AKP ikilemleri
Son on yılda iktidar partisinin irili ufaklı birçok ikilemi oldu. Örneğin bürokrasiye ne kadar güvenebileceğinden emin olamadı.
Uzun bir süre bıçak sırtında yürüdü ve hâlâ da bu sorunu aşmış değil. Çünkü milli görüş hareketi ilkesel ve tarihsel olarak devlet memurluğuna yakın değildi ve hükümet kontrol edip etmediğini bilemediği bir bürokrasi ile çalışmak durumunda kaldı. Öte yandan bürokrasi hiyerarşik bir yapı, bir mesleki kariyer olduğu ölçüde personeli bir hamlede değiştirip farklı bir zihniyeti hakim kılma ihtimaliniz yok. Hükümet reformlar konusunda da ikilemler yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. Bazı meselelerin çözümü için gereken reformların oy kaybına neden olma ihtimali, AKP'yi toplumu yakından izlemeye ve denge politikası yürütmeye sevk etti. Bu nedenle reformlar parçalı yapıldı ve her seferinde kamuoyu anketleri ile doğru noktada durulup durulmadığı sınandı.
Ancak AKP'nin ikilemleri hükümet etme ve iktidarda kalma bağlamında ortaya çıkan ‘teknik' tercihleri ifade etmekte. Sıkıntısı toplumu anlamaya yönelik değil, hedefleri doğrultusunda yürümeye yönelik… Oysa kendilerini muhalefette hissedenlerin ideolojik denebilecek ikilemleri var ve hemen hepsi siyaseti ya da toplumu anlamaya yönelik. Bunlar genellikle iktidar partisine aynı anda çelişkili anlamlar atfetmek veya ondan çelişkili beklentilere sahip olmak şeklinde tecelli ediyor.
Örneğin Türkiye'de vahim bir kutuplaşma yaşandığından şikayetçi olanlar aynı anda hem bunun en büyük müsebbibinin AKP'nin söylemi ve dili olduğunu söylüyor, hem de kutuplaşmanın bu partiye yaradığı yönünde analizler yapıyorlar. İyi de eğer kutuplaşma açık bir biçimde belirli bir partinin işine geliyorsa, bu yönde niçin davranmasın? Karşımızda idealist amaçlarla amme hizmeti yapmaya gelmiş bir kurumsal yapı yok. Oy almak, iktidar olmak, ülkeyi rakipsiz kalarak yönetmek isteyen bir siyasi hareket var. Asıl ilginç davranış muhalefete ait değil mi? Madem kutuplaşma AKP'ye yarıyor, hükümetin muhaliflerinin kutuplaşmaya hizmet eden bir tutum almalarını nasıl açıklayabiliriz? Aynı şekilde, muhalefet bile kutuplaştırıcı bir davranış sergilerken, bundan yararlanan hükümeti eleştirmenin ne kadar hükmü olabilir? Mesele muhalefetin ideolojik olarak sıkışmış, çaresiz kalmış olmasından kaynaklanıyor. Kutuplaşma muhalefet için bir savunma mekanizması. Hem var olan direnci konsolide etmeyi, hem de ‘suçu' AKP'ye atmayı mümkün kılıyor. Ama böylece siyasi yenilgi kabullenilirken, üretilen iktidar analizleri de anlamını yitiriyor. Çünkü muhalefet bu tavrını sürdürdükçe kutuplaşma AKP'nin toplumsal tabanını genişletiyor.
Kürt siyaseti de bu çelişkili bakıştan azade değil. Hükümetin yüzde elli oy aldığı, artık devlete hakim olduğu, dolayısıyla gerekli reformları yapması gerektiği vurgulanıyor. Bu yaklaşıma göre AKP'nin öne süreceği hiçbir mazeret yok… Ancak aynı Kürt siyasetçiler, söz konusu tespitin hemen ardından AKP'nin demokrat olmadığını, özgürlükleri sahiplenmediğini, hatta farklı bir niyete sahip olduğunu öne sürüyorlar. İyi de, bu parti zaten demokrat ve özgürlükçü değilse reformları niye yapsın ki? Eğer bu reformların hükümet tarafından yapılması isteniyorsa, AKP'nin demokrasi yolunda bir partner olduğunu kabullenmek lazım. Birçok Kürt ise buna gönlü elvermediği için ‘AKP'den beklentimiz yok, onlar vermiyor biz alıyoruz' söylemine sarılıyor. Ama o zaman da şu an için alınanla yetinmek ve sanki daha fazla adım atılabilirmiş gibi bir beklenti geliştirmemek gerekiyor.
Genelde Batılıların durumu da bundan çok farklı değil. Yurtdışında karşılaştığınız hemen herkes Türkiye'nin eksiklerinin altını çizmekte ve hükümetin hızla gerekli reform adımlarını atmasını vurgulamakta yeterince maharetli. Ancak aynı insanların en büyük korkusu AKP'nin giderek bir ‘tek parti' rejimi kurması ve ülkenin otoriterliğe kayması… Ne var ki ortada ‘garip' bir gerçek var: Hükümet reform yolunda adım attıkça ve toplumun onayını aldıkça Türkiye zaten bir ‘tek parti' rejimine gidiyor, çünkü AKP'nin toplumsal desteği büyüyor. Burada da yine mesele AKP'nin toplumun geleceğini her yönüyle kuşatabilen tek parti olması… Diğer bir deyişle AKP'nin gücü siyasetten değil, sosyolojiden geliyor ve muhalefetin dayandığı reformist bir sosyoloji olmadığı ve uzunca bir süre daha olamayacağı için, demokrasi yönünde her ‘hesaplanmış' adım AKP'yi daha da güçlü ve rakipsiz kılıyor.
Görünen o ki AKP kendi dışındaki siyasi aktörlerde ideolojik ikilemler yaratmak gibi bir yeteneğe sahip… Bu da birçok kişiyi AKP'nin ‘içerden', kendi yanlışları sonucu yıkılması hayaline sürüklüyor. [email protected]
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT