AKP ve bütünleştirici kutuplaşma
Başlıktaki söz açıkça çelişki içeriyor ve ancak milliyetçi bir jargonda anlamlı olabilirmiş gibi duruyor.
Millilik uzunca bir zamandır birçok ülkede hem bütünleştiriyor hem de bunu azınlıkları bastıran bir kutuplaştırma üzerinden yapıyor. Ama bu genel gözlemin dışına çıkıp, Türkiye’ye bugünün yaşanan gerçekliği içinden baktığımızda da, benzer bir durumun olduğunu görüyoruz: AKP hükümeti Başbakan’ın ağzından istikrarlı biçimde bir kutuplaştırıcı dil kullanıyor ve aynı zamanda da kendi tabanını konsolide etmekle kalmayıp genişletiyor. İşin ilginç yanı AKP, milliyetçi sayılmayacak, hele Türkiye’nin geçmişi ve ideolojik zemini veri alındığında birçoklarına göre bayağı ‘gayrı milli’ bir parti. Diğer deyişle ortada bir kutuplaşma varsa eğer, bunun reform ve değişim yanlısı bir taban yaratmak gibi şaşırtıcı bir etkisi olduğunun altını çizmek durumundayız.
Meseleyi toplumsal temel açısından irdelediğimizde aslında tablo yeterince açık… Ülke bir vesayet rejiminden kurtulurken, geleceği özgürleştirici bir dönem olarak tasavvur eden çoğunluk doğal olarak kendi kaderini AKP iktidarına bağlamış durumda. Bugün İslami duyarlılık taşıyanların neredeyse tümü ile Kürt kimliğini taşıyanların kabaca yarısı bu partiye oy veriyor. İki grup arasında bir örtüşme olsa da, bu durum iktidarın dışlanmış ve eski rejim tarafından ideolojik olarak reddedilmiş talepleri kuşatabilme yeteneğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla AKP işin özünde hakkını geri isteyenlerin hareketi ve birikmiş bir öfkeyi siyaset alanına taşıyarak massediyor. Öte yandan iktidar bu süreçte devleti korumanın ve onu tedrici bir biçimde dönüştürmenin peşinde. Söz konusu tercih İslami kesime fazlasıyla uygun, çünkü devletsizliğin çaresizlik ve kayboluş anlamına geldiği bir gelenekten geliyorlar. Oysa Kürtler sabırsız, çünkü tarih onlara haklarını şartların olgunlaştığı bir noktada alamadıkları takdirde hiç alamayabileceklerini hatırlatıyor. Siyasi iktidar bu iki eğilim arasında bir denge tutturmak ve üstelik buradan bir birliktelik enerjisi üretmek zorunda… Bu nedenle geleceğe ve değişime yönelik tehditlerin azaldığı ortamlarda hükümetin işi psikolojik olarak daha zor… Buna karşılık reformlar üzerinde tehditlerin oluştuğu her dönem, İslami ve Kürt ruh halinin birbirine zımnen yakınlaşmasına neden oluyor. Kısacası eğer karşınızda değişim ve reform karşıtı birileri varsa, AKP için kutuplaşma epeyce yararlı bir konum ve kolaylıkla inşa edici bir stratejiye dönüşebiliyor. Gezi olayları bunun bariz bir örneği oldu. Sonrasında bazı Kürt siyasi liderlerinin cılız apolojetik söylemi tabanda yaşanan gerçekliği değiştirmiyor: Gezi olayları İslami ve Kürt duyarlılığını toplumsal zeminde yan yana getirdi, çünkü her ikisi de bu olaylarda kendi geleceklerini tehdit eden unsurlar gördüler.
Söz konusu dinamiği kavradığınızda, iktidarın taktiği aslında pek de karmaşık değil. ‘Karşı’ tarafın kutuplaşmacı olduğunu gösterebildiğiniz ölçüde kendi tarafınızı kutuplaştırmak meşru hale geliyor. Çünkü sonuçta ortada simetrik olarak alınabilecek iki bakış değil, vesayetçi yaklaşım karşısında özgürlükçü bir düzen arayışı var. Böyle bir durumda hükümetin sertliği ve ayrıştırıcı dili, tabanda geleceği taşıma ve meşruiyete sahip çıkma iradesi olarak algılanıyor. Böylece hükümetin beceriksizliği, duyarsızlığı, kötü yönetimi ve otoriter dili önemini kaybediyor. Bu arada Gezi türü bir olayın çıkışına mündemiç olan yeni bakış da haliyle güme gidiyor. Ama bu sonuç için en son eleştirilecek aktör herhalde AKP olmalı, çünkü hükümet karşıtları kendi elleriyle ‘iyi’ olanı boğup kirli bir ırmağa atmış durumdalar.
Sonuçta kutuplaşma AKP’nin işine geliyor, ama bunun nedeni ‘karşı’ tarafın niteliği. Eğer farklı bir muhalefet olabilseydi, hükümet tam aksi yönde bir dil geliştirirdi. Ancak siyasetin düzeyi bu olduğu sürece AKP şu anki stratejiyi bir süre daha götürecektir. Çünkü siyasi alandaki kutuplaşma eğilimi AKP tabanında konsolidasyonun ötesinde, laik kesimi hayali bir dünyada oyalıyor ve onları siyaset dışına atıyor. Laik kesimin önemli bir kısmı, kendi ruh hallerine ve cemaatçi davranış kalıplarına bakarak, siyasetteki kutuplaşmanın aynen toplumda da olduğunu sanıyorlar. Ama olduğu kadarıyla bu kutuplaşmanın kendilerini marjinalleştirdiğini fark etmiyorlar. Kutuplaşmaya takılıp siyaseti orada arayanlar, aslında siyaseti ellerinden kaçırıyorlar. ‘Yeni’ Türkiye kutuplaşma üzerinden değil, melezleşme üzerinden doğuyor. Kutuplaşma metaforu ise, giderek bu gerçekliği anlamayanların afyonu olarak işlev görüyor.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT