Ali Mutahhari: İslam ülkeleriyle ilişkiler konusunda başarılı olamadık
Gazeteci Adem Yılmaz’a konuşan eski İran Meclis Başkan Yardımcısı Ali Mutahhari, “İslam ülkeleriyle ilişkiler konusunda başarılı olamadık.” dedi.
https://www.perspektif.online sitesinde yayımlanan röportajında Ali Mutahhari’nin öne çıkan bazı vurguları şöyle:
-İslam ülkeleriyle ilişkiler konusunda başarılı olamadık. Öyle hareket ettik ki bu ülkelerden bazıları bizden korkarak İsrail’in kucağına düştü. Başka bir ifadeyle İslami ittihat idealini gerçekleştirmeyi başaramadık. Çin ve Rusya ile olan yakın ilişkilerimizin benzeri İslam ülkeleriyle yok, bu bir eksikliktir.
-İran’ın dış politikasını tamamen İslami görmüyorum. Bazen ekonomik ihtiyaç sebebiyle diğer ülkelerdeki Müslümanların haklarını savunmadık. Örneğin bugün Çin’deki Müslümanların başına gelenlere İran sessiz kaldı. Çeçen Müslümanların başına gelenlerde de aynı şekilde tutum sergiledik.
-Karabağ meselesi konusunda Ermenistan ve Azerbaycan’ın önceki savaşında İran’ın net bir tutumu yoktu. Hatta daha çok Ermenistan tarafını tuttu ancak İran’ın sivil güçleri Azerbaycan’a yardım ettiler. Karabağ’ın yasal olarak Azerbaycan’ın toprağı olmasına ve Azerbaycan halkının da Şii ve İranî olmasına rağmen böyle bir tutum sergilendi.
-Aynı şekilde eğer devrimin ilk iki yılını dışarıda tutarsak, diğer dönemlerde ifade hürriyeti gibi temel özgürlüklere yeterince saygı gösterilmemiştir, Eleştirenlere ve muhaliflere iyi davranılmamış hatta zaman zaman rejimi korumak adına onlara ağır cezalar da verilmiştir.
*
Röportajın tamamı:
Güvenlik Birimlerimiz Rejimi Eleştirenlerle Değil Casuslarla İlgilensin
Adem Yılmaz / https://www.perspektif.online
İran’ın Suriye ve Irak’taki operasyonlarının yöneticisi Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ile Nükleer çalışmaların kilit ismi Muhsin Fahrizade gibi önemli adamlarını suikast sonucu kaybeden ve Natanz nükleer tesisinde sabotaj saldırısı gerçekleşen İran’da 2020, güvenlik açığının en net hissedildiği yıl oldu. Tahran hükümetine karşı maksimum baskı politikasıyla ağır yaptırımlar devreye sokan Donald Trump’ın seçim mağlubiyeti, nükleer anlaşmaya dönüş şeklinde yorumlansa da 2021 İran Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhafazakâr bir adayın seçilme ihtimali bulunuyor.
Reformistlere yakınlığıyla bilinen Eski İran Meclis Başkan Yardımcısı Ali Mutahhari ile ABD’de başkan seçilen Biden’in İran’a olası etkilerini, 40 yılı geride bırakan İran Devrimi’nin bugününü, İran’ın Ortadoğu politikasını ve Tahran yönetiminin yapısal sorunlarını konuştuk.
ABD’de Biden’in başkan seçilmesinin İran’a olası etkilerini nasıl öngörüyorsunuz?
ABD’nin İran üzerindeki ekonomik baskısı kesinlikle azalacaktır. Biden birkaç kararname ile Trump döneminde devreye giren bazı yaptırımları kaldırabilir. Bu işbirliğinin başlangıcı olacaktır. Elbette son yaptırımlardan bazıları terörizmle mücadele ve insan hakları olarak ilan edildi, dolayısıyla onların kaldırılması için kongrenin kararına gerek var. Bu nedenle Biden’in işi biraz zor olabilir. İran’ın tutumu şudur: ABD’nin Trump öncesi koşullara dönmesi halinde İran da aynı koşullara dönecektir. Dolayısıyla Biden’in akıllı bir adam olduğunu düşünüyorum, Biden’in görev süresi boyunca İran ve ABD arasında daha iyi bir anlaşma tesis edilecektir.
