“Aliya İzzetbegoviç ve Mücadelesi”
Haftalık Cuma günleri Tatvan Özgür-Der binasında yapılan semineri Eğitimci Sinan Kıranşal sundu.
Kurani kerim tilaveti ve mealiyle başlayan seminerde konuşmacı Sinan Kıranşal “Aliya İzzetbegoviç hayatı ve mücadelesi anlattı.
Sinan Kıranşal konuşmasını üç başlık altında sundu.
Birinci bölümde 19 yy’da İslam dünyasının içinde bulunduğu durumu ve balkanlardaki gelişmelere değinen Kıranşal, özellikle Osmanlı devletinin zayıflamasıyla balkanlarda Müslümanların çok büyük sıkıntılar yaşadığını, 1. Dünya savaşından sonra balkanlardaki Müslümanlar Yugoslavya da Almanların desteğiyle iktidarda bulunan milliyeti Hırvatlar Müslümanlara ve solcu Sırplara çok büyük baskılar yapıldığı belirti. Bu dönemde Müslüman olan halka faşist bir mantıkla baskı kuran Yugoslavya yönetimi İslami tüm çalışmaları yasaklamış, Mladi Muslimani teşkilatı üyelerine çok büyük zulümler yapıldığını bir çok lider kadronun büyük cezalar aldığını ve tutuklandığını ayrıca bu lider kadrodan bir çoğunun şehid edildiğini görüyoruz.
Kıranşal, bu bölümde Aliya’nın hayatına da değindi. Boşnak Müslüman lider Aliya İzzet Begoviç 8 Ağustos 1925'te Bosna’nın Samac denilen kasabasında doğdu. 1927'de Saraybosna'ya geldiğinde 2 yaşımdaydı. Eski Yugoslavya döneminde Saraybosna'da orta öğrenimimi tamamladı. Almanya'nın yardımıyla 1941'de kurulan Bağımsız Hırvat Devleti'nin işgali altında bulunan Saraybosna'da 1943'te liseyi bitirdi. Hırvatlar onu askere almak isteyince Saraybosna'dan kaçtı ve Gradaçac'a gitti. Çünkü o tarihte Bosna Hersek'in büyük bir kısmı Faşist Ante Paveliçíin Almanlardan aldığı yardımla kurduğu 'NDH' Bağımsız Hırvat Devleti'nin işgali altındaydı. Kuzeydoğu Bosna'nın bir kısmını Müslüman milisler, diğer bir kısmını Sırp Çetnikler kontrol altında tutuyordu. O zaman Sırplar'ın en büyük düşmanı Hırvatlar olduğu için Sırplar Müslümanlarla iyi geçiniyorlardı. Sırplar, 'Müslümanları zorlarsak Hırvat ordusuna katılırlar' diye korkuyorlardı.1943'ten 1944'e kadar Gradaçac'da gizlendi. Arasıra Saraybosna'ya gizlice gider gelirdi. 1945'te Partizanlar (Tito'nun ordusu) Saraybosna'ya hakim olunca Aliya Saraybosna'ya döndü. Begoviç'in siyasete ilgisi büyüktü. Savaş sonrası yıllarda Müslümanlar kendi kimliklerini açıkça duyurmak amacıyla Miladi Muslimani (Genç Müslümanlar) adlı bir grup oluşturduklarında bu grubun önemli üyelerinden birisi de oydu. 1941'de oluşturulan bu grubun amaçları İslâmi düşüncenin ve kültürün, aslını kaybetmemiş ve dinamik formuyla ihyası, Müslümanların, tarihleri ve dini geleneklerine uygun olarak yeniden eğitilmesi ve Müslüman mültecilerin, yetimlerin ve savaş mağdurlarının ilgilenileceği sosyal ve hayır kurumlarının gelişimiydi. Terörist bir teşkilat olmakla suçlanan bu grup yasaklandı ve üyeleri keyfi bir biçimde hapse atıldı. Hapse konanlar içinde İslâm Birliği faaliyetlerinden dolayı üç yıl cezaya çarptırılan 21 yaşındaki Aliya İzzet Begoviç de vardı. 1949'da da dört Miladi Muslimani liderine ölüm cezası verildi.
Kıranşal, konuşmasının ikinci bölümünde şunları söyledi.
13 Ocak 1946'da Yugoslavya yeniden bağımsızlığına kavuştu. Ancak bu bağımsızlık hareketinde Komünist Parti yanlıları önemli bir rol üstlendiklerinden bağımsızlık sonrasında da ülkede yönetimi ele geçirdiler. Ülkenin resmî statüsünü de federal cumhuriyetler birliği olarak belirlediler. Buna göre Yugoslavya altı federal cumhuriyet ile iki özerk bölgeden oluşacak, cumhuriyetlerden biri de Bosna-Hersek Cumhuriyeti olacaktı. Komünist rejimin ülke yönetimini ele geçirmesiyle birlikte dinlerin toplumsal hayattaki varlığı giderek azaltıldı. Aliya İzzetbegoviç, politik İslamı savunduğundan ve ateizme karşı olduğundan komünist yöneticilerin en önemli hedeflerinden biriydi. Bu sebeple 1949'da İslamcılık suçlamasıyla hapse girerek beş yıl hapis cezası çekti.
İzzetbegoviç'in sıkıntıları 1953'te iktidara gelen Tito zamanında daha da arttı. 1980'de Tito ölünce federasyon cumhurbaşkanlığı konusunda bir anlaşmazlık ortaya çıktı. Bunun üzerine altı federal eyaletin her birinin cumhurbaşkanının sırayla bir yıl federasyon cumhurbaşkanlığı yapması üzere anlaşma sağlandı. Bu gelişmeyle birlikte ülkede kısmen bir demokratikleşme sürecine girilmiş oldu. Çünkü federal eyaletlerde yönetime geçmek isteyenler siyasal partiler vasıtasıyla faaliyetler yürütebiliyorlardı. Buna bağlı olarak hürriyetlerde de bir genişleme oldu. İzetbegović'in oğlu bu ortamdan yararlanarak babasının makalelerini bir kitapta toparlayıp, 1983'te "İslamî Manifesto" adıyla yayınladı. Aliya İzzetbegoviç daha önce 1970'te de bu adla bir kitabı yayınlanmıştı. 1983'te söz konusu kitabın yayınlanması epey bir yankı uyandırdı. Hâkim sistem bu gelişmeye tahammül edemeyerek Aliya İzzetbegoviçi Avrupa'nın ortasında radikal İslamî bir cumhuriyet kurmak için çalışmakla suçladı ve tutuklattı. Aliya İzzetbegoviç, mahkeme önüne çıkarılıp “hakim sistemi değiştirmek ve Bosna-Hersek'i İslamî devlete dönüştürmek için çalışmak”la itham edildi ve yargılamadan sonra 14 yıl hapis cezasına mahkûm edildi. Fakat bu mahkûmiyet onun kitabının bütün Bosna'da duyulmasını ve tesirini göstermesini sağladı. Müslümanlar muhtelif yollarla onun söz konusu kitabını temin etmeye çalışıyorlardı. Kitabın yazarının bu kitaptan dolayı hapiste olması okuyanların ruhlarındaki tesirinin daha da artmasına sebep oluyordu.
Kıranşal, bu bölümde Aliya İzzetbegoviç’in cezaevinde olduğu dönemi içinde şunları söyledi. Beş yıllık hapis süresi (1983-1988) hayatında önemli etkiler yaptı. Hapiste düşünmeye, fikir üretmeye, daha önce üretilmiş fikirlerden istifade etmeye çokça fırsat buldu. Bunun yanı sıra önemli bir fikri eserinden dolayı hapse atılması olması, onun fikirlerinin çevrede daha çok yankı uyandırmasına sebep oldu. Ayrıca onun hapiste olduğu dönemde yıllarını verdiği "Doğu ve Batı Arasında İslam" adlı meşhur kitabı yayınlandı. Bu kitabını bir arkadaşı neşretti ve çok kısa zamanda geniş bir kitleye ulaşarak büyük yankı uyandırdı. Bu kitabıyla İslam'ı sade ve öz bir şekliyle yetişen nesillere kazandırmayı hedefliyordu.
Çıkmasına birkaç yıl kalmıştı. BM İnsan Hakları Komisyonu ve çeşitli ülkelerde faaliyet gösteren insani kuruluşlar Yugoslavya'daki cezaevlerinde süren insanlık dışı zulmü belirtmek için her hafta heyetler geliyor ve incelemeler yapıyorlardı. Yugoslav yönetimi bu kuruluşlara şirin görünebilmek için hapishanelerdeki şartları değiştirdi ve odalara televizyon alınmasına ve dışarıdan gazete getirilmesine müsaade etti. Aliya İzzetbegoviç bundan sonra dünyanın yeni bir değişime gebe olduğunu daha iyi anladı. Televizyon haberlerinde hürriyet ve insan hakları programları yer almaya başlamış, ABD ile Rusya ve Avrupa ülkeleri arasında ziyaretler sıklaşmıştı.. Komünist dünyada, durdurulamayan hızlı inişin sonu nereye varacağı merak ediliyordu. Bu değişimin Yugoslavya'yı nasıl etkileyeceğini cezaevinde tartışan Aliya İzzetbegoviç ve arkadaşlarıyla siyasi bir partı kurma kararı aldı .Parti kurma fikri aklıma cezaevindeyken geldi. Komunizmin birgün biteceğine inanmıştı ve planlarını buna göre kurdu. Yok edilmek istenen müslüman Boşnak halkının kimliğini korumak en büyük emelimizdi, bizi ayakta tutan güç buydu diyen Aliya İzzetbegoviç uzun yıllar cezaevi hayatı çeken üyeleriyle cezaevinden çıktından sonra 1989'da gizlice bir araya gelerek Demokratik Eylem Partisi kurdu.
Kıranşal, üçüncü bölümde Aliya İzzetbegoviç’in siyasi parti çalışmaları ve düşünceleri üzerinde durdu.
Bu dönemde Demokratik Eylem Partisi'ni kurdu. Parti, 5 Aralık 1990 tarihinde Bosna'da gerçekleştirilen Genel Seçimleri kazandı ve İzzet Begoviç ülkenin Cumhurbaşkanı oldu. 1990'lı yıllarda Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti içinde bir bağımsızlık hareketi içerisine girdi. Bosna-Hersek de 1 Mart 1992'de gerçekleştirdiği referandum sonrasında bağımsızlığını ilan etti. Fakat Sırplar hemen arkasından Bosna yönetiminde söz sahibi olan Müslümanlara karşı savaş açarak katliama başladılar. Hırvatistan ve Slovenya'nın bağımsızlık mücadelesine destek veren Avrupa Birliği ve ABD, Bosna-Hersek'i Sırp saldırıları karşısında yalnız bıraktılar. Müslümanlar bu savaşta askeri açıdan oldukça zayıf bir konumdaydılar. Bu yüzden Sırplar Bosna'nın önemli şehirlerini işgal ettiler. Ayrıca Sırplar ele geçirdikleri bölgelerde büyük katliamlar gerçekleştiriyorlardı. Öte yandan özellikle camileri ve İslamî izler taşıyan tarihî eserleri tahrip ediyorlardı. 1995 yılında ABD'nin zoruyla imzalatılan Dayton Anlaşması'yla savaş sona erdi. Savaşın sonucunda 250 bin insan hayatını kaybetmiş, 1 milyondan fazla insan da mülteci konumuna düştü.
Dayton Barış Anlaşması" 21 Kasım 1995'te başlatılan ve Paris'te 14 Aralık 1995 tarihinde Bosna Hersek Barış Genel Çerçeve Anlaşması ile beraber 'ek'lerden oluşan anlaşma metni. Dayton Barış Anlaşması, Bosna-Hersek Cumhuriyeti, Hırvatistan Cumhuriyeti ve Federal Yugoslavya Cumhuriyeti arasında imzalandı. Anlaşmaya tanıklık eden devletler ise, Avrupa Birliği, Fransa, Almanya, İngiltere, ABD ve Rusya oldu. Kıranşal,bu anlaşmadan sonra Aliya’nın düştüğü durumu onun ağzıyla şöyle anlattı.’’ Uzun hayatım boyunca pek çok iş yaptım. Ancak bugüne kadar ki en zor işim Dayton’daki anlaşma masasına oturmak oldu. Benim derdim muzaffer bir komutan olarak anılmak değil, ülkeme koltuğumun altında makul bir barış anlaşması ile dönmekti. Sırplar sadece benim önerilerime ters düşen önerilerle değil, aynı zamanda tüm adalet ve insanlık duygularına ters düşen önerilerle çıkıyorlardı karşıma. Böyle bir barışı kabul etmek çok zordu. Ancak çok zor olan başka bir şey vardı; eve “savaşa devam ediyoruz” cümlesi ile dönmek. Bu yapılması neredeyse imkansız bir tercihti ve ben kendimi çarmıha gerilmiş gibi hissediyorum. Ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.’’
Eylül 1996'da da Bosna'nın üçlü başkanlık yönetiminin liderliğine oturdu. 2000 yılında da başkanlığı bıraktı. Uzun süredir kalbinden rahatsızdı ve Slovenya'da, Suudi Arabistan'da tedavi görüyordu. İki defa kalp krizi geçirdi ve en son geçirdiği krizde yere düşerek kaburga kemiklerini kırdı. 19 Ekim 2003'te iç kanama sonucu hastanede hayatını kaybetti.
Kıranşal, Aliya’nın düşünceleri şöyle değindi.
İslam, Aliya için her zaman belirleyici önemdeydi ve kimliğini hiçbir ortamda gizlemedi. Diplomatik ilişkiler ve uluslararası ortamlarda bulunurken bile dilini eğip-bükmedi, yönetici elitler karşısında eğilmedi. Coğrafik bakımdan kısmen Avrupalı olmasından bile bir vaziyet çıkararak Doğu-Batı arasında çizilmiş suni ayrımların ötesinde onların İslami değerler temelinde buluşması konusunda bir aracı konumundaydı.
O, bütün zorluklara rağmen insanın özgürlüğünü savundu, asrımızda İslam düşüncesinin canlandırılması ve Müslüman halkların yeniden dirilişini temel amacı olarak belledi. Aliya, İslam'ı salt bir ferdi inanç değil, sosyal boyutu ağırlıklı bir yaşam biçimi olarak algılamıştır. Düşüncesinin eksenine Allah'ın kitabı Kur'an'ı ve Peygamber’in sünnetini koymuştur.
Şahsiyetlerin ikonlaştırılmasını insan onuruna hakaret gördüğü gibi kendi şahsiyeti etrafında bir kültün oluşturulmasına da karşıydı. 'Aliyacılık yapmak' anlamına gelebilecek hamasi bir Aliya-sevicilik her şeyden önce Aliya'ya saygısızlıktır. Aliya'nın paradigması İslam ve bundan mülhem ahlak ve insan anlayışıdır. Özgürlük, adalet, eleştirellik/sorgulayıcılık, tevazu ve ilkeleri ile tutarlılık paradigmasının temel özellikleridir.
Aliya açık bir medeniyet tasavvurunun sözcülüğünü yapmıştır ki bunun temel karakteri 'öteki'ye saygıdır. Onun hayat serüveni geçirdiği evreler itibariyle en çok da Yusuf'u andırmaktadır. Medrese-i Yusuf'u yaşamış ve büyük Bosna trajedisine şahitlik ederken de Eyyüb'ün sabrını kuşanmıştır. İdeolojik kuşatmalar altında Doğu ve Batı'yı sistematik bir değerlendirmeye tabi tutmuş ve Avrupa'nın göbeğinde 'üçüncü yol' olarak İslam'ın da var olduğunu ve gelecek vaat ettiğini kanıtlamıştır.
Aliya, ataerkil olmayan, farklı topluluklara ve kültürlere açık ve tahammüllü olan ve özgürlüğü insanı insan yapan temel bir değer olarak herkes için öngören ve bunu bir toplum tasarımı biçiminde ortaya koyan geniş kapsamlı bir özgürlük perspektifinin inşacısıdır. Her koşulda haykırdığı "Allah'a söz veriyoruz ki asla esir olmayacağız!"sloganı Müslümanlarca örnek alınması gereken çağrısının ve kararlılığının özüdür. Çok-kültürlü, çok-dilli, çok-etnili bir toplumda nasıl var olunacağı noktasında, kolektif haklar ve özgürlükler alanında da Müslümanlarca ders çıkarılması gereken bir örnektir.
Sinan Kıranşal konuşmasını Aliya İzzetbegoviç şu sözleriyle bitirdi.
Hayvanlar açken tehlikeli olur. İnsanlarsa tokken tehlikeli oluyorlar.
- Din ahlaktır; onu hayata geçirmek ise terbiyedir.
- Biz de zalimlerden olursak, zulme karşı savaşmamızın bir anlamı kalmaz. Kitaba uyacağız.
- Bir şahsın yüceltilmesi hadisesi, geçmişte ve bugün var ama İslam'a kesinlikle yabancıdır! Çünkü bu bir çeşit putçuluktur!
- - Özgürlük verilmez, alınır.
- Kur'an ve İslam sadece hocalara bırakılmayacak kadar önemlidir.
- İyi insan olmadan iyi Müslüman olamayız.
- Biz ölüyoruz ama onlar da kazanmıyorlar.
- İlimle din, birbirinden ayrıldığı takdirde, din insanları geri kafalılığa, ilim ise ateizme sürükler.
- Düşmanına benzediğin zaman, savaşmanın anlamı kalmaz.
- Bu adil bir barış olmayabilir; fakat süren bir savaştan daha iyidir.
- Bütün yücelik ve şükran Allah'a aittir ve insanların gerçek kalitesini ancak Allah tespit edebilir.
- Ben Müslümanım ve Müslüman olarak kalmaya kararlıyım. Bu hayatımın sonuna kadar böyle devam edecek. Çünkü İslam benim için iyi ve asil olmanın en doğru ifadesidir.
- Olduğunuz gibi kalın. Dininizi, milliyetinizi koruyun. Kimliğinizi kaybetmenin bedeli köleliktir.
- Müslümanlar, hayatta nasıl uygulanacak sorusundan kaçmak için Kur'an'ın nasıl okunması gerektiği hususunda geniş bir ilim ürettiler.
- Bazıları dini bağlılıklarının kendilerini tefekkürden azade kıldığına inanırlar.
“Her şeye kadir olan Allah’a andolsun ki köle olmayacağız.”Ölmeye hazır olan insanlar, ölmeye hazır olmayanlara karşı galip gelirler.” “Bir kelimeyi hiç aklınızdan çıkarmayın: Devlet. Devletin ne kadar önemli olduğunu hepimiz idrak etmeliyiz. Devletsiz bir millet boşluğa düşer, rüzgarda savrulup gider.” “Kabile ve ulusun dar sınırlarından kurtulmak için kendinizi Müslüman olarak düşünmeye başlayın.” “Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna’nın özünü de zedeliyor.”Din hurafeleri yok etmezse, hurafeler dini yok eder.” “Kur’an edebiyat değil, hayattır; dolayısıyla O’na bir düşünce tarzı değil, bir yaşama tarzı olarak bakılmalıdır.” “Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız.” “Ey teslimiyet, senin adın İslam’dır!” “Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.” “İnsan şahsiyetini alçaltan, onu eşyayla bir tutan her şey gayri insanidir.”
Programda Bosna’yı gezen üç kişinin de izlenimleri dinlendi. Konuşmacı Sinan Kıranşal program sonunda semineri dinleyenlere Aliya İzzet Begoviç’in hayatı ve mücadelesi ile ilgili sorular sorarak, doğru cevap verenlere Aliya İzzet Begoviç’in kitaplarını hediye etti.
HABERE YORUM KAT