Akıl Vahiy İlişkisi ve Aklın Kapılarını Açmak
GİRİŞ
“Başkası taklit edilmez. Her Müslüman gücü oranında içtihat etmelidir.” İbn Hazm
Akıl bilinçli seçilen bir inancın gerekçesi, gerçeğe teslim olmaktan iman etmeye dönüşen bir devinimdir. Akıl, düşünce biçimini oluşturan, değerler oluşturan/üreten, medeniyet ve daha önemlisi üretken bir medeniyet olan Umran’a açılan kavramdır. Bunların sağlanması, akıla yüklenen anlamları ve farklı kültürlerdeki karşılığını bilmemizi gerektirir.
“İslam dininin inanç esasları hususunda en güçlü dayanak akıl, en kuvvetli rükun/uygulama kaynağı ise nakil’dir. Taklitçilik yerine akli delillerle iman etmek gerekir.” Abduh1
“Akli ve mantıki açıklaması yapılmayan inanç zoraki çağrıdır” Ali Şeraiti
Birçok İslam düşünürü Tecdid, Kaynaklara dönüş, Öze Dönüş ve Kuran Nesli gibi gabi kavramlarla uyanış hareketlerinin öncüleri oldular. Bütün bu çabaların devamı için muhakkak Kuran’ın oluşturacağı bir düşünce sistematiği, Batılı tabirle “Paradigma İnşası” gereklidir ve zaten işleyen bir süreçtir. Bu türedi/sonradan çıkan bir kavram olarak ta ele alınmamalıdır. Zira Kuran’ın, bizzat inzali sırasında gerçekleşmiştir.
Bu kapsamda İnsanın kavrayışı, analiz yeteneği ve üretkenliğinin temel kavramı Akıl’dır. Burada Akıl-Vahiy İlişkisi’ni hem tarihi süreci, hem de Öz kaynağımız Kuran açısından incelemeye çalışacağız.
BATI KÜLTÜRÜNDE AKIL:
Batı düşüncesinde Aklın işlevi, kavrayışın ötesinde kapsamaya yöneliktir2. Bu nedenle daha çok, araç olmaktan amaç olmaya dönüşmüştür.
Kilise Hrıstiyanlığı (İncil Hrıstiyanlığı değil) temelde Akıl-vahiy ilişkisini yadsıyan düşünceye sahiptir. Aklın egemen olmadığı bir kilise, aklı kavrayış olarak dahi kullanmaz. Günümüz Batı düşünce sistemi, Kilise ile çatışmanın ürünüdür. Batı kültüründe Rasyonalizm ile aklı temel alıp vahyi olanı (Gayb düşüncesini) gündem dışına iten düşünce tarzı, vahyi inkâr eden Pozitivizm’e, nihayet vahyi siyasal ve sosyal alanda yasaklayan Sekülarizm’e ulaşır.
Thales’in tabiatın dört temel madde olan toprak, su, hava ve ateşten oluştuğu tezi, Batı kültüründe Mitoloji/efsaneler yerine, nesnel olanı tanımlama yani “Algılayıcı Aklın” başlangıcıdır.
Parmanides duyumların değişken olduğu, paradokslar içerdiği bilginin temeli olarak Aklın Değişmeyen İlkeleri’nin temel alınması gerektiğini söyler. Değişmeyen ilkelerin belirlenmesi Yunan dünyasında bir süreç başlatır. Bu aşamadan sonra hayatı anlamlandırma çabası felsefi düşüncenin temelidir ve Yaratıcı kavramı ile birlikte düşünülmeye başlar. Herakleitos’un Evrensel akıl anlamında ve aklın kaynağı olarak kullandığı “Logos”3 terimi, başlangıcından itibaren “Tanrı” karşılığı anlaşılmıştır. Herakleitos da bu anlayış, tabiatın bir bütün olarak Tanrısallığı şeklinde panteist/vahdet-i vucütçu anlayışa dönüşür4. Platon “İdealar âlemi” tanımlaması ile aklı/değişmeyen ilkeleri metafizik bir boyuta yerleştirir.
