Aksine delil olmadıkça, insanın özgürce düşündüğü esas alınmalıdır..
Pazarları, okuyucu yazışmalarından derlemelere ayrılan bir ‘Hasbihal’e daha, selâmla..
-R. Engin İzmir’den yazıyor: ‘Bir pespâye yazarı savunmak sana mı düştü, Tayyib Bey onun gibilere ‘çık-git’ demekle yüreğimize su serpti.. Sen ise, ona akıl vermeye kalkıştın.. ‘Kim konuşturdu seni?’
*Sizin gibilere verilecek en münasib cevab, ‘Pekiy, size bu mesajı birisi mi yazdırdı?’ demek olmalı; ama, yanlışa yanlışla karşılık vermek de daha bir yanlıştır.. Kaldı ki, o pespâye yazarın nasıl birisi olduğumu yazımda ben de dile getirdim. Ama, bu, ‘C.Başkanını kabul etmiyorum, tanımıyorum..’ diyenlerin ülke dışına çekip gitmesini istemek olamaz.. Ben bunu anlatmaya çalıştım.. Siz de kendi duygu ve düşüncelerinizi yazdınız, ben de..’
-T. Rıza Kınacı yazıyor: ‘Birilerini kötülüklerden kurtarmak için, mülayemet içinde tebliğ vazifemizi yerine getirmeliyiz; ama, bazıları da, birilerini illâ da Cehennem’e göndermek için çırpınıyormuş gibi bir tekfir mekanizması çalıştırmak istiyor.. Bu anlayış ve görüntü, İslam’ı ve Müslümanları anlatmaktan çok uzak değil mi?’
-Mustafa Güngör Yozgat’tan yazıyor: ‘Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e karşı takınılan tavırları anlayışla karşılıyoruz.. Çünkü, ayaklarının altından bir şeylerin kaydığını hissedenlerin sevinmesi mümkün olabilir mi? Millet, ona destek ve duasının gereklerini de yerine getirirse, o taife, zorbalıklarını Allah’ın izniyle daha da yitireceklerdir..
Ama, benim en çok hoşuma giden, Gül’ün, vereceği resepsiyona davetlileri ‘eşsiz’ olarak davet etmesi.. Çok güzel bir buluş.. Eşleriyle davet edilmemenin, ezikliğini onlar tadsın!.’
-Bülent Sayın: (Bir mizahcının annesi için ciddî olarak gözyaşı dökmek..) başlıklı yazım üzerine yazıyor: ‘Burada alkolik müşterilerimiz de var; namaz-niyazla alâkası olmayan kişiler.. Ancak, müslüman hanımların örtülerine dil uzatıldığında, hanımların İslamî örtüye kızıp, nasıl küfürler ettiklerine sürekli şâhid oluyorum.. Bu bir Türkiye gerçeğidir. Onların çocukları daha şuûrlu olacaklar. Müslümanca tepki herkesten beklenmemeli...’
-Yusuf Sevgi (aynı konuda) yazıyor: ‘İnandığı değerlere saldırılan insanın tepki vermesi tabiîdir. Ama, ölçü kaçırılmamalıdır.. Bizim farklılığımızı karşıtlarımıza hissettirmeye çalışmalıyız. Belki, onların karanlık ruhlarında da küçücük bir ışık penceresi açılır..’
-Abdullah K. (de aynı konuda) yazıyor: ‘Siz samimî duygularla meseleye hüsn-i niyetle yaklaşmışsınız. Ancak, o kişi, İslamî değerlere saldırmak için, annesini dahi malzeme olarak kullanmış olamaz mı? Üstelik son zamanlarda sizin bu hüsn-i niyetinizi gazete paçavralarında da referans olarak kullanmıyorlar mı? (B.C. vak’asında olduğu gibi..)
Şimdi de bu yazınızı müslümanlar aleyhinde kullanırlarsa, şaşmam...’
*Biz her doğruyu söylemeyebiliriz, ama söylediğimiz, doğrularımız olmalıdır.. Haa, ‘Ben Cumhurbaşkanı’nı tanımıyorum..’ diyene ‘Çık-git bu ülkeyi terk et!’ denilmesine susulmalıydı derseniz, o da bir görüştür.. Ama ben bu usûl ve uslûbu tercih ettim..
-K.Yücel Arslan (da aynı konuda) Tokat’tan yazıyor: ‘29 Agust. tarihli yazınızı gözlerim yaşararak okudum. Öyle bir mizahçıya ancak bu kadar yazılabilirdi.. Müslümanların diğerlerinden temel farklarından birisi de güzel ahlâkları olmalı..’
-Latif Büyükenek yazıyor: ‘Geçen Pazar, okurlarla ‘Hasbihal’de, size ’Eğer (…filanca lider) olmasaydı, bu yazılarınızı rumca yazacaktınız..’ şeklinde yazan okuyucuya verdiğiniz cevab ilgimi çekti. Ben de, 4-5 sene önce, BBC Newsnight programında benzer bir durumla karşılaştım. ‘Daily Telgraph’ta Doğu dünyası ile ilgili yazıları yazan bir ‘orientalist’ yazar da bana, -cehaletini göstermek için ‘oryantalist’ olmasına da gerek yoktu, amma- ‘Eğer, Osmanlı Viyana’da başarılı olsaydı, bugün biz arabça konuşuyor olacaktık!’ demişti.. Bu yazarın, Osmanlı’nın dilinin arabça olmadığını bilmediği bir yana, 500 yıl hükmettiği topraklarda, halklara din ve dil dayatmasında bulunmadığından da haberi yoktu. Aynı mantık, oryantalizmin Türkiye versiyonu olan kemalizmde de bol miktarda var. Bu kafalar, sosyal dinamikleri bile kavrayamayacak kadar zavallılar.. Osmanlı’nın dağılışında, Anadolu da evet, işgale uğradı, bir çok güçlerce.. Ancak, Türkiye’de kemalistlerin bu millete uyguladığı proğramlar, işgalcilerin bile akıl edemiyeceği kadar proğramlar değil miydi’
-Bilal Sürgeç yazıyor: ‘Dünkü yazınızda, değindiğiniz konuya ek olarak belirtmeliyim ki,
Anadolu'da, düğün davetleri çok önemlidir. Düğüne davet edilmemek, bir küskünlük ve husûmet işareti sayılır. DTP'ye uygulanan da o.. Sistemle bütünleşmiş DTP, PKK için daha olumsuzdur. Dışlanmaları ise, PKK'nın emellerine hizmet eder.’
-Cihangir Kerimli yazıyor: ‘Tıb sahasında hizmet eden bir yakınım var, şer’î açıdan endişeler taşıyor.. Diken üstünde, günah işlediğine dair.. Ama, hizmetten de zevk alıyor.. Kafasında gereksiz konulara mı yer ayırıyor, dersiniz?’
* Tıbbî bir müdahalede, bazı kimselerin behimî hislerle hareket edebileceği düşünülebilir, böyle kötü örneklerle karşılaşılmıştır da.. Ama, öylelerine farklı bir isim vermek gerekir.. Tıbbî bir zaruretin gereği yerine getirilirken, mahremiyete olabildiğince riayet, kişinin kendi vicdanına kalmış bir durumdur. Bunu sadece kanunî çerçevelerle belirlemek de kolay değildir. Kalbin kontrolü manevî terbiye ile olur..
-Mustafa Güzeler yazıyor: ‘TTK. Başk. Halaçoğlu’nun son günlerde tartışma konusu olan sözlerinde doğruluk payı da yok mu?Bizim Karadeniz’de de öyleleri olduğunu biliyoruz..’
*Elbette vardır, olabilir.. Çünkü, o büyük yıkılış sırasında, özellikle kimsesiz kalan çocukların ‘Allah’ın kullarına merhamet ediniz..’ anlayışına göre sahiblenilmesi olmuştur.. Böyle olunca da bazı ermeni veya diğer gayrimuslim çocuklarının da, onu sahiblenen ailelerin muhitinde onlardan bir ferd gibi eriyip hayata yeni kalıplar içinde devam ettikleri doğrudur.. Ama, yanlış olan şudur: ‘Kürdler gerçekte türkmendirler, alevî kürd denilenler de ermenilerdir..’ gibi genellemeler yapılması yanlış olmuştur.. Halbuki, o yıkım döneminde, kimsesiz çocukların ailelerinin Müslüman veya gayrimuslim olup olmadıklarına bakmadan türkçe, kürdçe çerkezce, lazca, arabca, arnavutça vs. konuşan veya şu veya bu mezhebe mensub ailelerin içinde yetiştirilmiş olabilir.. Ve bunlardan pek çok örnek hemen her yerde vardır da.. Bu, ırkçı yaklaşımla değil, insanî yaklaşımla ele alınmalıdır..
TTK Başkanı ise, görüşünü resmî ideoloji, yani yanlış bir temel üzerine oturtmuştur..
YAZIYA YORUM KAT