Aksa seferberliği
Son yıllarda en sık duyduğumuz ifadelerden birisi ‘Aksa tehlikede’ ifadesidir. Buna rağmen yerli ve yabancı basın yayın organlarını taradığımızda karşımıza birinci haber ya İran’ın füze denemesi ya da Merkel’in seçimleri kazanması çıkıyor.
Elbette onlar da mühim haberler. Lakin İslam alemi açısından baktığımızda en önemli haber, Yom Kippur (Gufran Günü)’a denk gelen 27 Eylül (2009) günü; bu günün anlam ve önemine binaen kendilerine Mabet Bekçileri adını veren aşırı Yahudilerin Mescid-i Aksa’yı işgal etme teşebbüsleridir. Turistlerin de eşliğinde kutsal mekana giren ve hürmetsizlik eden aşırı Yahudilere polis de yardımcı olmuş ve onlara müzaheret etmiştir. Bu hadise 1969 yılında gerçekleştirilen Aksa’nın minberinin yakılması hadisesinin kırkıncı yılının akabine denk gelmiştir. Elbette bir tesadüf değildir. Bir başka tarihi önemli kesişme noktası ise 1973 yılında yapılan Ramazan Savaşıdır. 1973 Ramazan Savaşı, Yahudi takviminde Yom Kippur’a denk gelmiştir. İşte 27 Eylül, onun da sene-i devriyesi idi. Zaten bu çirkin eylemi, Mescid-i Aksa’ya girme ve burasını kendilerine maletme amacıyla yapmışlardır. Bir diğer rastlantı olmayan rastlantı ise, 9 yıl önce -hâlâ bitkisel hayatta olan- Şaron’un 28 Eylül tarihinde (2000) Mescid-i Aksa’nın haremini ihlal etmesine denk gelmesidir. Bu meyanda aşırı Yahudiler Şaron’un sünnetini/çığırını ihya etmişlerdir. Dolayısıyla 27 Eylül, tarihte Aksa ile alakalı olarak olayların düğümlendiği bir tarihtir ve bu günde aşırı Yahudiler Aksa’yı Yahudileştirmek için büyük bir hamle yapmışlardır. Filistinliler ise polisle işbirliği içinde aşırı Yahudilerin bu girişimini püskürtmüşlerdir. Göğüslerini siper etmişler ve gerekirse Aksa’ya bedenlerini feda edeceklerine söz vermişlerdir. Raid Salah’a göre Filistinliler, Aksa’yı varlıklarını beşeri kalkan yaparak koruyor ve kolluyorlar. İkinci İntifada, Şaron’un sözkonusu çirkin baskını sonucu başlamıştır. Yahudilerin bu girişimiyle birlikte Filistinliler bu defa yeni bir intifada başlatmasalar bile Aksa için seferberlik hali başlatmışlardır.
Aksa gayet ciddi bir tehlike ve taarruz altındadır. Filistinliler, 27 Eylül’de (2009) bu saldırıyı püskürtseler bile ardı arkası kesilmeyen bir saldırıdır. Raid Salah’a göre, Doğu Kudüs’ün oranı ve alanı yüzde 12’ye kadar düşmüştür ve İsrail Mescid-i Aksa’yı yeraltından ve yerüstünden kuşatmaya devam etmektedir. Aksa’nın kalbine ulaşmaya çalışıyor. Araplara ait Doğu Kudüs’ün alanı giderek küçülürken İsrail burasını yutarak Büyük Kudüs’e ulaşmayı hedefliyor. İsmail Cem’in Arafat’la 2000’i yılların başlarında Ramallah’daki görüşmesinde teklif ettiğini şimdi Yahudiler zorla gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Bu da İkrime Sabri’nin de işaret ettiği gibi, Halil kentindeki İbrahim Camii’ne yaptıkları gibi Harem-i Şerif’i de ikiye ayırmak ve bir kısmının üzerinde Süleyman Mabedini veya bir havra inşa etmektir. Her geçen gün bu şuur altlarındaki plana bir adım daha yaklaşıyorlar. Herhalde ‘İslamonline.net’ sitesinin yapmış olduğu anket veya alan taraması ve yoklaması bunu gösteriyor olsa gerektir. Ankette temel alınan ve sorulan soru şu: Kudüs ebedi olarak kaybedildi mi? İşte bu soruya verilebilecek en güzel cevap ve mukabele Aksa seferberliği ilan etmektir. Netanyahu ve öncesinde Ehud Olmert, İsrail’i katıksız Yahudi devleti olarak tanımlıyor ve Araplardan ve dünyadan da öyle tanımalarını istiyor. Elbette ki katıksız Yahudi devletinin tek taraflı ‘başkenti’ ilan edilen Kudüs de Aksa’sıyla birlikte katıksız bir Yahudi mabedi haline getirilmek istenmektedir. İşte burada yapılması gereken, bütün Müslümanların Filistinlilerin Aksa seferberliğine iştirak etmeleri ve onları bu mücadelede yalnız bırakmamalarıdır.
Lakin burada iki engel var. Veya iki duyarsızlık. Bunlardan birisi, ne olursa olsun Filistinlilerin Aksa’ya olan ilgilerini azaltan kardeş kavgalarına son vermeleridir. Bunu mutlaka bitirmek gerekiyor. Bunu bitirmek de, Filistin halkının dostlarıyla birlikte birincil görevidir. İkincisi de, bir Arap şiirinde söylendiği gibi ‘ölü sızı hisseder mi?’ sözünün bağlamında üzerine ölü toprağı serpilen Arapların intibaha gelmeleridir. Lakin onlar siyasi sarhoşluğu tercih ederek Filistin meselesini unutmak istemektedirler. Ellerindeki mevcut lezzetlerin ve nimetlerin hazzına varmak için Aksa meselesini unutmaları gerekiyor. Aksi takdirde hiçbir şeyden haz ve zevk alamıyorlar. Onlar da büyük çapta öyle yapıyorlar. Rıdvan Seyyid’in ifade ettiği gibi, bu yüzden Araplar siyasi olarak hezimetten hezimete yuvarlanıyorlar. Mısır’ın yanlış politikası ve yanlış aday seçimi yüzünden Faruk Haseni UNESCO başkanlığını Bulgaristan lehinde kaybetti. İkincisi de, Obama bile İsrail’in yeni yerleşim merkezlerini durduramadı. İsrail engel tanımıyor. İşin komik tarafı Arap Birliği tarafından 2009 yılında Kudüs, Arap kültür başkenti ilan edilmişti. 2010’da da sıra İstanbul’a geliyor. İstanbul da Avrupa başkenti oluyor. İnşallah Kudüs’ten ders alır ve bu münasebeti İstanbul’un ruhuna uygun etkinliklerle idrak eder ve anarız. İstanbul’un lehine kullanırız.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT