AKP Karşısında Dik Duramayan ve Eğilen AB
Sadece uzun yıllarını değil belki de hayatını Türkiye’nin AB’ye girmesine adamış isimlerden biri olan Cengiz Aktar bile gidişattan son derece rahatsız. Türkiye’yi AB kriterleri doğrultusunda hizaya çekmekle görevli olduğunu unutmuşçasına yazıp çiziyor şu sıralar. Brüksel’de toplanan Mülteci Zirvesi’nde alınan kararlar Aktar’ın AB’ye olan inanç ve saygısını inkâra kadar götürmüş anlaşılan.
Türkiye’yi içine düşürdükleri ‘tehlikeli yalnızlık’tan kurtarıp ‘dostluk’ kurmaya mecbur kalan mülteci akınını durdurma karşılığında başta vize muafiyeti olmak üzere epeyce bir faslın müzakere kapısını açan AB’ye şöyle öfke kusuyor: “Taraflar ahlâksız bir münasebet içerisindeler, ama söz konusu çıkarlar olunca o kadar olur.”
AB’nin İlacı Olsa…
Çok enteresandır varlıklarını ahlakdışı değerlerin hegemonyasını güçlendirmek üzere kuran AB misyonerleri tersine dönen mülteci şantajını ‘ahlaksız münasebet’ olarak niteliyorlar. Bu güzergâhın diğer yolcuları da farklı türküler çığırmıyor şimdilerde. PKK’nın özyönetim seferberliğine lejyoner yazılan HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin tartışmalar ister istemez kimi yüzleri AB’ye doğru çevirdi.
Bu konuda Sırrı Süreyya Önder’in sarf ettiği cümleler HDP’lilerin de ümitlerinin sıfıra yakın bir irtifada seyrettiğini ortaya koyuyor. “AB siyaseten takatsiz kalmış durumda. AB'den yardım bekleyen Azrail’den can dağıtmasını bekler. Ne kadar çaresiz olduklarını mülteci pazarlıklarında gösteriyorlar.” AB’yi Fethullahçı yayın organlarının durumu, PKK ve HDP’nin hareket serbestisi noktasında Türkiye’ye baskı yapması noktasındaki çağrılara Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maizières şöyle mukabele ediyordu: “Biz insan hakları konusunda hakem değiliz.”
AB’nin süngüsü düşmüş, beka kaygısıyla kıvranıyor olmasa bu kadar sinik bir tutum takınabilir mi? Diğer taraftan Türkiye hem içeriden hem de dışarıdan kurulan tuzakları boşa çıkartabilecek bir iradeyi gösterememiş olsaydı ilişkilerde bugünkü dengeler kurulabilir miydi? Bu tabloyu ortaya çıkaran esas gerekçe şu: Mülteci akınıyla içine düştüğü panik hali AB’nin parçalanma veya en azından uzun dönemli bir kaosa sürüklenme ihtimalini giderek güçlendiriyor. AB bölgesini savaştan kaçan mültecilerden tamamen arındırıp Türkiye’nin bir mülteci kampına dönüştürülmesi tuzağı boşa çıktı.
Unutulan en temel hususlardan birini de şöyle hatırlatalım: AB’nin Türkiye karşısında giderek zayıflayan hatta edilgen ve muhtaç pozisyonu pek çok dengeyi değiştirmektedir. AB’nin zaafı ister istemez ABD ve Rusya’nın da Türkiye’ye yönelik hesaplarını zayıflatmaya başlamış durumda. İlk etapta AB kendi içinde Türkiye ile ilişkilerin tanzimi noktasında bir ayrışma hatta çatışma yaşamaktadır. Almanya’nın AB hesabına daha bir öne çıkıyorken İngiltere ve Fransa’nın iyice geri çekiliyor oluşu, temel itirazların bu iki ülkeden gelişi dikkate değer bir durum.
İngiltere Maliye Bakanı George Osborne Brüksel zirvesinin ardında Türkiye için de zaten malum olan ve esasen çok da kayda değer olmayan bir meseleyi ilan ediyordu. Osborne, İngiltere olarak “Türkiye’nin yakın gelecekte AB üyeliğini mümkün görmediğini hatta veto edebileceklerini” deklare etti.
Zayıflayan Hegemonya, Güçlenen Şeffaflık
Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın İtalya Başbakanı Renzi ile gerçekleştirdiği görüşmenin ardında sarf edilen şartlı cümleleri de bu kategoride değerlendirebiliriz. Yani “insan hakları ve vize serbestisi” hususlarında Türkiye-AB ilişkilerinde ‘şeffaflık faktörü’nden vaz geçilemez. Tabi tabi, şeffaflıktan hiçbir zaman vazgeçilemez!!
Makedonya sınırını aşmaya çalışırken İdomeni kampında bekletilen yaklaşık 15 bin mülteci için Yunanistan hükümeti AB’den ümidini kesmiş ve ABD’ye yönelmiş durumda. ABD Dışişleri Bakanlığı 15 bin kişinin kaldığı kampın alt yapısını güçlendirmek üzere Yunanistan’ın insani yardım talebini değerlendirmeye almış durumda. Diğer taraftan Batı Avrupa’nın en yoksul ülkesi Portekiz’in Türkiye-AB mutabakatını geçersiz kılabileceğine dair haberleri etraflıca analiz etmek icap ediyor. Neticede Portekiz AB’nin mülteciler için Türkiye’ye aktarması gereken 3 milyar avroluk bütçeden kendi payına düşen 24 milyon avroyu ödeyip ödeyemeyeceği belirsiz bir ülke konumundadır.
Brüksel zirvesinden dönerken Başbakan Davutoğlu’nun yaptığı açıklamada Türkiye’nin teklifini değerlendiren AB liderlerinin içine düştüğü telaşı da özetliyordu aslında. Almanya Başbakanı Merkel’in İngiltere, Fransa ve İtalya liderleriyle konuşurken telekonferans yoluyla zirveye Rusya lideri Putin’i de katmış olmaları ve sonrasında Obama ile mutabakat aradığı bilgileri kamuoyuna yansıdı. Türkiye’nin önerisinin altından kalkabilmek için Rusya ve ABD’yi ikna etme işi AB’ye fatura edilmiş anlaşılan.
Brüksel-Washington seferlerini seyreltmek zorunda kalan, Moskova seferleriyle yeterli gücü temerküz edemeyen HDP liderlik kadrosu ve bütün ümitlerini bunlara bağlayan sol-liberal çevreler ne yapsınlar şimdi? AB dik duramıyor üstelik AK Parti Hükümeti karşısında eğiliyor, bükülüyor, el açıyor. Gezi ruhu ve PKK’yla dayanışmanın ötesine geçmesi talep edilen teatral ama kan dökmekten başka bir sonuç vermeyen ‘devrimci mücadele’ hayalleri kaldı yine ellerinde.
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT