1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Aksa Tufanı ile başlayan direniş Siyonistlerin hiç şahit olmadığı kadar güçlü!
Aksa Tufanı ile başlayan direniş Siyonistlerin hiç şahit olmadığı kadar güçlü!

Aksa Tufanı ile başlayan direniş Siyonistlerin hiç şahit olmadığı kadar güçlü!

Talha İsmail Duman, 7 Ekim'den bu yana yaşananların II. Nekbe olarak tanımlanmayı hak ettiğini ancak bu sefer önemli bir değişiklik olduğunu ifade ediyor...

29 Haziran 2024 Cumartesi 17:45A+A-

Talha İsmail Duman / Kriter

Nekbe’nin tarihçesi: “Geri Dönüş Hakkı” marjinalleşiyor mu?

15 Mayıs 1948, Filistin halkının kolektif hafızasında kritik bir dönüm noktasına işaret etmektedir. Siyonist çetelerin Filistinlilere yönelik toplu katliamlarını ve tehcir politikalarını temsil eden bu tarih, her yıl “Nekbe (Büyük Felaket)” olarak anılmakta ve “geri dönüş hakkı” motivasyonuyla Filistin mücadelesinin önemli bir parçası kılınmaktadır.

İsrail’in “bağımsızlığı”nı ilan etmesiyle sistematik bir hal alan işgal ve tehcir süreci, bir milyona yakın Filistinlinin topraklarından çıkartılarak mülteci konumuna düşmesine, ileride İsrail ordusu adını alacak olan çetelerin onlarca katliama imza atmasına ve beş yüze yakın Filistin köyünün haritadan silinmesine neden olmuştur.

Siyonistleri cesaretlendirme fonksiyonu

Nekbe, siyonizmin işgalci-sömürgeci ajandasının ve on yıllara yayılan yıpratma stratejisinin bir neticesidir. Filistin topraklarında “Yahudi Devleti” kurma idealini gerçekleştirmek için uzun vadeli hesaplar yapan siyonistler, İngiliz manda yönetiminin göz yumması sayesinde bir yandan Filistinlilerin evlerini ve topraklarını gasp etme yoluna gitmiş diğer yandan da dünyanın dört bir tarafından taşınan Yahudi nüfusu üzerinden demografik bir dönüşüm sağlamayı amaçlamıştır. Henüz daha 1930’larda Hagana çetesi, Filistin coğrafyasına ve nüfusuna ilişkin köy ve kasaba dosyaları hazırlamış, 1936-1939 arasındaki Büyük Filistin İsyanı’na katılan kişiler hakkında listeler oluşturulmuştur. Dolayısıyla, Nekbe’ye giden süreç bir anda ortaya çıkmamış, içeriden ve dışarıdan sağlanan desteklerle uzun zamana yayılan etnik temizlik projesi olarak temeli erkenden atılmıştır. 29 Kasım 1947 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen Taksim Planı ise bu gasp ve işgal operasyonunun “uluslararası meşruiyet kılıfı” olmuştur. Çok sayıda göç dalgasına rağmen azınlık olmaya devam eden Yahudilere Filistin’in yüzde 56’lık kısmını vermeyi öngören bu plan, siyonistleri daha fazlasını talep etme konusunda cesaretlendirmekten başka bir fonksiyona sahip olmamıştır.

“Filistin işgalinin A Planı” olarak adlandırılan Dalet Planı gibi girişimlerin 1948’den çok daha önce tasarlandığı hesaba katıldığında, Taksim Planı’nın siyonistlerin etnik temizlik hedefleri için hızlandırıcı bir basamak olduğu daha net görülmektedir. Nitekim 9 Nisan 1948 tarihinde yaşanan Deyr Yasin katliamı, korku atmosferi doğurarak Filistinlilerin yerlerinden edilmesinde önemli bir eşik olmuştur. Siyonist çeteler, bu stratejilerine rağmen evlerini terk etmeyen Filistinlileri ise çeşitli katliamlara başvurarak zorla yerlerinden çıkarmıştır. Tüm bunlara Arap ülkelerinin İsrail’i durdurmak için göstermelik adımlarla yetinmesi eklenince, Nekbe Filistin halkı için uzun vadeli bir felakete dönüşmüştür. Kısacası, siyonistlerin Batı’yı arkalarına alarak her türlü katliama başvurma pervasızlıkları, Müslüman ülkelerin siyonist oluşuma karşı kararlı ve caydırıcı bir duruş ortaya koyamamaları ve yerel direniş yapılanmalarının azlığı/yokluğu, İsrail’in zulümlerini tahkim etmesine ve Nekbe’nin Filistin tarihinde trajik bir yer edinmesine kapı aralamıştır.

Kağıt üzerinde kalanlar

76 yıl boyunca Filistin kolektif hafızasının canlı tutulması için önemli bir araç olarak değerlendirilen Nekbe anmaları, süreç içerisinde farklı evrelerden geçmiştir. İlk senelerde, “geri dönüş hakkı” basit bir slogan olmaktan öte Filistinli mültecilerin zihninde gerçek bir olasılık olarak karşılık bulmuştur. Filistinlilerin göç etmek zorunda kaldıkları topraklara dönüşünü ve Kudüs'ün uluslararası bir yönetime kavuşmasını içeren BM Genel Kurulu’nun 194 no’lu kararı, uluslararası hukukun da Filistinlilerin yanında olduğu izlenimini oluşturmuştur. Ancak, geçici mülteci kamplarını terk ederek topraklarına dönecekleri günü bekleyen Filistinliler, yıllar geçtikçe bölge ülkelerinin İsrail sorununa ilişkin gerçekçi bir mücadele geliştirme niyetinde olmadığını ve uluslararası hukukun da sadece kağıt üzerinde kaldığını fark etmiştir. Nihayetinde, Suriye’den Ürdün’e, Lübnan’dan Filistin içerisindeki farklı bölgelere kadar onlarca mülteci kampı görece kalıcı hale gelmiştir. Her şeye rağmen, Nekbe yıl dönümleri, umut ve hayal kırıklıkları arasında gidip gelen dalgalı bir seyir izlese de, İsrail’e karşı önemli bir direniş aracına dönüştürülmüştür. Toplumsal hafızanın nesilden nesile aktarılmasını mümkün kılan bu kararlılık, Filistinlilerin üzerlerinde taşıdıkları anahtarlarla sembolik hale getirilmiş ve geri dönüş idealinin söylemsel dinamizmini korumuştur.

1960’larla birlikte Filistinli direniş gruplarının ortaya çıkması, Nekbe yıl dönümlerinin daha işlevsel hale gelmesine ve “geri dönüş hakkı”nın mümkün olduğuna dair umutların yeniden yeşermesine imkan sunmuştur. 1960-1985 arasında Filistin’de aktif direnişçiler ve pasif direnişçiler olarak sınıflandırabileceğimiz iki kanat sahada öne çıkmıştır. Daha çok sol/sosyalist ve nasyonalist grupların başını çektiği aktif direnişçiler, silahlı mücadeleyi merkeze almaları ve İsrail’e karşı en net direniş pratiklerini ortaya koymaları bakımından Filistin hafızasında kayda değer bir yer edinmiştir. İslami grupların yer aldığı pasif direnişçiler kampı ise silahlı mücadeleye başvurmaksızın toplumsal ve kültürel çalışmalarla “geri dönüş” söylemine katkıda bulunmuştur. İsrail’in 1956’da Han Yunus’ta, 1967’de Kudüs’te ve 1982’de Beyrut’ta başvurduğu toplu katliamlara rağmen, Filistin halkının umudunu kaybetmeyerek mücadeleye olan inancını muhafaza etmesinde bu direniş gruplarının oldukça kritik etkileri olmuştur.

Diğer yandan, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) 1985’ten sonra görünür hale gelen “uzlaşmacı” yaklaşımı, Nekbe’nin farklı bir aşamaya evrilmesine kapı aralayan yeni bir denklem oluşturmuştur. Oslo barış görüşmelerine giden konjonktürde HAMAS ve İslami Cihad gibi İslami hareketler direnişçiler kampına dahil olurken, FKÖ merkezli grupların birçoğu İsrail ile masaya oturmanın imkanı üzerine kafa yormuştur. Filistin yönetiminin kurulmasıyla neticelenen bu süreç, hem Filistinli gruplar arasındaki bölünmeleri derinleştirmesi hem de İsrail’in Filistin toprakları üzerindeki işgalini tahkim etmesi bakımından, “geri dönüş hakkı” söylemini marjinalleştiren bir kabullenme atmosferi oluşturmuştur. Bu sayede, İsrail bir yandan ilhak politikalarına hız vermiş, diğer yandan da kendi geleceği için riskli gördüğü kişileri ve grupları Filistin yönetimi aracılığıyla baskı altında tutmuştur.

İspanya'da Filistin'e destek

İspanya'da Nekbe'nin 76. yıl dönümünde Filistin'e destek gösterisi düzenlendi. (Lorena Sopena / AA, 18 Mayıs 2024)

 

Aksa Tufanı operasyonu öncesi durum

Düzenli çatışma ortamından yorulan Filistin halkının barış ihtimaline açtığı kredi, 2000’deki Camp David Görüşmeleri’nin başarısızlıkla sonuçlanması ve İkinci İntifada’nın patlak vermesi ile birlikte kısa ömürlü olmuştur. İsrail’in anladığı tek dilin direniş olduğunu bir kez daha fark eden Filistinliler, bu dönemin ardından HAMAS önderliğindeki direniş kampına daha fazla alan açmaya karar vermiştir. Filistin yönetiminin tüm boyun eğici tavrına karşın HAMAS’ın direniş merkezli bir siyasi tasavvura sahip olması, Gazze başta olmak üzere Filistin’in farklı bölgelerinde “geri dönüş hakkı”nın yeniden mücadelenin bir parçası olarak yüksek sesle ifade edilmeye başlamasını sağlamıştır. Bu gelişmelerden rahatsız olan İsrail’in 2008, 2012, 2014 ve 2021’de Gazze’ye yönelik yaptığı saldırıların temel motivasyonu da Filistin toplumu nezdinde direnişi mahkum etmek olmuştur.

Aslında, 2005 sonrasında Filistin yönetiminin pasif tutumunu avantaja çeviren İsrail, Batı Şeria ve Kudüs’te yasa dışı yerleşimleri genişletme, askeri işgali normalleştirme, ilhak politikalarına hız verme ve baskınları artırma stratejisi takip etmiş, Filistinlilere ilişkin tüm gündem maddelerini İsrail siyasi söyleminin dışına itmiştir. Dolayısıyla, Gazze’deki HAMAS iktidarını devirerek direnişi mücrimleştireceği bir konjonktür ihdas edebilmesi durumunda Nekbe’nin tüm sürecini tamamlayacağına inanmıştır. Bu sebeple, Gazze’yi açık hava cezaevine çevirmek için ambargo ve ablukayı yoğun bir şekilde uygulamıştır. Batılı aktörlerin pek çoğunun da desteğini alan bu politika, 2010’larla birlikte yeni bir aşamaya geçmiş, bazı Müslüman ülkelerin İsrail ile normalleşme sürecine girmesi sağlanmak istenmiştir. Bu sayede hem İsrail’in “ezici galibiyeti”nin ispatlanması hem de direnişin son temsilcisi olan Filistinli grupların marjinalleştirilmesi hedeflenmiştir. Bunun neticesi olarak ise Nekbe’nin nostaljik bir anma merasimine dönüşeceği ve “geri dönüş hakkı”nın işlevsiz bir söylem olarak tarihin çöplüğüne karışacağı varsayılmıştır. Fakat, tüm bu hesaplar 7 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirilen Aksa Tufanı Operasyonu ile ters yüz edilmiştir.

7 Ekim Operasyonu’nun, İsrail’in Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Fas, Bahreyn gibi bazı ülkelerle yaptığı/yapacağı normalleşme anlaşmaları ve Gazze’ye düzenlemeyi planladığı geniş çaplı operasyon bağlamında bir “önleyici savaş” niteliğinde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Kimileri için bir “intihar” olarak görülen bu saldırılar, sekiz aydır devam eden Gazze Savaşı’nı başlatması ve İsrail’in katliamlarına neden olması bakımından bazı eleştirilere maruz kalmıştır. Bugün Gazze’de yaşanan insani dram, “İkinci Nekbe” olarak adlandırılmayı hak edecek kadar korkunç boyuttadır. Fakat, “Birinci Nekbe”den farklı olarak, ne Gazze halkı topraklarından çıkmayı tercih/kabul etmekte ne de İsrail direniş gruplarına boyun eğdirebilmektedir. Tıpkı 1948’te olduğu gibi İsrail soykırım niteliğinde sistematik saldırılara başvurmakta, bölgedeki Müslüman ülkeler ise pasif bir şekilde süreci izlemekte ve uluslararası hukuk sadece kağıt üzerinde kalmaktadır. Ama bu sefer farklı olan şey, Filistin’in yerel direniş dinamiklerinin hiç olmadığı kadar güçlü olmasıdır. İsrail, tüm saldırılarına ve terör faaliyetlerine rağmen Gazze için açıkladığı hedeflerin neredeyse hiçbirini yerine getirememiştir. Ne rehinelere ulaşabilmiş ne HAMAS yönetimini devirebilmiş ne de Gazze halkını yerinden edebilmiştir. Aksine, Ramzy Baroud’un ifadesiyle, “İsrail istemeden de olsa Filistin halkıyla olan savaşında reset düğmesine basmış ve sözde çatışmayı en başa döndürmüştür.” Dolayısıyla, Filistin kolektif hafızasını yeniden canlandıran bu tarihi direniş, tüm yıkım ve katliamlara karşın Filistin tarihinde Nekbe’ye ilişkin yeni bir denklem oluşturma ve “geri dönüş hakkı”nı mümkün kılma potansiyeline sahiptir.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum