AKP ve vesayet rejimi (II)
Türkiye'de vesayet rejiminin ya da statükonun en önemli savunucuları, Kemalizm'in otoriter yorumuna bağlı olan bürokratik ve siyasi güçler.
Statükonun "sınıfsal" dayanağı, servetlerini ithal ikamesine dayalı kalkınma politikaları döneminde, devlet desteğiyle yapmış olan İstanbul merkezli büyük sermaye. Toplumsal tabanında ise çoğunlukla kentli, eğitimli ve laikliği dinden uzaklaşma olarak anlayan kesimler var. Statükonun uluslararası alandaki baş müttefikleri ABD'de Neocon'lar ile İsrail lobisi, AB'de Sarkozy zihniyetini paylaşanlar, İsrail'de Filistinlilerle barış yapmamaya yeminli Siyonistler olarak sıralanabilir.
Düzenin değişmesinden yana olan güçler ise, esas olarak, vesayet rejiminin mağdurları. Bunların başta gelenleri dindar Sünniler, Aleviler, Kürtler ve gayrimüslimler. Ne var ki bu kesimler tek sesle konuşmadıkları gibi, birbirlerinin taleplerine yabancı. Dindar Sünnilerin çoğu, dini özgürlüklerine getirilen kısıtlamalardan şikayetçi, ama ötekilerin mağduriyetlerine kayıtsız. Alevilerin çoğu Aleviliğin resmen tanınmasını istiyor, ama Sünniler üzerindeki yasakçı uygulamalara itiraz etmiyor. Kürtlerin hepsi Kürtlüğün resmen tanınmasını talep ediyor. Ama bir kısmı buna hizmet ettiği gerekçesiyle PKK'ya yakın, daha geniş bir kısmı ise telafi edilmez zararlar verdiği için PKK'ya uzak duruyor. En güçsüz konumdaki gayrimüslimlerin talepleri fazla yankı bulamıyor.
Değişimden yana olan "sınıfsal" güçlerin başta geleni, iş adamlarından ve profesyonel meslek sahiplerinden oluşan Anadolu seçkinleri. Vesayet rejiminin en amansız eleştirmenleri ise, muhakkak ki, Türkiye'nin AB standartlarında bir demokrasi olmasından yana yazan ve konuşan aydınlar. Ama onların da farklı eğilimleri var. Aralarında milliyetçilik değilse de, laikçilik kuvvetli bir damar. Statükonun değişmesinden yana olan güçlerin uluslararası müttefiklerinin başında ABD'de Obama yönetimi ile Türkiye'nin birliğe katılımından yana olan AB elitleri var.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) liderliği, işte böyle bir ulusal ve uluslararası güçler dengesinin belirlediği koşullarda, sadece hükümet değil iktidar da olmanın, kendi anlayışıyla demokratik, kalkınmış ve güçlü Türkiye vizyonunu hayata geçirmenin mücadelesini veriyor. İşi hiç kolay değil. Güçlüklerinin bir bölümü kendi tabanından ve kadrolarından kaynaklanmakta. Vesayet düzeninin asıl mağdurları olan yoksulların desteğiyle iktidar oldu. 2008'de girilen ağır ekonomik krizin aşılamaması durumunda iktidarı kaybedebilir. Her ne kadar bütün bölgelerden, bütün kesimlerden destek görüyorsa da, düzenin mağdurlarını birleştirme yeteneği zayıf. Zira parti saflarında laikçilik reddediliyorsa da, Sünni-Türk milliyetçiliğine bağlılık azımsanır gibi değil. Parti kadrolarının özgürlükçü ilkeleri sindirmiş oldukları söylenemez. Bunların önemli bir kısmı, iktidarın nimetlerinden yararlanmaya devam için statükoyla uzlaşmaya hazır.
AKP'nin güçlüklerinin çok daha çetin olanları, kuşku yok ki muhaliflerinden kaynaklanmakta. AKP iktidarı 2002-2005 arasında statükoyu değiştirmek için AB'ye katılım sürecinden yararlandı. AB'de yükselen Türkiye muhalefetiyle darboğaza giren katılım sürecinden cesaretlenen statüko yandaşlarının askeri ve yargısal darbe tehditleri altında, 2007'de ortaya attığı yeni demokratik anayasa fikrini rafa kaldırmak zorunda kaldı. 2009'da başlayarak, bir seçim daha kazanmasının, politikalarını hayata geçirmenin başka yolu olmadığını görerek, demokratik açılımı, buna bağlı olarak kısmi ve sonra toptan yeni anayasa fikrini gündeme sokma arayışında.
AKP hükümetinin yanlışları eleştirilmeli. Hükümet de bunlardan yararlanmalı. Ama özgürlük ve demokrasiden yana tavır alanlar eleştirilerinde gerçekçi, adil, insaflı ve teşvik edici olmalı. Zira eğer statüko değişecekse, günümüz koşullarında bunun yolunu açabilecek yegane siyasi gücün AKP olduğu muhakkak.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT