Ali Emre: Bir İnkılap Kitabıdır Kur’an!
Mustafa Celep, devrimci bilinçle yoğrulmuş ‘söz yontucusu’ şair Ali Emre’yle diri bir Kur’an sohbeti yaptı.
Ali Emre, Dünyabizim'e konuştu.
Röportajı ilginize sunuyoruz:
Yaşadığımız hayatın karakteristik vasfı, karmaşık ve kaotik bir görünüm arzetmesidir. Edebiyat uğraşının hayata bakan bir tarafı da bu tabloya bir düzen verme fikrini yazınsal manada bünyesinde taşımasıdır. Edebiyatçı yazar bir anlamda gerçekliği temel alarak yeni bir dünya kurma anlayışıyla hareket eder. Edebiyat yeni bir düzenin duygu ve düşünceler örülerek oluşturulmuş zihinsel bir bileşkesidir. Sualimiz şu veçhede: Edebi eser kurulurken sanatsal malzemeyi göz önünde bulundurarak inşa edilen bu yeni dünyada Temel hayat Kitab’ımız Kur’an’ı Kerim’in ciddi, belirleyici ve özgün konumu nedir sizce?
Hidayet, felah ve inkılap kitabı olan Kur’an, hayatın bütün alanlarını kuşatan geniş ölçekli bir furkan, işlevsel ve dönüştürücü bir perspektif sunar elbette insana. İnsanın yaratıcısıyla, kendisiyle, doğayla ve toplumla ilişkilerini düzenleyen, hayata ve tarihe müdahale eden bu yaklaşımın edebiyata da yansıması, ona da bir anlam çerçevesi kazandırması gerekir elbette. Fakat Doğu toplumları, yüzlerce yıldan beri kitap merkezli bir inşa çabasından, bu bilinçle örülmüş bir yaşayıştan uzak kalmışlardır. İman zamanla bireyselleşmiş, sosyal tevhid bozulmuş, amelli kitapsızlar ve kitaplı amelsizler arasında bocalayan bir insani iklim egemen olmuştur. Bir araya gelmesi mümkün olmayan hatta birbiriyle çelişip çatışan bir sürü anlayış Müslümanlık adı altında iç içe geçmiştir. Geriye dönüp baktığımızda; bazı parça doğrular ve güzellikler dışında, bırakın Kur’an merkezli bir yönelişi, onunla örtüşen, ona uygunluğu gözeten bir edebiyattan bile söz edilemez. İçinde yaşadığımız toplumun da Kur’an’la ciddi anlamda buluşması elli yıldan öteye götürülemez sanırım. Yüzeysel bir bağlanma ve saygıdır ötesi. Müslümanca düşünmenin ve edebiyat yapmanın öncüsü sayılan isimlerin bile Kur’an’la irtibatları zayıftır, cılızdır, hurafelerle doludur. İstikamet kazandırmaktan, kimlik ve kişilik aşılamaktan uzaktır. Bu yanılgı ve zaaflar, günümüzde de sürmektedir. Üstelik birçok insan Kur’an’ı okuduğunu, anladığını, bildiğini sanmaktadır.
Kur’an’ın reddettiği, savaş açtığı görüş ve kişiliklere sahip olanlardan geçilmiyor hâlâ gazete, dergi ve sitelerde. Üstüne bir elbise almak için elli mağaza gezenler, bir yazı ya da şiir yazmak için aylarını heba edenler, bir iki aylarını ayırıp derli toplu bir Kur’an çalışması yapmaya yanaşmıyorlar. Sağcılık, devletçilik, mezhepçilik, tarikatçılık, milliyetçilik, muhafazakârlık, particilik, sosyalizm ve liberalizm gibi bataklardan, içimizde kök salmış barikatlardan kurtulamıyoruz bu yüzden. Özgürlüğü, özgünlüğü ve devrimci duruşu yeterince önemsemiyoruz. Bunları önemseyenleri de küçümsemeye yelteniyoruz hemen. Taklitçilik, yalakalık, öykünme konusundaki korunaklarımız, birlikteliklerimiz çok zayıf. Hayat içinde belirleyici ve etkileyici olmayan bir bilinç ve inancın, edebiyatta belirleyici ve yönlendirici olması da mümkün olmuyor bu yüzden. Güzel, doğru ve değerli işler yapanları yok saymıyorum elbette bunları söylerken. Bin yıldır üşüyen bir toplumun çocuklarıyız sonuçta biz. Devrimci bir ilmihale kavuştuğumuzda, altında kaldığımız bu evi onarmamız ve ufuk insanlar çıkarmamız da kolaylaşacaktır. Zira bu güce, bu potansiyele sahibiz aslında.
Müslümanlık bilincinin suyunun suyuyla bile dikkat çekici işler yapabiliyoruz, bunu da belirtmek lazım. Doğru bilgi, doğru bilince, doğru bilinç doğru inanca, doğru inanç da doğru yaşayışa götürecektir. Kur’an’ın kılavuzluğuna gerçekten ulaşıp “herkes” yahut “hiç kimse” olmayı reddettiğimizde, onurlu ve muhkem mevzilere ulaştığımızda edebiyatımız da asmaların, tasmaların, yosmaların koynundan çıkmaya başlayacaktır.
Edebiyat, edebiyatçılar ve Kur’an denilince doğal olarak zihnimize Şuara suresi geliyor. Çokça konuşulup tartışıldı. Bildik bir soru. Şuara suresinin günümüz yazın erlerine, edebiyatçılarına, onların söz-davranış-düşünüşlerine hangi anlamları muhtevi kılıyor? Ne söyler biz edebiyatçılara Şuara suresi?
Burada bazılarının iddia ettiği gibi Kur’an, bir sanat formu olan şiiri yasaklamamakta ve şairi İslam toplumundan sürgün etmemektedir. Ayetler dikkatlice incelendiğinde görülecektir ki Kur’an o günkü müşrik şairlerin kendi hevalarına ve batıla uymaları nedeniyle azgınlık içinde olduklarını söylemekte ve böylece onlara kendileri gibi olan azgınların uyduğunu belirtmektedir. Onlar aynı zamanda güzelliğe, aydınlığa, hakka yönelmemekte; kirli vadilerde şaşkın şaşkın dolaşmaktadırlar.
Birçok kimsenin yerli yersiz gündeme getirdiği bu konuyla ilgili olarak şu hususu belirtmekte yarar var: Kur’an’ın eleştirdiği bu şairler, nüzul ortamı ve zamanı da düşünüldüğünde, sanatçı özellikli kişilerden çok, İslam düşmanlığını şiirin / sözün gücü eşliğinde yaygınlaştırmaya çalışan, vahye karşı “kara propaganda” faaliyetlerine öncülük eden satılmış kişilerdir. Egemen oligarşinin borazanlığını yapan ve kimi zaman da parayla tutulan bu etkin kişiler, günümüzdeki tabiriyle “satın alınmış medya” görevini ifa etmektedirler. Yalan sözlerle, karalama ve iftira ile, sahte gündemlerle insanları saptırmaya ve egemenlerin zulmünü pekiştirmeye çalışmaktadırlar. Yani Kur’an’daki eleştirinin doğal bağlamı, direkt olarak şairlerle ya da sanat olgusuyla ilgili değildir.
Ayetin sonunda yer alan “inananlar, iyi işler yapanlar, Allah’ı çokça ananlar ve kendilerine zulmedildikten sonra üstün gelmeye çalışanlar” nitelemeleri de edebiyat mızrakçılığı yapan, ahlaksızlıkta başkalarıyla yarışan, sevgisizlikten üşüyen, dilini ve dimağını arındırmayı hiç önemsemeyen mahallemizin çocuklarına çok şey söylüyor sanırım.
Sürekli bir koşuşturmacanın içinde çırpındığımız gündelik hayatımızda Kur’an’ı Kerim’i sıklıkla okuyor muyuz, okuyorsak daha çok hangi zamanlarda Kur’an’a vakit ayırıyoruz, Kur’an’la aşinalığımız ne derecede?
Şükürler olsun ki Kur’an’ı birlikte okuyup düşündüğümüz, Kur’an çalışmaları yaptığımız, onun mesajının tanıklığını yapmaya çalıştığımız öbeklenmelerin, çevrelerin içindeyim yıllardır. Bireysel çabaların dışında, Erkam’ın evine benzer evlerde büyütmeye, arındırmaya, yetiştirmeye çalışıyorum kendimi ve çocuklarımı.
Peygamberimiz (sav), ‘Beni Hud suresi ihtiyarlattı’ der, bir hadisinde. Bizim yanılgan, beşeri varlığımızın özünü, mahiyetini, kimyasını dönüşüme uğratacak bir ayet veya sure adı söylemeniz mümkün mü? Sizi etkileyen, hayatınızın dönüm noktası diyebileceğiniz bir ayet veya sure adı söyler misiniz?
