1. YAZARLAR

  2. M. HASİP YOKUŞ

  3. Allah’a açılan eller, Biden’e çevrilen gözler
M. HASİP YOKUŞ

M. HASİP YOKUŞ

Yazarın Tüm Yazıları >

Allah’a açılan eller, Biden’e çevrilen gözler

09 Ocak 2021 Cumartesi 18:33A+A-

Dünya medyası günlerdir ABD’de olup biten hadiselerle meşgul. Bu durum takdir edersiniz ki salt medyatik ilginin tetiklediği bir merakla sınırlı değil, bireysel/ sosyal medya hesaplarından arkadaş sohbetlerine kadar birçok platformda farklı boyutlarıyla ve ilgiyle konuşulan bir konu olması gerçeğinden kaynaklanıyor. Yıllarca dünyanın farklı bölgelerine demokrasi götürmekle meşgul olmuş(!) bir ülkenin kalbi konumundaki kongre merkezinin birkaç saatliğine de olsa işgal girişimine maruz kalması; küresel emperyalizmle, ABD hegemonyasıyla veya bir bütün olarak Batı değerleriyle arası iyi olmayanlar açısından birkaç saatliğine de olsa keyifli görüntüler olarak hafızalarda yer etti.

Ortaya çıkan bu görüntüler, dünyaya nizam veren küresel bir gücün zafiyetlerine ve kendi iç çelişkilerine tanık olmak bakımından elbette ki önemli ama bundan hareketle ABD’nin geleceği üzerinde uzun uzadıya yapılan değerlendirmeleri; tarihin akışı içerisinde belirleyiciliğini kaybetmiş, özne olma pozisyonunu yitiren,  kendi yapacağı hamlelerden ziyade muhatabının yapıp ettiklerine gözünü çevirmiş edilgen bir zihin yapısının mahsulü olarak görmek gerekir. Esasında kuramsal açıdan batıya ve batının temsil ettiği değerlere yönelik eleştiriler yeni bir olgu da değil. Kendi içinden dahi güçlü, tutarlı ve bütünlüklü eleştirilere muhatap olan Batı’nın her şeye rağmen hayatın birçok alanında bu hegemonik vasfını sürdürmeye devam ettiği gerçeğini göz ardı etmemek gerekiyor.

Salt karşı tarafın negatifliğinden beslenen, antitez üzerine kurulu bir muhalefet dili ve söylemiyle sınırlı kalan eleştirilerin tamamı doğru olsa bile bu, eleştiri sahiplerinin daha doğru bir anlayışa dayandığının delili ve ispatı değildir. Diğer bir ifadeyle; Batı dünyasının taşıdığı tüm olumsuzluk ve zaaflarına rağmen yüzyıllardır devam eden hükümranlığının bizzat bizim durumumuzla alakalı bir boyutu vardır. Tilki ile tavşan arasında geçen hikâyede anlatıldığı gibi; tavşanın nakavt olması, tilkinin süper bir güç olmasından değil; tavşanın tümüyle takatsiz, mecalsiz ve beceriksiz olmasından kaynaklanmaktadır.

İslam ilk nazil olduğu günden itibaren Mekke’nin egemen anlayışını bir bütün halinde eleştiri konusu olarak hedefe koyduğu bir gerçektir. Putlara tapma, kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi, yetimlerin gözetilmemesi, adaletin yerine getirilmemesi gibi. Ancak, Kur’an’ın dili hiçbir zaman bu muhalefet diliyle sınırlı kalmamış; eleştiri konusu yaptığı konuların tamamını yeni bir anlayışla inşa etmiştir.

Konunun hassasiyetine binaen bir izahat yapmakta fayda vardır. Doğu-Batı mukayeseleri çoğunlukla toplumların refah düzeyi, tüketim kalıpları ve ilerlemeci bir anlayış üzerinden yapıldığı için Batı dünyasının sahip olduğu zenginlik ve konfor bizatihi yaslandıkları zeminin sağlamlığı ve dolayısıyla “doğru yolda” olmalarının göstergesi sayılıyor. Takdir edersiniz ki insanlık tarihinin düşünsel veya sosyolojik anlamda geçirdiği değişim ve dönüşümleri araştıranlar, araştırdıkları toplumun belli bir tarihsel kesit içerisindeki baskın karakteristik özelliğini esas alarak bir tanımlamada bulundukları gibi, kimi zaman bu tanımlamada kişinin uzmanlık alanı veya siyasal/ideolojik tercihleri belirleyici olmaktadır. Üretim ilişkileri, ilerleme, inanç ilkeleri gibi parametreler, sözünü ettiğimiz bu sınıflamaların yapılmasında dayanak teşkil eden ölçütlerle ilgilidir.

Toplumların farklılık arz eden zenginlik ve refah durumları bizatihi hakka ve hakikate dayanmanın (veya sapmanın) bir delili ve ispatı değildir elbet. Müslümanlar açısından insanlık tarihi hak ve batıl mücadelesinden ibarettir. Toplumun refah düzeyi, iktidar biçimi, geçim kaynağı ve farklı kıstaslar üzerinden daha da çoğaltılabilecek tasniflerin tamamı o tarihsel durumda imtihanın/sınanmanın konusudur sadece.

Tüm bu şerhlerle birlikte; tüketim, refah, zenginlik gibi ekonomik parametrelerle sınırlı kalmayan; sosyal ve siyasal alanlarda içerisinde bulunduğumuz kaotik durum ve perişanlık halinin sınama ve imtihanla sınırlı olmayan, kendi ellerimizle yapıp ettiklerimizin önümüze çıkardığı bir musibet ve ceza olma ihtimali daha fazla. Zira, inandığımız Din’in dünyamızı imar, ahiretimizi mamur edeceğine iman etmişiz.

Rabbimiz tarafından gökten indirilen kutsal bir vahiy olarak Din; yeryüzünde beşer tarafından algılandığı biçimiyle hayatiyet bulmaktadır. Dolayısıyla insanlığa hidayet, huzur ve mutluluk getirdiğine iman ettiğimiz ed-din’in aks-ı sedasında bir tezatlık söz konusuysa bu durumda kendimize, kendi nefsimize tekrar tekrar dönerek ellerimizi açıp: Ey yerin ve göğün sahibi olan Allahım, bize rehber olarak gönderdiğin bu Kitap ve Paygamber için sonsuz hamd-u senalar olsun! Bizleri sen yarattın, varlığından haberdar ettin, İslam nimetiyle donattın! Bize ulaştırdığın bu Din ile zihinlerimizi, gönüllerimizi ve ruhlarımızı da buluştur ve bizi onun yolundan ayırma! Hakkı hak olarak bilmeyi ve ona uymayı, batılı batıl olarak görmeyi ve ondan uzak durmayı bize nasip eyle! Haset, kin ve nefretten kurtulabilmeyi; sevgi, merhamet ve kardeşlik köprüleri kurabilmeyi bahşeyle, bizleri günahta ve düşmanlıkta değil; iyilikte ve takvada yardımlaşanlardan eyle! İslam’ın izzetine uygun davranmayı, her türlü kötülüğün, haksızlık ve zulmün karşısında durmayı bizlere nasip eyle! Bu uğurda bize güç ver! Bizi bu bilinçten ayırma Allah’ım! Her türlü fitne ve fesada, hile ve tuzağa karşı bizlere feraset ve basiret ihsan eyle Allah’ım!

Bu edeceğimiz duaların Rabbimiz katında kabul olması, içtenlik, samimiyet ve ihlas boyutuyla da alakalıdır. Bu boyut, kavli olarak söylediklerimizin pratikte de gereğini yerine getirmeyle ilgilidir. Böyle düşünen, böyle inanan ve böyle yaşayanların dünyasının imar, ahiretlerinin mamur olacağına kuşku yok.

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum