Allah'a yakınlaştırıp zalimlerden uzaklaştıran ibadet: Kurban
Yasin Aktay, felsefi tartışmalarda kurban ibadetinin özüne dair yapılan değinilerde bir takım önemli hususların ıskalandığına dikkat çekiyor.
Yasin Aktay / Yeni Şafak
Kurban kimi neye yaklaştırır, kimi neye uzaklaştırır?
Kurban, tarih boyunca her yerde ve her zaman var olmuş bir ibadet, bir ritüel, bir kültürel gelenek. Ama bu tarihsel ve toplumsal tezahürlerindeki çeşitliliğe bakan sosyolog ve antropologlar büyük ihtimalle insanların birbirlerinden görerek, taklit ederek kurbanı benimsedikleri sonucunu çıkarmaya çok eğilimlidirler. Bu eğilime göre kurbanın devamlılığı onun işlevselliğiyle ilgilidir.
Tıpkı genel olarak din kurumu gibi. Birçok yerde hurafelere dayanıyor olsa da, çok çeşitlense de, din, toplumsal dayanışmayı sağlayıcı bir ideoloji olarak gördüğü işlevle zamana ve değişime direnmektedir. Kurbanın da bir şekilde yerine getirdiği toplumsal veya psikolojik bir telafi, dayanışma veya ikame işleviyle her yerde karşımıza çıktığını varsayabiliriz.
Terry Eagleton’dan özetle aktardığımız bakış açısı, Marksizmin dini ihmal ettiği kadar kurbanı da ihmal etmiş olmanın onda ciddi bir eksiklik olarak kabul edilmesi gerektiğini anlatıyor. Eagleton Yunan filozoflarından Aydınlanma ve modern filozoflara kadar, Yahudi ve Hıristiyanlıktan Hindu ve Budist felsefe ve pratiklere kadar kurbanın izini sürerek zihinlere yansıyan anlamlarını çözümlemeye çalışır. Bu anlamlar arasında birbiriyle taban tabana zıt yaklaşımlar ve işlevler de söz konusudur. Kurban her yerde var olsa bile her yerde aynı şekilde anlaşılıp aynı şekilde uygulanmamıştır.
Bundan da doğal bir şey olamaz aslında. Genel olarak bir din savunması yapılamayacağı gibi genel olarak bir kurban savunması da yapılamaz herhalde. Kurban kavramının kendisi zaten bir tercihtir. Bir şeye yaklaşırken sonsuz sayıda birçok şeye uzaklaşmaktır. Çünkü sosyal hayatımızda da yaptığımız her tercih bizi tercih ettiğimiz şey dolayısıyla bir şeye yaklaştırırken bunun bedeli sonsuz sayıda başka şeye uzaklaşmaktır. İslam’ın kurban anlayışı yaptığımız tercihlerle Allah’a yaklaşmaktır, dolayısıyla Allah’a yaklaştığımız ölçüde, yaklaştığımız konularda başka nesnelere, ideallere, amaçlara, dostluklara, sevgilere de, kulluklara da uzaklaşmaktır.
İslam Hz. Adem’den beri insanlara sunulduğu her dönemde insanlar tarafından aynı şekilde anlaşılmamış, İslam’ın teklifleri herkes tarafından aynı şekilde kabul edilmemiştir ki, tarih boyunca kurbanın herkes tarafından aynı şekilde anlaşılmasını bekleyelim.
İslam’ın verdiği bilgiye göre insanlık tarihinde ilk kurban tecrübesi Hz. Adem’in iki çocuğu, aynı ailede, aynı bilgileri, eğitimleri alan iki insan daha bilginin kaynağında kurban davranışı konusunda birbirlerinden ayrışmışlardır. Birisi açıkça Allah’a karşı hesaplar yapmış, kurban eylemini bir aşk ile yaklaşmanın bir vesilesi olarak görmek yerine bir şekilde geçiştirilmesi gereken bir ödev, ödenmesi gereken bir borç olarak görerek en değersiz varlıklarını sunmuş. Diğeri ise büyük bir imanla, iman ettiğine aşkla bağlı bir mümin olarak geçiştirmek değil, bir aşığına yaklaşmanın, ona sevgisini, bağlılığını samimiyetle ifadenin bir yolu olarak en değerli varlığını kurban olarak sunmuştur.
Sevgi ile yaklaşmak ile korkudan dolayı, mecburiyetten bir şeyi yapmak zorunda kalmak arasındaki fark, kurban pratiklerinde de kendini kaçınılmaz olarak ortaya koyar. İbrahim’in yaşadığı büyük imtihanın bir boyutu iki sevgi arasında kalmakla ilgili bir şeydi. “Allah sevgisinin yanında başka sevgiler” ile “Allah için sevmek” arasındaki dengenin kurulmasına dönük bir ders vardı kurbanda.
Bu derse aslında Yusuf’a olan sevgisiyle sınanan Yakup da karşı karşıya kalmıştı. O da Yusuf’a Allah karşısında ayırması gerekenin dışında bir yer ayırdığını anladığı anda kendisine fidye olarak tekrar kendi oğlu verildi. Aynı imtihanla rivayetlere göre Züleyha da karşılaştı. Yusuf’u değil, ondaki güzelliği var edeni görüp aşkını ona yönelttiği anda Yusuf onun için sadece Allah’a yaklaşmak için bir vasıta (kurban) olunca ona kavuşabildi. Vazgeçtiklerimiz, Allah için feragat ettiklerimiz gerçekten bize ait oluyor, ama bize ait olduklarında onların Allah’ın gerçek cemali karşısında üzerinde durmaya değmez şeyler olduklarını da öğrenerek.
Habil ve Kabil olayında, Kurban ritüelinin daha kaynağında yaşanan yaklaşım ve anlayış farkının zamanla bütün insanlar arasında çok daha farklı anlayışlarla çeşitlenmesini çok görmemek gerekiyor. Eagleton’un filozoflar, teologlar ve farklı din ve kültürlerde envanterini ortaya koyduğu envaiçeşit kurban anlayışının içinde bir tek İslam’ın kurban anlayışı yok. Oysa İslam’ın kurban anlayışı ne gökyüzüne verilen rüşvet, ne bir pazarlık, ne bir kefaret, ne kandırma ne Allah’ı (haşa) teskin etme, ne bir ölümsüzlüğe yatırım ne pederşahi bir erkin pekiştirilmesi ne de Allah’ın gazabını üzerimizden uzaklaştırmaya çalışan bir ikame olarak görülebilir.
Esasen İslam birçok konuda olduğu gibi kurban konusunda da tarihte alabildiğine yayılıp çeşitlenmiş bilgi ve anlayışları tevhid inancına uygun olarak tashih ederken ortaya Allah insan ve varlık ilişkisini çok tutarlı bir biçimde bütünleyen muhteşem bir anlayış koyar.
Eagleton’un da işaret ettiği, bu tür tahrif edilmiş kurban anlayışına tepki olarak kurbanın kendisini de kurban etmeye yönelen tepkiler de kurbanın tarihinin bir parçasıdır aslında. Yahve’nin “çünkü ben kurban değil, bağlılık isterim. Yakmalık sunulardan çok beni tanımanızı isterim” buyruğu ile hem Yahudilik hem de Hıristiyanlık tarihinde kurban ritüeline karşı bir tavra da dikkat çekiyor Eagleton (s. 37).
Aslında bu tavır Kur’an’ı Kerim’de de “Onların ne etleri, ne kanları hiç bir zaman Allaha erişmez. Fakat sizden O’na ancak takva ulaşır” (Hac, 37) buyruğuyla ifade edilmiştir. Ancak bu tam da kurbanın anlamı formalizme boğulduğu, aşkın, takvanın, gönüllülüğün yittiği durumda yapılan bir uyarıdır.
Bu, Kabil’in kurbanı hakkında verilen bir hükümdür. Ancak bu hüküm Habil’in kurbanını geçersiz kılmadığı gibi, gereksiz de kılmamıştır. İbadetlerin anlamlarını yitirmesine, aşkını, sevgisini yitirmesine karşı bir uyarı, o ibadeti gereksiz kılmaz, sadece sevgiyi hesaba boğanlara bir uyarı yapar.
Kurbanla ilgili sık karşılaşılan şey, kötü kurban yaklaşımları hakkında verilen bu hükümlerin yine Kabiller tarafından kurbanı gereksizleştirme yönünde uyanıkça bir fırsata dönüştürülmesidir. Bu sadece kurban konusunda değil, birçok başka erdemli davranış için de söz konusudur. Oysa bu konuda kural, her ibadetin her eylemin, her yaklaşmanın yerinin ayrı ve kendi içinde gerekliliğidir. Sadaka kurbanın, namaz orucun, horoz veya tavuk da koçun yerine geçmez.
Nihayetinde kurbanın tarihte alabildiğine çeşitlendiğini gördüğümüz fenomonolojisi büyük ölçüde de ona olan yaklaşım, anlam ve niyet de belirlemiştir. O anlamı da önceki ve sonraki bütün tahriflerine karşı Kur’an tashih etmiştir.
HABERE YORUM KAT