Kur’an’a bütüncül bakmak gerekir elbette. Okudukça, ayetler üzerinde düşündükçe, onlarla amel ettikçe sürekli yeni bakışlar, güzellikler, bilinç huzmeleri parıldar önünüzde. Fakat ben edebiyatın temel enstrümanı olan “söz”le ilgili İbrahim suresindeki şu ayetleri müslüman oluşumdan itibaren önemsemişimdir: "Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir. Ki onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir. Umulur ki onlar öğüt alıp düşünürler. Kötü (murdar) söz ise, kötü bir ağaç gibidir. Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı (yerinde durma, tutunma imkânı) bitmiştir. Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve âhirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zalimleri de şaşırtıp saptırır; Allah dilediğini yapar.”
İfadelendirmek isteseniz Kur’an’da anlatılan hepimizin bildiği Yusuf ile Züleyha kıssası hakkında hikmet ve anlam açısından ne söylersiniz?
Kur’an’da bir “Yusuf peygamber” kıssası vardır fakat “Yusuf ile Züleyha” kıssası yoktur. “Züleyha” diye bir isim de geçmez Kur’an’da. Tarihi süreç içerisinde, ekleme ve uydurmalar da katılarak tuhaf bir aşk hikâyesi çıkmış ortaya. Dallanıp budaklanarak büyük bir literatür oluşmuş bu eksende. Kur’an’da “vezirin karısı” olarak geçen kadın, ahlaksız ve iftiracı biridir sonuçta. Sonunda suçunu da itiraf etmiştir zaten. Bilindiği gibi, Yusuf peygamber kıssası Kur’an’da bütüncül bir şekilde aktarılan tek kıssadır ve hikmetlerle doludur. Yusuf (as) sabrın, kendini devrimci ve özgüven sahibi biri olarak yetiştirmenin sembolüdür her şeyden önce. Bir ahlak abidesidir aynı zamanda. Kendini biriktirmiş, hayata ve çevresine dikkatli gözlerle bakmıştır. Zindanı bir medreseye dönüştürmüş; bir arınma, öğrenme ve yücelme merkezi hâline getirmiştir. Çevresindeki insanları da etkileyen bu bilinç, zamanla onu semasının tek yıldızı hâline getirmiştir. Uyanık ve onurludur aynı zamanda. Zindandan çıkarken kamuoyu önünde önce kendisinin aklanmasını istemiş, kendisine zulmedildiğini gözler önüne sererek işe başlamıştır. Allah’ın izni ve yardımıyla, yaşadığı toplumu ve dönemi iyi okumuş, özgüven sahibi bir insan olarak gelişmeleri çok sağlıklı bir şekilde yorumlamış ve etkileyici bir gelecek tasavvuru ortaya koymuştur. Kendi şartlarını belirterek yönetici olmuş ve ülkeyi bu perspektifle idare etmiştir. Kardeşlerinin yaptığı kötülüğü de açığa çıkarmış ve affedici bir insan olarak kalpleri kazanmayı bilmiştir. Yaptığı düzenlemeler, sadece yaşadığı bölgeyi değil civar memleketleri de ekonomik ve sosyal yönden etkilemiş, gündem oluşturmuştur. Bireysel ve toplumsal dönüşüme yol açan bu devrimci ve onurlu zindelik, tarihe açık bir müdahaledir. Ailesini ve özellikle de babasını unutmamıştır Yusuf peygamber. Ortadoğu’da gerçek bir “inanç baharı”nın yaşanmasını sağlayan bu portrede, sadece yüz güzelliğini değil, kişiliğe, ahlaka, sabredip direnmeye, öğrenmeye ve öğretmeye, kimlik ve kişilik aşılamaya, hem maddi hem de manevi bolluk ve berekete dönük kolektif bir güzellik bulmak mümkündür.
Edebiyatçı kimliğini haiz bir yazar, edebi eserinin mayasını, özünü, mahiyetini Kur’an’ın hangi yönüyle yoğurur, sanatının malzemesini çatarken Kur’an’da yer alan hangi kavramları esas alır?
Kur’an’ın en temel vurgularından biri ahiret bilincidir. Bu bilinç, müslümanlara hiçbir öğreti ve düzenle kıyaslanamayacak sorumluluklar yüklemesinin yanı sıra çok farklı bir hayat ve sanat algısı da sunar. En önemli vurgulardan biri de şahitliktir, tanıklıktır ki bu Hz. Muhammed’in de ilk ve süreğen sünnetidir. Yeryüzü farkındalığı sunar Kur’an insanlara. Hayatın tüm ünitelerini kuşatan bütüncül bir bilinç ve kimlik aşılar. Hakkın ve adaletin tanıklığını yapmayı öğütler. Zulme karşı durmayı, teraziyi eğiri tutanlarla, kız çocuklarını diri diri gömenlerle, atalar dinini allayıp pullayarak insanları sömürenlerle mücadeleyi öğütler. İnsanların boyunlarını çözün, der. İnsanların üzerindeki boyundurukları kaldırın der; özgürlük eylemine çağırır yani. Ekini ve nesli bozanları ifşa eder, bunu yaptıkları halde kendilerini ıslah edicilermiş gibi sunanlara karşı bilinçli ve uyanık olmaya çağırır. Yetimi, öksüzü, yoksulu, garibanı itip kakan, ahirete gerçekten inanmadığı halde dindarmış gibi görünenlere karşı bir bilinç ve direnç algısı ortaya koyar. Çoklukla övünen, sürekli mal yığan, infak etmeyen, kazancını arındırmayan kişilere karşı bir dalgakıran oluşturur. Baldırıçıplak olarak nitelenen, ayak takımı olmakla suçlanıp küçümsenen mazlum ve müstezaflara karşı gözünüzü yummayın, onlardan utanıp uzaklaşmayın, der. İşleri istişare ile yapmanın önemini vurgular. Bilmediğiniz şeyin peşine düşmeyin diyerek hakkıyla öğrenmenin, sorgulamanın kadın erkek herkes için önemini gündeme getirir. Arınmaya geniş bir yer ayırır. Kur’an’ın yarısından fazlası peygamberlerin ve diğer öncülerin kıssalarından oluşur aynı zamanda. Bu yönüyle bir inkılap tarihi kitabıdır aynı zamanda Kur’an. Müminlerin birbirlerine şefkatli ve merhametli, zalimlere karşı izzetli ve mukavemetli olmalarını öğütler. Teknik olarak butün bunlar, zaman zaman özgün bir diyalektik yapı içerisinde ve çok sesliliği gözetecek şekilde aktarılır. Hükümler mecellesi ortaya konmazdan evvel, farklı inanç ve yaşayış çizgileri kendi kadroları, öncüleri, söylemleri içinde aktarılır. Aynı zamanda onlarca mesel de yer alır Kur’an’da. Tarih, daima güncel bağlamı dikkate alınarak zikredilir. Anlatım, konu ile bütünleşecek şekilde açımlanır. Bu evren ve varoluş bilgisinin, yol haritasının ve şahsiyet inşasının edebiyatçılar için de hem tutum, hem de içerik ve anlatım açısından çok önemli ipuçları hatta ilkeler sunduğunu söyleyebiliriz. Fakat bütün bunlar üzerinde düşünüp çalışırken yoldaki işaretleri görmemiz, doğru yola doğru yoldaşlar eşliğinde koyulmamız gerekmektedir. Bu olmadığında, hemencecik ya yolu ya da yoldaşları suçlamaya yelteniyoruz çünkü.
Kur’an bir edebiyat değil hayat kitabıdır öncelikle. İşin teknik tarafı bir yana bir çoğumuzun yaşantı-tecrübe veya ilim-amel ya da söz-düşünce-davranış bütünlüğünü kurma noktasında temel zaaflarımız var. İslam dünyasının bugünkü siyasi, iktisadi, toplumsal ve kültürel durumunu göz önünde bulundurduğunuzda biz edebiyatçılar meselenin daha çok ‘edebiyat yapma’ yerinde mi takılı kalıyoruz, edebi tekniklerin hayatla olan bağsızlığını, kopukluğunu düşünürsek inanç-eylem birlikteliğinde yaşadığımız sorunlar edebiyatın sadece ‘edebiyat’ için yapıldığı anlamına gelmiyor mu? Tamamen dünyevi bir uğraş mıdır edebiyat? Edebiyatçının manevi tekamülünde hiç mi katkısı yok? Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Şu ak kâğıt, şu kara kalem de hesaba çekilecektir bir gün. Kur’an’ın muazzam ve aydınlık evine doğru kapıdan girdiğimizde, inancımız üstümüzde ateşten bir gömlek gibi durmayacaktır. İnanan ve bu bilincin içini dolduran insan sonuçta acı çekerken bile önemli bir insandır ve üstündür, değerlidir. O yüzden gelin o ipe yeniden sarılalım. Gelin dünyayı yeniden değiştirelim. Gelin Kitab’ı terk eden bu yığınlar içinde bir bilinç ve inanç intifadası oluşturalım. Gelin tertil üzere Kur’an okuyalım, her yerde Kur’an okuma grupları oluşturalım. Edebiyatımız çözülmeye değil, dirilmeye yönelik olsun. Tutunamayanlardan değil, tutulamayanlardan olalım.
Katkılarınız için teşekkür ederiz, müstefid olduk..
Ben teşekkür ederim.
Mustafa Celep / Dünyabizim
HABERE YORUM KAT