İRAN’DA REFORMİSTLER DÜŞMAN GİBİ GÖRÜLÜYOR
İran politikası çok uzun zamandır muhafazakâr-reformist ayrımı üzerinden okunuyor. Bu ayrım sizce İran iç siyasetini tasvir etmek için elverişli bir ayrım mı yoksa yetersiz mi? Muhafazakâr ve reformist kavramlarını nasıl tanımlıyor ve kendinizi hangisinde konumlandırıyorsunuz?
Elbette adil bir rekabet mevcut değil. Çünkü muhafazakârlar Uzmanlar Meclisi, Devrim Muhafızları Ordusu ile İran Radyo ve Televizyonu gibi devlet kurumları tarafından destekleniyorlar. Ancak Reformistler bu desteğe sahip değiller ve aksine düşman olarak görülüyorlar. Siyasetçiler arasında bu iki grubu tam olarak kabul etmeyen ve bazen kendilerini bağımsız olarak niteleyen şahıslar da var. Halk kitleleri de bu tasnife pek önem vermiyor, daha çok güvenilir ve dürüst şahsiyetlerin arayışındalar.
Muhafazakârlar daha çok rejimi korumak söylemini vurguluyorlar ve zaman zaman temel özgürlükleri ve vatandaşlık haklarını da buna feda ediyorlar. Onlar İslami hükümlerin uygulanmasına reformistlere kıyasla daha çok özen gösteriyorlar. Reformistler ise özgürlüklere, sivil haklara, serbest seçimlere daha çok saygılılar ve baskıdan kaçınmayı vurguluyorlar. Ben sosyal ve siyasal meselelerde reformistlere, yaşam tarzı ve İslami kuralların uygulanması gibi kültürel meselelerde ise muhafazakârlara daha yakınım.
Sizce İran devrimi 40 yıllık süreçte nasıl bir dönüşüm yaşadı? Devrime giden süreçteki sloganlaşan değerler yaşıyor mu?
İran İslam Devrimi, adalet, bağımsızlık ve özgürlük gibi öncelikli ideallerinden sapmış değil. Ancak bazı ideallerin uygulanmasında yeterince başarılı olamadı. Devrim değerlerinin zamanla slogan haline geldiği söylenemez. Eğer İran devriminin hedeflerini tek kelimede özetlemek gerekirse bu kelime İslam’dır. Bu devrim başından beri İran’da ve hatta dünyada İslam’ın ihyasına çalıştı. İran devriminin Ortadoğu’da ve hatta dünyada da etkili olduğunu görüyoruz.
Devrimden önceki İran, Amerika’nın emir eri ve İsrail’in işbirlikçisi idi ama devrimden sonra Amerika ve diğer güçlerin düzenini bozmuştur ve başka bir düzenin peşindedir, nitekim İsrail’in çekindiği tek ülke de İran’dır. İran, etkisiz ve dünya siyasetine tâbi bir ülkeden etkili ve söz sahibi bir ülkeye dönüşmüştür. Elbette henüz yolun yarısındayız ve devrimin amaçlarına ulaşmak için henüz çok yolumuz var.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE YETERİNCE SAYGI GÖSTERİLMEDİ
İran devrimi 40 yılını geride bıraktı. Sizce bu devrim kendisini bir 40 yıl daha var edecek sosyolojik, siyasal ve değersel zemine sahip mi?
Evet. Bu devrim, geride bıraktığı dönemi değerlendirmesi ve hatalarını düzeltmesi şartıyla yaşayacaktır. Tecrübeli siyasetçilerin tümü geçen 40 yılda birtakım hatalar yaptığımızı kabul ediyorlar. Adaletin sağlanması konusunda, köyler ve şehirler arasındaki refah farkının azaltılması açısından başarılı olsak da İran toplumundaki sınıflar arasında oluşan farkı inkâr edemeyiz. En azından bütün halkın refaha ulaştığı bir adaleti sağlayamadık. Halkın çoğu yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır ve ancak inançla yaşayabilmektedir. Mutlaka siz ağır ambargoların etkisini de dikkate alıyorsunuzdur ve bütün sorumluluğu İran yetkililerine yüklemiyorsunuzdur.
Aynı şekilde eğer devrimin ilk iki yılını dışarıda tutarsak, diğer dönemlerde ifade hürriyeti gibi temel özgürlüklere yeterince saygı gösterilmemiştir, Eleştirenlere ve muhaliflere iyi davranılmamış hatta zaman zaman rejimi korumak adına onlara ağır cezalar da verilmiştir.
Üstelik İslam devriminin ilk liderlerinin özellikle de Şehid Ayetullah Mutahari’nin özgürlükleri ciddi anlamda vurgulamasına ve özellikle de ifade özgürlüğü ile eleştiri ve gösterilerin resmi olarak tanınması gerektiğini, muhalif kanadın varlığını hakikatin faydasına olduğu yönündeki ciddi vurgulamalarına rağmen böyle olmuştur.
Ayrıca bana göre, İslam ülkeleriyle ilişkiler konusunda başarılı olamadık. Öyle hareket ettik ki bu ülkelerden bazıları bizden korkarak İsrail’in kucağına düştü. Başka bir ifadeyle İslami ittihat idealini gerçekleştirmeyi başaramadık. Çin ve Rusya ile olan yakın ilişkilerimizin benzeri İslam ülkeleriyle yok, bu bir eksikliktir. Filistin’in kurtuluşu İslam ülkelerinin birleşmesiyle sağlanacaktır. Genel anlamda dış politikada pek başarılı olamadık. Dolayısıyla düzenli olarak hatalarımızı ve eksikliklerimizi düzeltirsek bu devrim aynı şekilde yaşayacaktır zira İran devriminin itici gücü İslam’dır.
İran’daki ekonomik krizin tek sebebi ABD yaptırımları mı? Yönetimin yapısal sorunları da bu krizde etkili mi?
ABD yaptırımları İran’ın ekonomik sıkıntılarında büyük rol oynadı, ancak yönetim hatalarının da kesinlikle etkisi var. Elbette ülkenin ekonomik sistemindeki yapısal sorunlar ekonomik sorunların temel nedenidir. Örneğin özel sektörümüz küçük ve zayıf. Doğal olarak dünyadaki benzerleriyle rekabet edecek büyük ve güçlü özel finans ve ekonomi şirketlerimiz yok. Var olan güçlü ekonomik girişimlerimiz devlete ve onun içindeki birtakım yapılara bağlıdır. Silahlı güçlerimizin bir kısmının ekonomik faaliyetleri bulunuyor. Dolayısıyla ülke ekonomisi 4 kısma ayrılmış durumda: kamu sektörü, devlet sektörü, silahlı kuvvetler sektörü ile küçük ve zayıf olan özel sektör. Kısacası ülke ekonomisinde eşit şartlarda sağlıklı bir rekabet mevcut değil, dolayısıyla ilerleme ve gelişme yavaş gerçekleşmekte. Güçlü bir özel sektöre ve daha çok denetime açık bir kamu sektörüne ihtiyacımız var.
İran’da cumhurbaşkanlığı makamının sembolik bir konumu olduğu, iç ve dış siyasetteki tek karar merciinin Veliyy-i Fakih makamı olduğu görüşüne katılıyor musunuz?
Bu cumhurbaşkanının kişiliğine bağlı bir durum. Anayasa gereği hiçbir kurumun yürütme işlerine karışmasına izin vermeyen güçlü ve kararlı bir cumhurbaşkanının görevde olması sorun olmayacaktır. Tüm kurum ve görevlilerin yetkileri anayasada belirlenmiştir. Cumhurbaşkanı ülkedeki en yüksek yürütme otoritesidir, Rehberlik makamının denetleme görevi vardır.
Parlamento, cumhurbaşkanının; Uzmanlar Meclisi ise Rehberliğin çalışmalarını denetler. Cumhurbaşkanı kendi yetkilerini kullanmıyorsa, bu başkalarının sorunu değildir.
İSLAM DÜNYASINDA BÖLÜNME SÜRERSE GELECEĞİMİZ İYİ OLMAYACAK
Bölgedeki gelişmeler doğrultusunda İslam dünyasının geleceğini nasıl görüyorsunuz?
İslam dünyasının geleceği bizim tutumumuza bağlıdır. İslam dünyasındaki var olan bölünmeye devam edersek iyi bir geleceğimiz olmayacak ama eğer İslam birliğine doğru ilerlersek parlak bir geleceğimiz olacak. Güç arayışında olma idealini bir kenara bırakmalıyız. Mezhepçilik İslam dünyasının can belasıdır. Şiiler ve Sünniler arasındaki müşterek noktalar, farklılıklardan daha fazla. Her ikisi de ortak düşman olan İsrail ve ABD’ye karşı birleşmelidir. Ancak mesela Suudi Arabistan ve BAE’nin İsrail ve ABD’nin yanında olduğunu ve İran’a bir darbe indirilirse mutlu olduklarını görüyoruz. İran da Arap ülkeleriyle dostluk kurmak için gerekli çabayı göstermemiş ve onları korkutmuştur.
İran – Suudi Arabistan ilişkileri en üst düzeye ulaşmalı. Bu sayede bölgedeki birçok sorun çözülecektir. İsrail bu ilişkilerin gelişmesinden endişe duyuyor. Neden İsrail bir fizik bilim adamımıza suikast düzenliyor ve İslam ülkelerinin çoğu buna sessiz kalıyor. Bu, Batı’nın Müslümanları bölme politikasının başarılı olduğunu göstermektedir. Son birkaç yılda o kadar Müslümanın beyhude yere birbirini öldürmesinin arkasında ABD ve İsrail vardı. Bu neden böyle olsun ki? Müslümanlar birleşirse ABD bölgede kalmayacak ve Filistin özgürleşecek.
İran’ın dış politikasını ne kadar İslami buluyorsunuz? Arakan’da yaşanan katliamlar konusunda İran’ın takındığı pasif tavır sebebiyle “Biz İslam’dan çok Şiilik için çalıştık” eleştirisinde bulunmuştunuz.
İran’ın dış politikasını tamamen İslami görmüyorum. Bazen ekonomik ihtiyaç sebebiyle diğer ülkelerdeki Müslümanların haklarını savunmadık. Örneğin bugün Çin’deki Müslümanların başına gelenlere İran sessiz kaldı. Çeçen Müslümanların başına gelenlerde de aynı şekilde tutum sergiledik.
Şiilik ya da Sünniliğin değil İslam’ın yayılmasının arayışında olmalıyız diye defalarca söyledim. İmam Humeyni ve Şehit Mutahhari’nin tutumu buydu. Eğer geçmişte Araplar arasında ırk taassubu ile Şii ve Sünniler arasında mezhepsel bağnazlık olmasaydı ve Müslümanlar birleşseydi her haliyle İslami bir devlet olan Osmanlı devleti Avrupalılar tarafından yıpratılarak yıkılmaz ve İsrail adında sahte bir devlet olmazdı.
İran’ın Suriye’de Beşşar Esad rejimine vermiş olduğu geniş desteği nasıl okuyorsunuz? Kanaatinizce bu doğru bir siyaset mi?
Arap Baharı döneminde Suriye’de ortaya çıkan hareket daha çok dışarıdan kışkırtmayla ortaya çıkan bir hareket idi ve belki İsrail de işin içindeydi. Gerçi bir halk hareketi görünümü de vardı. Elbette Suriye yönetiminin göstericilere ilk tepkisi çok sertti ve Devrim Rehberi de Beşşar Esad’ı uyarmıştı. Belki İran, daha çok Suriye’de Hizbullah’ı korumak için müdahale etti.
İran, Dağlık Karabağ konusunda izlediği siyasetin belirsizliği yüzünden eleştiriliyor. Bu konuda düşünceniz nedir?
Karabağ meselesi konusunda Ermenistan ve Azerbaycan’ın önceki savaşında İran’ın net bir tutumu yoktu. Hatta daha çok Ermenistan tarafını tuttu ancak İran’ın sivil güçleri Azerbaycan’a yardım ettiler. Karabağ’ın yasal olarak Azerbaycan’ın toprağı olmasına ve Azerbaycan halkının da Şii ve İranî olmasına rağmen böyle bir tutum sergilendi. Tabii ki Ermenistan da tıpkı Azerbaycan ve Gürcistan gibi önceden İran toprağı idi. Bununla birlikte iki ülke arasındaki son savaşta İran daha doğru bir konum aldı, Azerbaycan’ı ve Karabağ’ın Azerbaycan’a ilhak edilmesini savundu. Hatta İran Lideri açıkça bu konuyu ilan etti. Ben İran’ın önceki tutumunu kaç defa eleştirdim.
İran Ortadoğu’daki bölgesel siyasetini nasıl buluyorsunuz? Bu siyaset nasıl bir bölgesel vizyona dayanıyor?
Kesinlikle İran bölgede hakimiyet geliştirmek peşinde değil. İran’ın Ortadoğu’daki politikasının temeli Filistin’in kurtuluşu idealine dayanmaktadır. Çünkü bir İslam toprağının işgalinin resmiyette tanınamayacağının yanı sıra İsrail, İslam ülkelerinin bu bölgedeki gelişimine engel olmuştur. Üstelik fırsat bulduğu takdirde topraklarını genişletecektir. Her ne kadar Şiiler doğal olarak daha çok İran ile işbirliği yapıyorlarsa da Şii Hilali iddiası doğru değildir. Ehl-i sünnetten de birçok grup işbirliğini yapmaktadır.
Buna bağlı olarak İran’a göre bölgesel bir düzenin temel parametreleri ne olmalıdır?
Bu soruyu İran’ın dış politikasından sorumlu olanlara sormalısınız. Ama bana göre temel parametreler şu şekilde olabilir; bölgeye yabancı müdahalenin olmaması, su yolları başta olmak üzere bölgede güvenliği tesis etmek, ortak bir İslami pazarın kurulması, siyonist rejimle iş birliğinin olmaması, bölgesel hükümetlerin devrilmeye çalışılmaması, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın güçlendirilmeye çalışılması, kısacası İslami Cumhuriyetler Birliği gibi bir şey kurmak. Bu tür faktörler İran açısından bölgesel bir düzenin belirleyici etkenleri olabilir.
BÖLGE SİYASETİNDE TEMEL SORUN ARAP ÜLKELERİ İLE DOSTANE OLMAYAN İLİŞKİLERDİR.
İran bölgesel siyasetinin temel sorunları nelerdir? Bu siyaset nasıl bir değişim yaşamalı?
Temel sorun Arap ülkelerinin çoğuyla dostane olmayan ilişkilerdir. Bu sorun diyalog yoluyla çözülebilir.
2020’de Süleymani ve Fahrizade gibi önemli şahsiyetler suikast sonucu öldürüldü ve Natanz nükleer santrali gibi hassas yerlerde patlamalar gerçekleşti. Bu olayların İran için güvenlik zaafı olarak algılanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? İran bu saldırılara nasıl tepki verecek?
Bu olaylar düşmanın özellikle de İsrail’in İran’ın güvenlik sistemine sızdığını göstermektedir. Kesinlikle birtakım hatalar yapılmıştır. Bana göre güvenlik ve istihbarat birimlerimiz rejimi eleştirenlerden ziyade yabancı casuslardan endişe etmeliler. Bu saldırılara kesinlikle cevap verilmelidir, çünkü cevapsız kalması durumu sahte ülke İsrail’in daha da küstahlaşmasına sebep olacak ve dolayısıyla bu eylemlerine devam edebilir. Elbette bu cevabın uygun zamanda verilmesi gerekiyor. İsrail, gelecek ABD hükümetinin İran ile anlaşmasını engellemek için Trump’ın görev süresinin sonuna kadar bölgesel bir çatışma oluşturmak istiyor. Dolayısıyla İran’ın planlanmış cevabı uygun zamanda verilecektir.
*
ALİ MUTAHHARİ KİMDİR?
İran İslam Devrimi ideologlarından Murtaza Mutahhari’nin oğlu ve Eski İran Meclis Başkan Yardımcısı olan Ali Mutahhari, 3 dönem Tahran milletvekilliği yapmıştır. Şubat 2020’de gerçekleşen milletvekilliği seçimlerinde adaylığını açıklayan Mutahhari, Anayasayı Koruyucular Konseyi (Nigehban) tarafından veto edildi. Reformistlere yakınlığıyla bilinen Mutahhari, İran dış politikasına yönelik eleştirileriyle gündeme gelmektedir.
HABERE YORUM KAT