Ali Bulaç'ın muhasebeleri
Ali Bulaç, bu köşede yer alan beş (Y. Şafak; 13, 17, 22, 25, 27 Temmuz) yazım üzerine, 2-21 Ağustos tarihleri arasında 2'si 'Muhasebe', 3'ü 'AK Parti ve İslamcılık', 3'ü 'Cemaat(ler) ve devlet', 1'i 'Cemaatlerin devletle ilişkileri' başlıkları altında 9 yazı yazdı. Bir de 'sonuç' yazısı yazması beklenebilir ama bu muhtemel yazıyı (cevaplarımı içerecek olan yazılarımın tarihine denk düşeceği için gerekli olursa onun da üzerinde durabileceğimden) beklememe gerek kalmadı.
Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki, Ali Bulaç'la konuştuğumuz ve konuşabileceğimiz hususlar inancımızın özüne ilişkin hususlar değildir ve inşallah hiç olmayacaktır. Hamdolsun ikimiz de kaydi bilgi, zihniyet ve kültür olarak 'İslam dairesi'nin içindeyiz; 'fikri nesep' bağıyla hısımız, dolayısıyla 'hasım' değiliz.
Öte yandan Ali Bulaç, İslamcılık düşüncesini sureten öğrenmek ve sireten izlemek bakımından da kendisine borçlu olduğum biridir. Elbette benim İslamcılığım onun İslamcılığıyla aynı öze sahiptir ancak aynı forma sahip değildir. Ali Bulaç'ı buna 'da' bağlı olarak eleştirebilirim ama üzerimdeki hakkını inkar edemeyeceğim gibi, kendisinin 'siyaseten taraf değiştirmesi' durumunda da onu sadece 'taraf değiştirmiş biri' olarak aklımda tutar, saygımdan ve sevgimden vaz geçmem. Bu bağlamda 'Ali Bulaç' dediğim her yerde aslında 'Ali Abi' dediğimin farzedilmesini talep ederim.
İlgili yazılarımda Ali Bulaç'a neyi sorduğumu, ayrıca onun 9 yazısında da yer aldığı için tekrar etmeme gerek yok. Kaldı ki Ali Bulaç da ilk 2 yazısını muhasebe yapmaya ayırmakla konuşma konumuzu kendisinin mevcut tutumundaki 'karışıklık' ve bu karışıklığı telafi etme esası üzerine kurarak, son tahlilde 'Bugün geldiğimiz nokta benden sonrası tufan diyen; ezilenlerin, dışlananların sesine kulaklarını tıkayan ve 'Rabbena, hep bana' diyenlerin iktidarıdır. Bu iktidarı eleştirmek sol, milliyetçi, sağcı ve liberallerden önce İslamcıların görevidir. Ben bir parti veya cemaat adına değil, kendi adıma ve bireysel Müslüman kimliğimle görevimi yerine getirmeye çalışıyorum' dedi.
Daha şuracıktaki 'birey' kelimesine bakarak, Ali Bulaç'ın muarızlarınca mezkur 'karışıklık'la nitelenmesinin hiç de boşuna olmadığını, bilakis bu karışıklığa dair bilgiyi onlara doğrudan kendisinin verdiğini söyleyebilirim.
Çünkü:
1-İlk yazısında kendisini 'bireysel Müslüman kimlikle' nitelerken 6.'sında şunu yazdı: 'Şahsiyet İslam'a, birey Aydınlanma'ya aittir. Şahsiyet sahibi insan Allah'a kulluk eder, birey Allah'a meydan okur.'
2-'Lügatle pehlivanlık olmaz!' (Ali Nihat Tarlan)
Ali Bulaç'tan istirhamım, bu çelişkisini vurgulayışımı lütfen polemik yaptığıma yormasın. Şundan ki, zikrettiğim çelişki Ali Bulaç'ın son aylarda yazdığı yazılarda, paralel medyaya verdiği söyleşilerde Hizmetçileri açıkça savunduğu herkesçe görülüyor ve biliniyorken onun 'dışlananların, ezilenlerin haklarını savunma görevini yerine getirdiği' iddiasını ısrarla ileri sürmesi söz konusu karışıklığın haberi mahiyetindedir.
Öte yandan onun öncelikle zihnindeki karışıklık nedeniyle mevcut tutumundaki karışıklığa maruz kaldığı yolundaki kanaatlerini e-posta yoluyla bana iletenlerin sayısı da hiç azımsanacak gibi değildir.
Bu noktada Ali Bulaç'ın 'kötülüğü sabit olmuş bir iktidarı eleştiriyorum' demesi bu yaygın kanaati ortadan kaldırmadığı gibi, zikrettiğim yazılarındaki aşırı tekrar ve sair çelişkiler de (ki inşallah bunlar üzerinde duracağım) söz konusu durumunu belgelemektedir.
İstitraden belirtmeliyim ki, düşünen biri için çelişki de tekrara düşmek de düşünme fiilinin özüyle bağdaştığından mümkün ve makul görülebilen iki insani haldir. Bu iki hal, Ali Bulaç'ta 'muhasebe' yapma ihtiyacının tekrarıyla birleştiği için 'sorgulanabilirlik' boyutuna taşınmaktadır.
Çünkü muhasebe, hesaplardaki karışıklığı gidermek üzere yapılır. Deyim yerindeyse işlem ve rakam bolluğu muhasebe yapmayı zorunlu kılar ki, bunun aslı da muhtemel bir karışıklığın kabulünden (potansiyel bir durumdan) kaynaklanır.
Bunlardan hareketle şimdi üzülerek şunu düşünüyorum: Eğer bu zihni ve fiili karışıklık söz konusu olmasaydı Ali Bulaç 24.02 2014'te 'Belirtmek gerekir ki İslam referanslı siyasetten uzak durup ağırlıklı olarak sosyal faaliyetlere yönelen cemaat ve gruplar da bu konuda en ufak bir gayret göstermediler, 'Biz siyasetle uğraşmıyoruz' diye kamusal ve toplumsal karar alma mekanizmalarını ve süreçleri laik partilere bıraktılar, ancak son zamanlarda bunun çıkar yol olmadığını anlayıp devlet ve iktidar üzerinde imal-i fikr etmeye başladılar; biz de sosyolojinin bir parçasıyız siyasette sözümüz olmalı deyince kıyamet koptu. Bu Osmanlı-modern izdivacın çocuğu devlet 'şerik' kabul etmez' sözleriyle ortaya koyduğu 'net tutum'undan ve 'doğru yorum'undan bugün 'Hizmetçilere hizmet eden olması' hükmünü pekiştiren bir kamuoyu kabulüne maruz kalmayabilir ve yine bu bağlamda o gün 'cemaat ve gruplar da bu konuda en ufak bir gayret göstermediler' diyerek cemaatleri tek bir grupta toplayıp, külliyen 'gayretsiz' olarak nitelerken bugün 'Hizmetçiler haklı, iktidar haksız; Hizmetçiler masum, iktidar suçlu' iddiasını içeren bir ayrımı gereksinmeyebilirdi.
Yine de kendi adıma Ali Bulaç'ın muhasebesine vesile olmaktan memnuniyet duyduğumu ve inşallah bunun yukarıda anlattığım karışıklığı gidermesine, Hizmetçi tehlikeyi görmesine de sebep olmasını temenni ettiğimi belirtmeliyim.
Sair hususları ise nasip olursa izleyen yazılarımda ele alacağım.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT