Alevilerin sorunları
Alevilerin temelde sorunu Sünnilerle değil, devletledir. Bu tarihte de böyleydi, bugün de böyledir. Tabii ki Alevilerin tezlerini savunurlarken, haklı oldukları bazı noktalar vardır. Ben bunları üç ana noktada toplayabileceğimizi düşünüyorum:
1) Aleviler de, Sünniler gibi geçen yüzyılın ikinci yarısından başlamak üzere hızlı bir göç yaşıyorlar. Sünniler gibi kıra ve geleneğe göre teşekkül etmiş bulunan tarihsel davranış kodları, gelenek ve kültürel yapıları modern kent hayatına taşıyıp uyarlamak kolay olmuyor. Bizde devlet tarafından empoze edildiği şekliyle modernleşme, tarihsel mirası ve geleneği tasfiye ettiği oranda başarılı kabul edilir ki, hakikatte bunun kendini belli bir gelenek içinde üreten Batı modernitesiyle ilgisi yok. Bu bize özgü modernizasyon veya modernizmdir.
Alevilerin tarihsel-geleneksel kodları çözülürken, bunu yanlış bir biçimde Sünnilerden biliyorlar. Oysa süreç Sünnileri de çözüyor. Sorun şurada toplanıyor: Modernleşme sürecinde bizim kendimize özgü bir tecrübemiz olacak mı, olmayacak mı? Olacaksa, bunun kurucu unsuru tarihsel formlardan ibaret olan mezheplere mi, yoksa İslam'ın temel referanslarına mı dayanacak?
2) Tarihte Alevilerin uğradıkları haksızlıklar elbette büyük ölçüde siyasi iktidarlardan kaynaklanmıştır; ama tarihsel pratiğin geneline bakıldığında Sünnilerle Aleviler arasında belli rezervlerin, psikolojik ve sosyal mesafenin olmadığı da görmezlikten gelinemez. Söz konusu mesafeler eğer temelsiz ise ve sosyo-psikolojik yakınlaşmaların artarak devamı arzu ediliyorsa, bu konuda muteber İslam alimlerinin, fakihlerin ve reformist olmayan kanaat önderlerinin fikri beyanlarına, içtihat ve retoriklerine ihtiyaç var. Sünni-Alevi konusunu anlamaya çalışırken, yalnızca "siyasal dil"le yetinemeyiz, bunun yanında "dinin ve mezheplerin meşru ve birleştirici dili"ni de konuşmak zorundayız.
3) Sünnilerin en büyük sorunu, din-devlet ilişkisinin Bizantinist çerçevede kurulması; devletin sivil dine özgür ve özerk alan bırakmaya yanaşmaması ve temel hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda dini hayatı, ifadeyi, örgütlenmeyi ve siyasal/kamusal alanı düzenleme etkinliklerini dinden uzak tutmaya çalışmasıdır. Bizde laiklik, din ve vicdan özgürlüğünü koruyan, farklı din, mezhep ve felsefi gruplara karşı devletin adil tutumunu sağlayan bir ilke değil, toplumsal hayatın bütününü, insanların zihin ve ruh dünyalarını dinin etkilerinden arındıran bir enstrüman olarak algılanmaktadır ki, zaman zaman bazı Alevi önderleri de, bu aşırılaştırılmış laikliği Sünni halka karşı bir sopa olarak kullanmaktan çekinmemektedirler. Bu karşılıklı diyalog, anlama, tanıma ve ortak paydalar geliştirme süreçlerini baltalamaktadır.
Bir örnek: Oral Çalışlar, Prof. İzzettin Doğan'a "Siyasi İslam tehlikesine karşı Aleviliğin İslamiyet inancının bu toplum açısından daha birleştirici olduğunu düşünüyorsunuz" diyor. Bugün Alevi Çalıştayları'na destek veren Sayın Doğan şunları söylüyor: "Hayır, çoğulculuğu getirecek. Demokratik hayatın vazgeçilmez unsuru olan çoğulculuğu getirmesi gerekiyordu. Sünni İslam egemen durumdaydı ve yasal himayeye kavuşturulmuştu. Bu veriler karşısında siyasal İslam'ın iktidara gelme şansı vardı. Alevi İslam anlayışını ve diğer İslam anlayışlarını baskı altına alarak da iyiden iyiye yok etme tehdidiyle karşı karşıya gelebilirdi. İslam'ın diğer gelişme modellerine de az çok vâkıf olduğum için bunun demokrasiyi de beraber öldürebileceğini düşündüm. Çünkü laik cumhuriyet ile Sünni teolojinin eğer kendisi iktidara gelseydi beraber yaşama şansı olmazdı. Onlara göre Kur'an, Tanrı'nın kelamıdır. Onda yanlış olmaz. Öyleyse bütün yasaların ona uygun bir biçimde düzenlenmesi gerekiyor. Ki buna zaten şeriat diyoruz." (Radikal, 16 Kasım 2008)
Bu bakış açısı, tamamiyle resmi tezi seslendiren bir ezberdir; kelam-felsefe, fıkıh, tarih ve günün siyasi telakkileriyle ilgisi yoktur. Ayrıca yeni dünyanın dili de değildir. Bugün Sayın Doğan'ın böyle düşünmediğini zannediyorum.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT