1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Ali Ulvi Kurucu'nun izinde Mustafa Sabri Küçükaşcı'yı hatırlamak...
Ali Ulvi Kurucu'nun izinde Mustafa Sabri Küçükaşcı'yı hatırlamak...

Ali Ulvi Kurucu'nun izinde Mustafa Sabri Küçükaşcı'yı hatırlamak...

Taha Kılınç, Ali Ulvi Kurucu'nun hısımı Prof. Dr. Mustafa Sabri Küçükaşcı'nın vefatı üzerine onu ve çalışmalarını merkeze alan bir yazı yazmış.

02 Ağustos 2023 Çarşamba 16:00A+A-

Taha Kılınç / Yeni Şafak

Ani gidişler

Rahmetli Ali Ulvi Kurucu’nun vefatının 20’nci yılı anısına, Derin Tarih’in Şubat 2022 sayısında özel bir dosya yapmaya karar vermiştik. İstişarelerimizin sonucunda, Üstad’ın hayat hikâyesini ayrıntılı ve fotoğraflı şekilde işleyebileceğimiz bir armağan kitap hazırlama projesi doğdu. Böyle bir projeyi ancak Prof. Dr. Mustafa Sabri Küçükaşcı’nın rehberliğinde gerçekleştirebilirdik. Hoca’nın kapısını çaldığımda, “Çok meşgulüm ama Ali Ulvi Amca söz konusu olduğunda her işimi bırakırım, hemen başlayalım” dedi, hızlıca başladık. Bizi bazı isimlere yönlendirdi, ailenin fotoğraf arşivini cömertçe önümüze serdi, kendisi de “Bir Âlim, Âbid, Âkil ve Ârif Portresi: Hacıveyiszâde Ali Ulvi Kurucu” başlıklı ayrıntılı biyografi ile kitaba katkı sundu.

O biyografide, Ali Ulvi Kurucu merhumun “Türkiye ile bağlarını hiçbir zaman kesmediğine” vurgu yapılan bölüm, bilhassa çok önemliydi. Uzun senelerini yurtdışında geçiren zevat arasında, anavatanla tarihî ve kültürel bağlarını gevşeten veya tamamen koparan pek çok kişi vardır. Kurucu Üstad, bir yandan Medîne-i Münevvere’de mücavir olarak Hicaz’ı iliklerine kadar benimsemiş, ama bir yandan da Türkiye’yi ruhuyla ve kalbiyle takip etmeyi sürdürmüştü. Bunun sonucunda, Kurucu, İslâm dünyasıyla Türkiye arasında bereketli bir kavşağa dönüşmüş, sayısız insanı, çizgiyi ve düşünceyi birbiriyle buluşturmuştu. Türkiye’yi de denklemde yerli yerine oturtan sağlam bir bakış eşliğinde, onun dilinden İslâm dünyasını ve Müslümanları dinlemek apayrı bir lezzetti.

Ali Ulvi Kurucu kitabı için Mustafa Sabri Hoca’ya başvurmamın sebebi, kendisinin merhum Üstad’la aynı aileye mensup oluşuydu. Ali Ulvi Kurucu, Konya’nın meşhur âlimlerinden Hacı Veyis Efendi’nin oğlu İbrahim Efendi’nin mahdumuydu; Mustafa Sabri Hoca da Hacı Veyis Efendi’nin -şöhreti kendisini de aşan- diğer oğlu Hacıveyiszâde Mustafa Sabri Efendi’nin torun çocuğuydu. Dolayısıyla, konuyla ilgili en dolaysız ve doyurucu malumatı Mustafa Sabri Hoca’dan alabilirdik. Nitekim öyle oldu. Dergi ve kitap piyasaya çıktıktan sonra da, o dönem TVNET televizyonunda yaptığım haftalık tarih programına Mustafa Sabri Hoca’yı konuk ettim, merhum Üstad’ı orada bütün yönleriyle konuştuk; böylelikle tanıyanlara hatırlatmış, tanımayanlara da tanıtmış olduk.

Birlikte hazırladığımız kitap projesi vesilesiyle, Prof. Dr. Küçükaşcı Hocam’la aramızda hasbî bir samimiyet meydana geldi. Sohbetlerimizde derginin sonraki sayıları için konu tavsiyelerinde bulunur, arada beni arayıp “Tahacım, bak şunu da yapabilirsiniz” diyerek aklına gelenleri bana iletirdi. Ketebe Tarih için de birçok proje gündemimizdeydi. Hatta bana “Senin başladığını öğrendikten sonra gönül rahatlığıyla çalışabiliriz, çekincelerim ortadan kalktı” bile demişti bir konuşmamızda. “Aziz dostum” diyerek başladığı sözünü “Falanca hocamla seni andık” diye devam ettirmesi, bana tarifi imkânsız bir haz ve hamd duygusu yaşatırdı.

Ammâ heyhat… İstikbale dair bütün istişarelerimiz, geçtiğimiz pazar sabahı erkenden aldığım bir mesajla yarım kaldı: “Mustafa Sabri Küçükaşcı Hoca vefat etmiş.” Telefon ekranına bakakaldığım bu mesaj, dünya hayatının da bir özeti gibiydi. İnsanoğlu, varla yok arasında, iki parantezden ibaret. O parantezin içini yüz akıyla doldurabilene ne mutlu. Mustafa Sabri Küçükaşcı Hocamız ilmî birikimiyle, tevazuu, samimiyeti ve ahlâkıyla, dört dörtlük Müslüman bir şahsiyetti. Kendisini tanıyan herkesin ortak kanaati de aynı yöndedir. Fani dünyadan böyle hayır duaları ve güzel şahitliklerle ayrılmaktan daha büyük bir servet var mıdır, bilemiyorum.

Ani gidişler, insanın içini “keşke”lerle dolduruyor. Türkiye’de Harameyn (Mekke ve Medine) tarihi sahasındaki sayılı uzmanlardan biriydi Küçükaşcı Hoca. Ben doğrusu -haddimi aşmak pahasına- idarî vazifeler almak yerine kendisinin sadece yazmaya ve eser telifine yoğunlaşmasını çok isterdim. Arkasında yine çok kıymetli eserler ve talebeler bıraktı, ancak sadece Küçükaşcı Hoca’nın üstesinden gelebileceği nice proje akîm kaldı.

Bu da, yine herhalde “nasip” kelimesinin sırrına taalluk edecek bir mesele…

Muhterem Hocamıza rahmet, ailesine ve yakınlarına sabr-ı cemîl niyaz ediyorum.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum