AKP ikilemleri(3) Anayasa
Hükümetin kendi konumuyla ilgili olarak idrak ettiği ilk gerçeklik, yüksek toplumsal desteğe karşın 'devleti' yönetmekte zorlanmasıydı.
İkinci olarak ise bu zorlanmanın bizzat devletten yansıyan bir direnç sonucu ortaya çıktığını ve hükümeti zaafa sürüklemek üzere de esas olarak Kürt meselesinin kullanılacağını idrak etmesiydi. Her iki konuda da AKP kendisini somut ikilemlerin ortasında kalmış olarak değerlendirdi ve hareket kabiliyetini, diğer deyişle siyaset yapma yeteneğini kullanmaktan önemli ölçüde imtina etti. Bu siyasetsizlik tercihinin güvencelerinden biri ihtiyaç duyulan düzenlemenin yeni bir anayasa sayesinde yapılabileceği inancıdır. Nitekim kamuoyu yoklamaları 82 Anayasa'sının prestij kaybını kanıtlıyor, toplumun neredeyse her kesiminin yeni ve daha özgürlükçü bir sözleşme aradığını gösteriyor.
Söz konusu psikolojik hazır olma hali hükümetin de elini büyük ölçüde kolaylaştıran bir imkan. Çünkü AKP Kürtlerin temel haklarını tanıyan bir iktidar olarak, daha uzun yıllar Türkiye'yi yönetme meşruiyeti elde edeceğinin farkında. Ne var ki bu hakların tanınması sürecinde milliyetçi cenahın oylarını elden kaçırmaktan da korkuyor. Dolayısıyla Kürt 'açılımının' ya zamana yayılıp sindirilerek, ya da bir siyasi konsensüse dayanılarak yapılmasını tercih ediyor. Böylece her partiden eşit kişinin bir araya geldiği 'anayasa uzlaşma komisyonu' çözümüne geliyoruz. Hiçbir partinin yeni anayasaya itiraz edemediği bir tarihsel momentte, Kürt meselesinde şahin pozisyonları savunan partilerin de işin içine katılması yüzeysel bakışla bir taşla birkaç kuş vurmayı sağlıyor: Eğer konsensüs sağlanırsa, bunun siyasi getirisi hükümet lehine olacaktır; eğer konsensüs sağlanamaz ve konjonktür de müsait olmazsa, hükümet rahatlıkla reformlardan geri adım atabilir ve bunun yükünü muhalefete yıkabilir; buna karşılık eğer konjonktür uygunsa AKP Kürtlerin haklarını içeren bir anayasa önerisi üretip referanduma götürebilir ve bu kez de muhalefeti arkaik bir siyasi konuma mahkum etmiş olur.
Ama ya konjonktür müsait olmaz veya reformların yapılmamasının esas yükü yine de hükümetin üzerine kalırsa? Bu ihtimal sanıldığından çok daha kuvvetli, çünkü 'konjonktür' dediğimiz şeyin ana unsuru PKK'nın stratejisi. Buna Kıbrıs nedeniyle duracak olan AB sürecini ve yaklaşan 2015 yılı nedeniyle artacak olan dış baskıyı eklediğinizde, hükümetin milliyetçiliği dikkate almayan bir tutum izlemesinin çok zor olacağı ortaya çıkıyor.
Ancak anayasa konusunda ikilem bununla sınırlı değil... Çünkü AKP açısından yeni anayasanın değeri, getireceği temel hak ve özgürlüklerde somutlaşmıyor. Hükümet bu demokratikleşmenin karşısında değil ve bunun bizzat kendi seçmeninin tercihi olduğunun tabii ki farkında. Ama kendi esas sorununun güvenlik bürokrasisini yönetememek olduğunun bilinciyle, anayasanın sivil yürütmeye yeni bir meşruiyet zemini yaratmasını hedefliyor. Böyle bakıldığında 'AKP yeni anayasa istiyor mu?' sorusu iyice anlamsız hale geliyor, çünkü aslında AKP'nin yeni anayasaya acilen ihtiyacı var.
Sorun şu ki, 'karşı taraf' da hükümetin bu ihtiyacının ve yaşadığı sıkışmanın farkında. Stratejileri yeni anayasanın bir 'AKP anayasası' olacağı ve bu sayede hükümetin devleti ele geçirerek otoriter bir rejim kuracağı propagandasına dayanıyor. Saçma gerekçelerle bezenmiş iddianamelerin ve yasal zemini zayıf tutukluluk hallerinin devamı da bu stratejiye cephane sağlıyor. Diğer taraftan unutmamak gerek ki, AKP bir 'İslami' parti... Kendisini dünyaya kanıtlamak durumunda hisseden, siyasi anlamda 'İslamcı' olmadığını, ülkeyi demokratikleştirdiğini ve batıya yaklaştırdığını göstermeye çalışan bir parti. Dolayısıyla AKP'nin en istemeyeceği şey, yeni anayasanın dünya kamuoyu nezdinde bir 'AKP anayasası' olarak tescil edilmesidir.
Böylece bir kez daha 'anayasa uzlaşma komisyonunun' hikmetine geliyoruz. AKP hem acilen yeni bir anayasa istiyor, hem de bunun kendisine 'yapışmamasını', bir konsensüs süreci sonucunda ortaya çıkmasını arzuluyor. Eğer bu konsensüs oluşmazsa, o zaman da hükümetin 'mecburen' bir anayasa önerisi üretmek zorunda kaldığının herkes tarafından görünür olması umuluyor. Ancak Kıbrıs tıkanmasının ve 1915'in yüzüncü yılı 'hazırlık etkinliklerinin' oluşturduğu atmosferde, PKK'nın da tahrikiyle hükümetin milliyetçiliğe tıkanması son derece muhtemel... Böyle bir gelişme AKP'nin yeni bir anayasa iradesinin geçici bir süre için rafa kalkmasını ve neredeyse 82 Anayasa'sı ile uyumlu bir hükümet etme mantığının ortaya çıkmasını ima edebilir. Ne var ki Türkiye'de statüko epeyce güçlü bir 'geleneğe' sahip... Bu geçici sürenin 'iyi' kullanılacağından ve AKP'ye kalıcı bir darbe vurmak üzere araçsallaştırılacağından şüphe edilmesin.
Anayasa hükümet için hem bir can simidi, hem de eğer doğru şekilde yapılamazsa taşıyamayacağı kadar ağır bir yük. Bu ikilem AKP'nin 'yavaşlığını', toplumsal destek alma uğraşlarını ve hâlâ içeriğe ilişkin konuşmamasını yeterince açıklıyor...
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT