. İbni Atıyye, el-Muharreru’l-Vecîz, S: 338. Suyutî, Itkan fi-Ulumu’l-Kur’an, 1/179) Ebu Said el-Hudrî’den gelen bir hadise göre Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Allah’ın Kitabı, gökten yere doğru asılan Allah’ın ipidir...”(Darimî, Fedâilu’l-Kur’an/1 no: 3318 ve 3320)
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız, sakın ayrılığa düşmeyiniz.”
Evs ve Hazreç kardeş olmuştu. Aralarında husumete yol açan kişisel kabilevi ihtilafları aşar olmuşlar, ihtiraslara dayanan duygularının şeytanın iğvası olduğunu idrak etmişler, buğzu nefreti terk etmişlerdi. İslam kardeşliği asabiyenin ve her türlü cahiliyenin üzerinde galip gelmişti. Yahudilerin tahrikleri veya husumetler artık onların uzağına düşer olmuştu.
İbni İshak bu ayetle ilgili şu bilgileri aktarmıştır; ‘’Yahudilerden birisi; Evs ve Hazreç arasında geçmişteki kahramanlık günlerini hatırlatarak onları tahrike yönelir. Toplulukta bulunanların hamiyet duygusu depreşir. Neredeyse kavga etmek üzere gelirler. Durum Rasulullah’a haber verilince yanlarına gelerek; “Ey Müslüman topluluğu! Allah’tan korkun! Ben sizin içinizdeyken yoksa cahiliye dönemindeki gibi savaşacak mısınız? Oysa Allah sizi İslâm’a ulaştırmış, İslam’la onurlandırmış, aranızdaki sizleri cahiliye âdetlerini kesip atmış, küfürden kurtarmış, kalplerinizi birbirinize karşı yumuşatmışken eski cahiliye dönemlerinize mi dönmek istiyorsunuz?” diye sitem eder ve arkasından bu ayet-i kerimeyi okur. Bunun üzerine her iki taraf pişman olurlar, birbirlerine sarılarak bir daha birbirlerine karşı durmamak üzere tövbe ederler. İşte Allah da onlardan hoşnut olmuştur’’ (Suyuti, Durru’I-Mensur Ali İmran 103 Tefsiri, İbni İshak, İbni Cerir)
Tefrika çok çeşitli olabiliyor. Fitne bazen tarihte yaşanan asabiye konularında, kişisel ihtilaflarda ya da karşılıklı görüş ayrılıklarında sonu gelmez ihtilaflar olarak derinleşebiliyor. Kaldı ki bu gün daha sistematik bir cahiliye ile karşı karşıyayız. Irkçılık, ulusçuluk, devlet ittifakları gibi konular karışık kafaları ikna edecek tarzda güçlü tezlere sahipler. Sosyal siyasal ideolojik zeminlerde tartışılan veya kabul gören kavramlar ve kullanılan dil de aynı oranda ikna edici tezlere sahipler. Yine ilahiyat konuları olarak tartışılan İslam’ın inanç esasları, hükümleri veya ahlaki konularda da aynı şekilde yaklaşım çeşitliliği yaygınlaşmış durumda. Öne sürülen fikirler, yapılan tartışmalar; İslami bir kaygıya sahip olmayan ya da modern seküler yaklaşımlardan bir hayli etkilenmiş muhafazakâr zihinlerde karışıklıklara yol açabilmektedir. Bir örnek verelim: Müslüman çevrelerde zalim denildiğinde geçmişte anlatılan zalimler, tuğyan sistemleri konusunda pek problem yaşanmıyor. Firavun, Ebu Cehil net olarak biliniyor. Ama günümüz Müslümanı ölçüyü bu güne aktarma konusunda problem yaşıyor. Hakla batılı birbirinden ayırmak konusu zihninde bulanıklaşıyor. Doğunun ve batının zalimleri arasında ayrım yapıyor. Zalim işgalci katil ABD’ye düşman derken bir diğer zalim işgalci katil Rusya’ya müttefik diyor. Nedense sempatiyle yaklaşılan diğer zalimin İslam ümmetine verdiği hasar ya görünmüyor ya da zulmün ve katliamın üzeri siyasal gerekçelerle örtülmeye çalışılıyor.
Modern dünyanın kültürel ve sosyal münasebetleri yönlendirme etkisi -çok genelleme yapmayalım ama- bazı Müslüman akılları epey kendine benzetmiş durumda ne yazık ki. Dün sahabe arasında cahiliyenin depreşmesi olarak yaşananlar bu gün ümmet meselelerinde kılık değiştirmiş ihtilaflar olarak zuhur ediyorlar adeta. Örneklerini çoğaltabileceğimiz bunun gibi örnekler net olarak tefrika konusu içine girerler. Ve bu yaşananlar İslam ahlakını, ahkâmını, helalleri ve haramları doğrudan ilgilendirirler. Kuran’ın inzal dönemine tekrar dönelim; sahabe yaşananlarla ilgili ölçüler içeren ayeti duyduğunda derhal konumunu gözden geçirdi ve nefsini ıslaha yöneldi. Yine Allah Resulü’ nün (sav) kendilerine hak ve adaletle müdahalesi karşısında hemen hatasından döndü. Güçlü bir ıslah iradesi sergiledi. Allah’ın mağfiretine sığındı, affını diledi ve kardeşleri için dua etti.
‘’Allah ve resulü herhangi bir konuda hüküm verdiklerinde artık mümin bir erkek veya kadın için işlerinde tercih hakları yoktur’’ (Ahzab / 36)
Dün veya bugün yaşananlar hak ve batıl ilişkilendirmesinden asla bigâne değildirler. Hayat en ince ayrıntısına kadar İslam’ın yaşam alanıdır. İslam hayata müdahale için inmiş bir dindir.
‘’Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak üzere kuluna apaçık ayetleri indiren O’dur’’ (Hadid / 9)
Dün sahabe kinden, kabileci arzulardan, şahsi menfaat ve egoizmden, şahsi veya hizbi yorumlardan uzaklaşıp aklını, basiretini ve kalbini İslam’a açtığında Allah’ın rahmetine ve yardımına mazhar oldu. Büyük başarılara imza attı. Allah rızası dışında bir yaklaşım veya eyleme yöneldiğinde ise bunun bedeli hem kendine hem ümmete çok ağır oldu. Kimi ayetler işte bu yaşananlar karşısında nazil olmuştur. Allah yolunda uhuvvetten, O’nun rızasını uman ahlaktan başka hiçbir güç dün de bu gün de Müminlerin kalplerini yatıştıramazdı. Kalpler ancak Allah Teâlâ’ya yönelen kulluk istikametinde kaynaşır.
“Allah’ın size bağışladığı nimeti hatırlayınız. Hani bir zamanlar düşman olduğunuz halde o kalplerinizi uzlaştırdı da O’nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Hani siz bir ateş kuyusunun tam kenarında iken O sizi oraya düşmekten kurtardı.” (Ali İmran / 103)
Kalpler Allah’a verdikleri misakta buluştular. Sorumluluk bilincini kavradılar. Müslüman ümmet olmayı idrak ettiler. Nefislerin, ihtirasların üzerindeki Allah rızasını, ilahi hükümlerin hikmetlerini kavradılar. Dünyevi hesapları, ulusal çıkarları Allah için terk ettiler. Siyasal, sosyal, ahlaki konularda nefislerinin, hiziplerinin hoşuna giden yorumları terk ettiler. Tevhidi bilince ve iman kardeşliğine, adalete, Kur’an ahlakına, Rasulullah’ın (sav) örnekliğine yöneldiler.
“Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken Allah sizi oradan kurtardı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız’’ (Ali İmran / 103)
Allah’ın ipini koyuvermek aynı zamanda geçmiş ehl-i kitabın içine düştüğü bir hastalıktır. Onlar Allah’ın ipini terk ederek nimetsizliğe duçar oldular. İstikametten uzaklaştılar. Fitneye müptela oldular. Tevhidi, kitabı, ahkâmı, ahlakı, hududullahı terk ettiler. İslam ellerinden uçtu gitti. Kitapları bozuldu. Sekülerliğe mahkûm oldular. İmanı, huzuru, hikmeti, merhameti kaybettiler. Bireyselleştiler. Irkçılık belasına duçar oldular. Zengin-fakir ve ırk ayrımına saplandılar. Dinleri ve din adamları kendileri gibi olmayanlara karşı buğz ve nefret etmelerini önlemiyor. Ahlaksızlık mabetlerde kol geziyor. Tüm bu ayrıntıları, Batının yaşam biçiminden ve din algısından ayrılıp İslam’ı tercih eden kardeşlerimizin aktardıklarından daha net bir şekilde öğrenmekteyiz.
‘’İçinizden hayra çağıran, marufu emredip münkerden nehy eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar felaha erenlerdir’’ (Ali İmran / 104)
Ümmet burada “topluma İslami kimliği ve davetçi yönüyle önderlik edecek topluluk” manasındadır. Bu her müminin içinde bulunması gereken bir topluluktur. Özel bir topluluk değildir. Her Müminin hayata İslam’ın ilke ve esaslarıyla ve davet bilinciyle müdahale çabaları, öncülük görevi kastedilmektedir.
“Allah’a yemin ederim ki, ya marufu emreder, münkere engel olur ve zalimin iki elini tutup onu hakka döndürmeye zorlarsınız veya Allah, sizin hayırlılarınızın kalplerini de kötülerinkine benzetir ve daha önce İsrailoğullarına yaptığı gibi gibi size de lânet eder” (Ebû Dâvûd, Melâhim 17).
“İşte onlar felaha erenlerdir.”
“Hayra davet” hayatın tümünde bir ıslaha yönelmektir. İnanç, ahlak, siyaset, yönetim işlerinde; insanlığın ve ümmetin maslahatı konularında ıslaha yönelmektir. Tevhid zemininde buluşmak için çabalamaktır. Şurayı, meşvereti, yardımlaşmayı harekete geçirmektir.
‘’Onları emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlar işlemeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize ibadet eden kimselerdi’’ (Enbiya / 73)
‘’Kuran'ı, önce gelen Kitap'ı tasdik ederek ve ona şahid olarak hak ile sana indirdik. Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; Hak sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma! Her biriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirir’’(Maide / 48)
“Hayırlı işlerde yarışmadan” maksat; Allah Rasûlu Muhammed (sav)’e bildirilen şeriata uymaktır. Şüphesiz kurtuluş İslâm’a uymaktır.
Dünya hayatının türlü türlü hallerini yaşamaktayız. Çevremizdeki her şey değişim seyrini sürdürmektedir. Çocuklar, gençler hızla toplumun dinamik yaş kuşaklarını oluşturmaktalar. Toplum sürekli yenileniyor. Sorunlar çeşit çeşit; her gün başka bir olay karşısında değerlerimizle ve kimliksel duruşumuzla imtihanlardan geçmekteyiz.
Sorumluluklarımızdan sorguya çekileceğimiz çok açıktır. Rabbimiz her şeyin kaydını tutmaktadır. Bu işte emeklilik yoktur. İslam’ın pratiğinden el etek çekmek olmaz. Bu ancak ölmek ya da hastalanmakla mümkündür.
Fıtri bir yöneliş içinde olmamız şarttır. Sorumluluklarımızı tespit etmenin yolu içimizdeki cevheri, kalbi potansiyeli keşfetmekten geçiyor. Rabbimiz bu olguyu harekete geçirmeyi emrediyor. Sürekli bir dinamizm içinde olmamızı emrediyor. Emri bil maruf ayetleriyle kalplerimizi diriltiyor, fıtrata yöneliş ayetiyle varlık nedenimizi açıklıyor.
‘’O halde sen Hanif olarak bütün varlığınla dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona yönel! Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. İşte doğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler. Gönülden O’na yönelin, O’na saygısızlıktan sakının, namazı kılın ve şirke sapanlardan, dinlerinde ayrılığa düşüp -her bir grubun kendindekini beğendiği- fırkalara ayrılanlardan olmayın’’ (Rum / 30, 32)
Hanîf Kur’an dilinde, her türlü şirkten arınarak tevhid inancına samimiyetle teslim olup yalnız Allah’a kulluk eden manasına gelir. ‘Yüzünü dine çevir’ deki “yüz”; aklınla, kalbinle ‘’bütün varlığınla dine yönel!” anlamında tercüme edilmiştir(Râzî, XXV, 119). Fıtrat; yaratılıştaki melekeler, kalbe yerleştirilen misak, insanın iyiyi fark etme istidadı anlamında bir kelimedir.
Yaşananlar karşısında harekete geçmeyen ve her hangi bir sorumluluk almayan Mümin içindeki şeytani bariyerleri aşamamış demektir. Bu tavrın yansımaları önce kendinde sonra yakın çevresinde mutlaka tecelli eder. Hayata dair, ihmal edilen veya geçiştirilen her konu sadece kendisi olarak kalmaz. Men edilen şeyler müsamaha alanını genişletir ve çevresinde insanlardan oluşan bir taraftar nüvesi oluştururlar.
Müslümanlar olarak gaflet haleti ruhiyesinden kurtulmalıyız.‘’Euzu billahi mineş şeytanirraciym’’ diyerek köklü bir ıslaha ve İslami bir tecdide yönelmeliyiz. Nefsimizden başlayarak çevremize doğru halelenen bir uyanışa; iman ve salih amel çabalarına yeniden tutunmalıyız. Ruhumuza sinen tüm cahiliyeye, gaflete, buhranlara ‘la’ demeliyiz. Rabbimizin fıtrat nimetiyle yeniden dirilmeli ve İslam’la ayağa kalkmaya gayret etmeliyiz.
Muhasebe şarttır: Hangi ihmaller, hangi boş vermişlikler veya bize ait olmayan kültürel etkiler; hangi kıramadığımız yakınlarımızın telkinleri bizi takatsiz, iradesiz bir hale getirmiş olabilir ki? Bu hal sorgulanmalıdır. Ve ümmeti İslam olarak ıslaha yönelmemiz şarttır.
Bir derdimizin olması lazım. Müslümanın topluma ve tüm insanlığa karşı görevleri vardır. Görevi bırakmak, bahane üretmek, çekilmek yok. Görevi sorun olarak görüp pes etmek de, kaprislere terk etmek de yok.
‘’İçlerinden bir topluluk, “Allah’ın helâk edeceği yahut şiddetli bir azaba uğratacağı kimselere ne diye öğüt verirsiniz ki!” deyince onlar, “Rabbiniz katında bir mazeret olsun diye; bir de sakınıp çekinirler ümidiyle” şeklinde cevap verdiler’’(Araf / 164)
Hangi insan grubu olursa olsun hangi olay olursa olsun uyarımızı ya sözlü veya yazılı, basın yoluyla, sosyal medya araçlarını kullanarak bir şekilde ifade etmeliyiz. Tarihe not düşmeliyiz. Zira ferdi bir kusur yarın müdahale edilmediği takdirde toplumsal bir zaafa, mefsedete dönüşmektedir. Müslümanın sorumluluklarından kaçması gibi bir durum olamaz. Her zaman rabbimize sunacağımız bir mazeretimizin, yani elimizde bir dayanağımızın olması lazımdır.
Modern hayat ahireti unutturuyor. Mağfireti, tövbeyi unutturuyor. Hâlbuki bunlar beşer hayatının ayar olgularıdır. Muhasebe taşlarıdır. Yol uğraklarıdır. Ölümün unutulduğu, ahiretin hesaba katılmadığı, tövbenin yok sayıldığı, mağfiret kapısının unutulduğu bir hayat Müslümanın hayatı olmaz. Değersiz, içi boştur onun. Bu hayata müptela kişinin mutluluk ve hüzün tanımları gerçekçi değildir. Müstağnilik bir dönem kişinin işine yarayabilir ama insanın takati kesildiği, güçsüzleştiği, hastalık ve ölümle baş bala kaldığında hiçbir işe yaramayan bir hayal olduğu ortaya çıkıverecektir.
Kibir insanı zalimler arasına sokar (Tirmizî, “Birr”, 61) Böbürlenip çalım satanlar Allah’ın ilgi ve merhametini kaybedeceklerdir (Buhârî, “Libâs”, 1, 2, 5; Müslim, “Libâs”, 42-48)
Yüce Rabbimiz bizleri sorumluluğunu idrak eden ve razı olduğu kullarının hasletiyle nasiplendirsin. Gönüllerimizi; hilm, sabır, müsamaha, merhamet; ahlâk-ı Kuran ve davet bilinciyle tezyin eylesin.
YAZIYA YORUM KAT