Aliya’yı Anlamak mı, Sloganlara Kurban Edip Tüketmek mi?
Yeni Şafak’ta yayımlanan bugünkü yazısında, hafta sonu Saraybosna’ya gerçekleştirdiği ziyaret ile ilgili bilgiler veren Taha Kılınç, “Dilimizde bir slogana dönüşen Aliya’nın yazdıklarının ne kadarını okuduk ve üzerinde tefekkür ettik?” sorusunu soruyor.
Bosna Notları
Taha Kılınç / Yeni Şafak
Saraybosna’ya her gelişimde, çarşıya birkaç dakika mesafedeki Kovaçi Şehitliği’nde uzunca bir süre geçirmeye çalışırım. Aliya İzetbegoviç’in de medfûn bulunduğu bu şehitlik, hem Saraybosna’nın hem de bütün bir Bosna’nın acılı tarihinin özeti gibidir adeta. Hemen üst kısımda bulunan tepeye doğru tırmanıp, arka fondaki Saraybosna’yı şehitlikle birlikte izleyerek tefekküre dalmak kadar insanı dinlendiren çok az şey vardır şu hayatta.
Hafta sonu Saraybosna’ya bir kere daha yolumu düşürdüğümde, yine aynı şeyi yaptım. Ev sahiplerim Abdurrahim Uysal ve Emre Baştuğ kardeşlerim kendi meşgalelerindeyken, cuma namazını Gazi Hüsrev Bey Camii’nde (Begova dzamija) eda ettikten sonra, akşamüzeri şehitliğe koştum. Aliya’yla ‘selfie’ çekilen Türk turistlerin yanından -kınamadan ama gülümseyerek- geçip tepeye tırmandım.
Her yaştan evlatlarının arasında kıyamet sabahını bekleyen Aliya’nın gümüş kubbeli kabri şehitliğin ortasında ışıldarken, zihnimde şu sahne canlanıyordu:
14 Ekim 1991’de Yugoslavya Meclisi’nde konuşma yapan Sırp lider Radovan Karadziç’in Müslümanların yok edileceğine dair tehditlerine karşılık, Aliya gayet sakin bir şekilde “Bizi yok etmekle tehdit ediyorlar. Ama bilsinler ki Müslümanlar yok olmayacaktır!” demişti. Yok olmak… Ölüm bir son olmadığına ve biz Müslümanlar da bu dünya için yaşamadığımıza göre, evet binlerce şehit verse de Bosna, Müslümanlar yok olmamıştı işte. Olmayacaktı da.
Bunları düşünürken, mezar taşlarını okumayı da sürdürüyordum. Çok gençler de vardı aralarında, çok yaşlılar da. Komutanlar da vardı, kendilerini cephede buluveren sıradan delikanlılar da. Epey görkemli (hatta fotoğraflı) mezarlar da vardı, başına bir taş bile dikilmemiş toprak mezarlar da. Ve taşların hepsinde istisnasız şu ayet yazılıydı: “… Onlara ölüler demeyin; onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız!”
***
Saraybosna’ya Aliya İzetbegoviç’in vefat yıldönümü olan 19 Ekim’den bir gün sonra gittim. Resmi törenler, anma etkinlikleri ve programlar elbette sona ermişti, ama sohbetlerimizin çoğunu hâlâ Aliya ve mücadelesi oluşturuyordu. Ve elbette şu sorunun cevabını da aradık konuşurken: “Dilimizde bir slogana dönüşen Aliya’nın yazdıklarının ne kadarını okuduk ve üzerinde tefekkür ettik?”
Cevap, biraz can sıkıcı galiba. Türlü vesilelerle sık sık karşımıza çıka(rıl)an Aliya İzetbegoviç’in düşünce dünyasından, fikirlerinden, tahayyül ettiklerinden, yapmak istediklerinden, yapabildiklerinden ve yapamadıklarından ne kadar haberdarız acaba?
Korkarım, sevdiğimiz birçok insana yaptığımız gibi Aliya’yı da sloganlara kurban edip tüketmeye başladık çoktan. Ona dair bildiklerimizin birkaç ünlü video parçacığıyla bazı ünlü cümlelerinden ibaret olması ihtimali, gerçekten ürkütücü. Hayatını İslâm’a ve onun insanlığa verdiği mesaja adamış bir büyük mütefekkir-lidere yapılabilecek en büyük kötülük, herhalde onu elden ele, dilden dile dolaşan bir “popüler kültür” imgesine dönüştürmektir.
***
İsminin yanına getirilen “Bilge Kral” sıfatına, ‘kral’ kelimesinden dolayı bir türlü ısınamadığım Aliya İzetbegoviç, bana hep Ömer Muhtar’ı hatırlatır. Müslümanlıklarının şuurunu iliklerine kadar hisseden ve yaşayan bu iki adam, hayatlarında hiç savaş planı olmamasına rağmen (biri avukattır, diğeri de medrese hocası), kaderin sevkiyle savaş meydanlarında iki kahraman komutana dönüşmüştür. Kendi dönemlerindeki birçok savaş ustasından bir farkları vardır ama: Düşmanla silahlı mücadeleyi derin bir hikmet, ahlâk ve erdemle yürütmesini bilmişler, dostlarına da düşmanlarına da örnek olmuşlardır. Bu mücadelenin sonu ne olursa olsun (biri buruk bir barış anlaşmasıyla bitmiş, diğeri darağacına uzanmıştır), kaybeden onlar değil, düşmanları olmuştur.
Bugün Bosna’da ilginç bir durumla karşılaşıyoruz: Yaşarken kendisine karşı mesafeli olan birçok kişi yeniden Aliya’yı okumaya ve onun fikirlerine kafa yormaya başlıyor. Aliya’ya yetişemeyen ama ona karşı menfi şekilde doldurulan gençlerden de, merak ve şüpheyle onun yazdıklarına dönüp Aliya’ya ölesiye hayran olan çok. Bosna’nın (ve bütün Balkanların) bugünkü kırılgan ortamında, Aliya gibi siyaseti ve savaşı bilgi ve hikmetle donatan gerçek kahramanlara büyük ihtiyaç olduğu çok açık. Bunu hisseden herkes, yeniden ona koşuyor.
***
Saraybosna’ya kadar gelmişken, Türkiye’deki onlarca ilahiyat hocasını bizzat yetiştiren, ömrü gurbet ellerde yapayalnız geçen Bosnalı büyük âlim Muhammed Tayyib Okiç Hoca’nın kabrini ziyaret etmemek olmazdı.
Şehir merkezine 15 dakika mesafedeki Bare Mezarlığı’nda yatan Okiç Hoca (1902-1977), Türkiye’nin İslâmî ilimler açısından en fakir olduğu bir zamanda, 1940’ların sonunda ülkemize gelmiş. Adeta Osmanlı’nın Balkanlara gösterdiği ilginin karşılığını vermek istercesine, ilahiyat fakültelerinin kuruluşunda yer alan, bölümleri ve kütüphaneleri kuran, asistanları yetiştiren Tayyib Okiç, kendisine “Yugoslav ajanı” iftirası atılmasına rağmen Türkiye’ye muhabbetini yitirmemiş bir isim. Özellikle tefsir ve hadiste derinleşen Okiç’in rahle-i tedrisinden geçen öğrenciler arasında Mahmud Esad Coşan bile bulunuyor.
Saraybosna’ya yolu düşen herkesin, bu vefakâr ve fedakâr âlimin ayakucuna kadar gidip ona rahmet niyazında bulunmak gibi bir görevi de vardır diye düşünüyorum.
HABERE YORUM KAT