Aritoteles Aklın Yasaları üzerinde çalışır. Ona göre, bilginin doğruluğu duyum ve deneyimde değil, düşüncede ve zihinde temellendirilir5. Aristoteles’in yaklaşımı, Platon’un maddi olandan ayrı bir idealar dünyasını kabul etmese de, tabiatla bütünleşmiş metafizik bir kabul üzerinde kuruludur ve seküler 3.dünya aydıncıklarının ima ettiği üzere materyalist bir düşünce de değildir6. Aristoteles aklın normal fonksiyonu olarak Allah’ın varlığına ve birliğini kabul eder. Buna karşılık Aristoteles Allah anlayışını, Evrenle birlikte panteist/vahdeti vücudçu ve aklı ilahlaştıran bir konumda değerlendirir. Aristo insanda iki akıldan söz eder; “Ölümsüz Faal/Aktif Akıl” ve “Ölümlü Pasif Akıl”. O’na göre, aktif aklın faaliyeti Allah’ın faaliyetidir. Burada Batı düşüncesinin iki ana akımı ortaya çıkar. Eflatun idealist/ruhçu, Aristoteles ise panteist/vahdeti vucudçu düşüncenin sembolleridir.
Anaxagoras “Logos” yerine “Nous”7 terimini kullanır. Aklı yine Tanrısal bir özellik olarak algılasa da, O’nu tabiattan ayrı düşünür.
Benzer bir süreç, Batı’nın Yunan felsefesi ile tekrar tanıştığı dönemde yaşanır. Descartes idealisttir, düalist bir metafizik anlayışını, yoğun rasyonalist/akılcı üslupla vurgular. Spinoza aklın idealist metafizik boyutunu kabul etmez8, O’na göre idea/fikir maddeden ayrı oluşamaz. Spinoza var olan her şeyin doğanın kendisi olduğunu söyler. Allah’ın her şey olduğunu ve her şeyin Allah’ta var olduğunu söylerken panteist/vahdeti vücudçu ekoldedir. Deskartes ve Spinoza geometrik ve değişmeyen/mutlak akıl tanımlaması yaparlar, Hegel ise diyalektik/süreç içerisinde değişken bir akıl tanımı yapar.
Bütün bu rasyonalist yaklaşımlar ya idealist, ya da panteist temelde şekillenir. Pozitivistlere kadar, Batı aklı, tanrıtanımaz değil ama kilise karşıtıdır. Kilise ise akıl kavramını kavrayış gücünden çok, “Mutlak Hakikat olarak Tanrı” yerine kullanmıştır. Bunun İncilde de karşılığı vardır, muhtemelen de teslis ve hulul inancının fikirsel temelini oluşturur.
“Önce Logos vardı ve Logos Allah ile birlikte idi ve Logos Allah idi. Başlangıçta Allah ile birlikte idi. Her şey onunla oldu, onsuz hiçbir şey olmadı. Yaşam onda idi ve yaşam insanların ışığı idi.” İncil Yuhanna Bab 1 Ayet 1-5
Francis Bacon gibi düşünürler ise dini kavramları dışlayan bir akıl-ahlak ilişkisi önerir. Ona göre dinsel inançlar ve buyruklar olmadan da akıl ile ahlaka ulaşılabilir.
Saf akıl kavramını eleştiren Kant ise Rasyonalist düşünceyi korumasına karşın deneyselliğe kuvvetli vurgular yapar. Kant, gayb varlığının akıl ile kavranmasının mümkün olmadığını belirtirken, akıl-gayb çelişkisi içermeyen bir düşünceye sahiptir9.
Pozitivist teoriye göre, akıl soyut alandan somut alana taşınır10. Teorik olmayan deneysel akılcılık pozitivizm’in çıkış noktasıdır. Pozitivizm, deneyselcilik olarak bilinir ve nesnel duyuların algıladıklarından başkasını kabul etmez. Pozitivizm’in ana ekseni, deneysel ve gözlemsel alanın dışını/ gayb’ı kabul etmemek, bunun üzerinde akli değerlendirmeler yapmamaktır11.
Sekülerizm12ise pozitivizm’in “Siyasal Laiklik” şeklinde kendini gösteren totaliter/ baskıcı ve saldırgan uygulamasından başka bir şey değildir13.
Günümüzde halen dünya üzerinde revaçta olan, ama süreç içerisinde iflas noktasına gelen Batı medeniyeti, yinede aklıselim değerlendirmeler içeren düşünceler barındırmaktadır.
“Fail Akıl/Oluşturucu Akıl, düşüncenin araştırma ve inceleme yaparken gerçekleştirdiği, kavramlar bulan ve ilkeler koyan zihni faaliyettir. Egemen/oluşturulmuş akıl çıkarsamalarımızda dayandığımız kural ve ilkelerin toplamıdır. Fail akıl, İnsandaki, varlıklar arasındaki ilişkilerden, herkes tarafından aynı kabul edilen külli/tümel ve determinist (kaçınılmaz gereklilik) ilkeleri çıkarsayabilme melekesidir. Oluşturulmuş akıl çağlar içinde ve bireyler arasında farklılaşabilir. Egemen Akıl, herhangi bir dönemde onaylanan, genel kabul gören ve o dönemde kendisine mutlak değer izafe edilen kurallar dizgesidir. Oluşturulmuş akıl tenkitçi ruhu kazanamamış kimseler için mutlak olarak görülür.” A. Lalende
İSLAM KÜLTÜRÜNDE AKIL:
İslam kültürü tabirini burada, oluşmuş kültür olarak, Kuran kaynaklı ana düşünceye sızmış kültürel değerleri de içeren anlamda kullanacağım. Eklektik düşüncelerden arınmış İslam düşüncesi ise, “Kur'an'da Akıl” kategorisinde incelenecektir. Düalist Doğu düşüncelerinden kaynaklanan ve aklı tamamen dışlayan eğilimlere karşı, fıkıh ekollerinde/kurumsallaşmış mezheplerde, akıl duyusal ve ahlaksal bir yeti olarak heva ve heves’ten ayrı olarak algılanır. Lisan-ül Arap’ta akıl; engellemek, kaçındırmak, işi toparlamak, sağlam görüş olup, akıl nefsine sahip olup, heva ve hevesini kontrol altında tutmaktır. Yine İslam kültüründe, sınırlandırılmış yetkiye sahip akıl sayesinde akıl-gayb ilişkisi korunur14.
“İslam kültüründe aklın görevi, tabiat üzerinde düşünerek Yaratıcıya/Allah’a ulaşmaktır. Aklın işlevi, tabiat aracılığı ile kendini keşfetmek değil, duyusal ve sosyal bilgi, iyi ve kötü / hayır ve şer arasında ayırım yapmaktır.” Muhammed Abid el-Cabiri
Mutezile’nin akla yaklaşımı dilbilim açısındandır ve temel çıkışı, müteşabih ayetlerin kavranmasına yöneliktir15. Mutezile’nin insan iradesindeki etkinliği vurgulaması, aklı daha etkin kılmasını gerektirir. Bu yaklaşıma karşılık, hâkim siyasal fıkhi ekoller buna karşı çıkarlar16.
Mutezile’ye bir tepkide, Selefi akımlardaki “İslam akıl dini değil, nas dinidir” yaklaşımıdır. Akıl-nas çelişkisi olduğu varsayımı, selefi akımın akla cephe almasına neden olur17. Sonraki dönemlerde, Mutezile’nin kısır tartışmalar ve tepeden iktidar olmasının öğütücü etkisi ile tarih sahnesinden ayrılışı İslam dünyası için bir kayıptır.
Şia’nın ve selefi akımların Mutezile hakkındaki yargısını keskinleştiren ise Taberani’de zikredilen bir hadis’tir. “Yetmiş iki fırkaya ayrılacak ümmetimin içinde, dini aklı ile ölçen kadar zararlısı yoktur. Sonuçta helale haram, harama da helal demiş olurlar”. Allah Elçisinin, akla Kuran’da kullanılmayan anlamı yüklemesi mümkün değildir.
Akıl, Şia fıkhi ekolleri için temel kaynaklardandır. Diğer ekollerdeki kıyas, rey, istidlal gibi dolaylı kavramlar yerine, doğrudan akıl kavramı kullanılmıştır. Buna karşılık Şia’da, kavrayıştan çok kabul’ün ön planda olduğu hermetik/sezgisel kökenli aklı kullanılır18.
Yine Şia’nın bu konudaki en kapsamlı tanımlamasını Sicistani yapar:
“Akıl, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak için bize Yaratıcının ilk elçisidir. Cismani Elçiler ise diğer elçilerdir. Aklın tesirini kabul etmedikçe, cismani elçiyi kabul etmemiz mümkün değildir. Nebilerin mesajı ile, aklımızın hükümleri arasında tam bir uyum ve benzerlik vardır.19”
Sicistani, devamında aklı tezahürleri ile açar:
“Aklın tezahürü dört tanedir: Sahip olunan meleke ilkidir ve tek başına felç halinde kalır. İkinci tezahür Elçiye iman’dır. İlk iki tezahürde kalan delalettedir/şaşkınlıktadır. Üçüncü tezahür Şeriattır. İlk üçte kalan akıl şüpheler içinde kalır. Dördüncüsü ise Tevil’dir. Bu şüpheleri de giderir20”.
Bütün bu yaklaşımın sonunda Tevil’i masum imamlara verilmiş bir yeti olarak alır, bu kapıyı diğer insanlara büyük oranda kapatır.
Gazali Yunan felsefesinden kaynaklanan idealist-realist çatışması ile karşılaşır. Daha önce İslam düşüncesinde yer almayan bu çatışmayı baz alarak, akılla inancı karşı karşıya getirir ve inancı tercih eder hem de mistik/hermetik yorumlama ile. Tıpkı Eflatun’un Yunan dünyasında yozlaşan kavramları, yozlaşmadan koruma gayesi ile ideler dünyasına itmesine benzer tepki ile tasavvufi yöntemi kesin bilgi kaynağı olarak görür. Tasavvufu ise öncülerinin aksine felsefi kavramlarla tanımlar. Gazali ve Şafi ekolünün siyasal hâkimiyeti, Kavrayışın ötesindeki aklı da ebedi metafizik başlangıçlı bir boyuta iteler21. Bu aynı zamanda İslam dünyasında fikir dünyasının durağanlığa girme sebebidir.
Farabi ve İslam filozofları, Yunan felsefesindeki deist düşünceyi İslam inancına uyarlamaya çalışırlar. Farabi insanda bulunan “Faal Akıl” ile ilahi olan “Kuvve Halindeki Aklı” birbirinden ayırır. Farabi, Aristo’nun kullandığı güneş-ışık örneğini kullanarak faal aklın işlevini, göz karşısında güneşin durumuna benzetir. Güneş ışığı olmazsa (Kuvve Halindeki Akıl), göz (Faal Akıl) görmez. Farabi, hermetik düşüncenin mentalitesini de ters çevirir22. İlginçtir, Aristo’nun ve Farabi’nin göz-güneş misali, Kuranda da geçer.
“Yoksa onların çoğunun söz dinlediğini veya akıllarını kullandığını mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidirler, hatta daha da şaşkındırlar. Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmüyor musun? İsteseydi onu durdururdu. Güneşi ona kılavuz yaptık.” 25/44-45
Birçok İslam düşünürü, “Hikmet”’i “Felsefe” olarak algılar23. İbn Rüşd’e göre muallim el-evvel/eskilerin âlimi olan Aristo, hakikate vahiy olmaksızın ulaşmıştır ve hikmetin doruğundadır. İslam filozofları aklı soyut bir kavram ve hatta İlahi bir cevher olarak algılayan Aristo felsefesinden bir derece ayrılarak aklı yaratılmış bir varlık olarak tanımlarlar. Akla dayalı bir kavrama olarak, şirk zaten akli değildir24. Kindi’ye göre “Akıl” Allah’ın ilk yarattığı varlıktır ve aklı dörde ayırır: İlk akıl, faal akıl, müstefad/kazanılmış akıl, zahir/beyani akıl. Bütün bunlara karşılık, gerek hermetik/ruhçu düşünce, gerekse panteist/vahdet-i vucud düşüncesi İslam dünyasına sızar. Ayrıca İslam filozofları potansiyel bir hareket oluşturmaktan ziyade, mezhebi ekollere entelektüel kaynak olmuşlardır.
Fıkhi mezheplerde vahiy, aklın kavrama ve çıkarsama özelliklerini kullanarak incelenir. “Rey” ve “Kıyas” bunun yansımalarıdır (Bunlara içtihad ve istidlalde eklenebilir), ama akıl burada oldukça sınırlandırılmıştır. Özellikle Ebu Hanife’nin yaklaşımları ardılları tarafından harcanmıştır. (Bu ayrıca incelenmesi gereken bir konudur.)
Kaynaklara dönüş hareketinin önderlerinden İbn Teymiyen’in ana gayesi İslam’a sızan bidatlerden kurtulmaktır. Akıl kavramının felsefi tanımlamalarına kapılmadan Kuran kullanımına ve Arap dil bilgisine uygun yaklaşımı ile akıldan yana tavır takınır.
“Esas olan nakildir; akıl ise idrak ve tasdik edicidir”.
Bu sözü ile İbn Teymiye aklı naklin karşısına koyan anlayışı reddeder. Ama İbn Teymiye’nin kullandığı kavram sadece algılayıcı akıl olup, Arap geleneksel kültüründeki karşılığını kullanır.
İslam dünyasında, akla karşı geliştirilen argümanların, karşı fikirlerin sebepleri nedir?
Kanaatimizce, insana karşı olan güvensizlik ve kaos/kargaşa korkusu onların akletmelerini engellemeye dönüşür. Diğer yandan iktidar sahiplerine de aklını kullanmayan sürü halindeki toplum cazip gelir. Yine birçok durumda, akla cephe almak pes eden kişilerde gözlenen bir durumdur. Günümüzde ise, Batı düşünce tarzının akla yüklediği aşırı anlamlar, tepkisellik doğurmaktadır. Bize ait ve temel bir kavram olan aklı Kurani anlama çekip, özgün terminolojisinde kullanmalıyız. Gerçekte aklı kullanmak kaos/kargaşa ve güvensizliği önler.
“…(İnkârcı ve münafıklar korkaktır) Kendi aralarındaki kavgaları ise şiddetlidir. Onları birlik sanırsın, oysa kalpleri dağınıktır. Bu, onların akletmeyen bir topluluk olmalarındandır.” 59/14
Gerçekten âlim kişiler, kendilerine sorulan sorulara “Sen anlamazsın”, ya da “Senin aklın ermez” diyemezler, bu ilmiyle kibir’e düşmektir.
Tepkisel tavır birçok durumda yozlaşmış bir kavramı toptan reddiyeye dönüşür. Kavramın hakiki mecrasına döndürmek ise biraz daha efor/çaba/cehd gerektirir. Bu efor eklektik düşüncelerden de sıyrılmalıdır. Zira çoğu durumda yozlaşan kavram, yozlaşma sebebi ile senteze dönüşür.
İslam medeniyeti ise, tüm yozlaşmasına rağmen direnen bir medeniyettir. Bu direniş, öz kaynakları olan Kuran’ın korunmuş olması ve kitlelere etkin özelliği nedeniyledir. Diğer bütün beşeri üretilmiş kaynaklara göre, Kuran sadece elitist (yalnızca seçkin kişilerin anlayacağı) bir kitap değildir ve esamesi bile toplumsal bir yansımaya neden olur.
“Sakın zeki geçinmek için ve sıradan insanlardan ileri olduğunu ispatlamak için her şeyi inkâr etme, tahlil et” İbn-i Sina
SON YÜZYILIN FİKİR ÖNCÜLERİNİN YAKLAŞIMLARI
Son yüzyılın fikir çığırı açan düşünürü Afganinin akıl konusunun sadece Batı kültürüne ait bir kavram olmadığını vurgulaması kavrama dikkat çekme amaçlıdır. Nitekim Abduh’ta aklın İlahi hakikatlerle çelişmediğini söyler. Bunlar Gazali felsefesinin sorgulanmasıdır.
Sorgulamanın bir halkası da İran coğrafyasından gelir. Ali Şeraiti algılayıcı aklın ötesinde ciddi bir çıkarsayıcı aklı işaret eder. Bu sorgulama klasik Şia’nın Ali Şeriati’yi dışlamasına neden olacak bir çıkıştır.
“Bir hadis vardır: "Her kim Kur'an'ı kendi görüşüyle tefsir ederse, yeri ateştedir,", Bu "görüş"e "akıl" dediler, yani her kim Kur'an'ı aklıyla tefsir ederse...!
Öyleyse neyle tefsir etmek, doğru tanımak için akıldan başka bir yolumuz yok. Sonra hayır diyorlar, bizim maksadımız her ayetin altına imamdan bir rivayet getirmektir! Efendi! Yoksa bu rivayeti de akılla seçmek gerekmez mi? Yoksa, bu ayetin tefsiri olan rivayeti aklımızın seçmesi, anlaması gerekmez mi? Bunu ayetin altına getir, sonra da bu ayetin manasının bu olduğunu anla?!! Akılsız adamın başına istediğin kadar ayet, istediğin kadar rivayet döksen yine de fayda etmez. Sağırlara çağırını işittiremezsin, hele bu sağır ve dilsiz insan, o sesi çağrıyı anlamıyor, duymuyorsa. Bu adamın canı sıkılır, sinirlenir de, senden bezer, kaçar, sırtını döner. Artık peygamberin kendisi bile ona bir şey duyuramaz.
Öyleyse mesele Kur'an'ı "görüşle'' tefsir etmemektir. "Görüş" ne demek? Yani daha önceki fikir ve inançlarımız. Önce filan ilmî, fiziki, kimyevi, fıkhi, mezhebi, görüşe inanıyor, ondan sonra gidip Kur'an'da, önceki görüş ve inancımızın ispatı peşinde dolaşıyoruz. İşte bu yüzden bakıyoruz ki Şia, Kur'an'ın ardından gidiyor, Şia çıkıyor; Sünni gidiyor, Sünni çıkıyor; Vehhabi gidiyor, Vehhabi çıkıyor; Cebri gidiyor, Cebri çıkıyor; Nasibi gidiyor, Nasibi çıkıyor; İhtiyari gidiyor, İhtiyari çıkıyor,.; . İyi ama o halde Kur'an ne yapıyor? Bütün bunlar görüştür ve bütün bunlar görüşle yapılmış tefsirlerdir. Öyleyse nasıl olmalıyız? Önceki bütün görüşlerden arınmış, veraset yoluyla veya zorla yüklenmiş bütün önceki inançlardan temizlenmiş bir akıl; idmanlı, uyanık bir zihin olarak; mantıki ve akli, kudretli, uyanık, mana çıkarıcı, ama daha önceki herhangi bir görüşü ispatlamaya taassubu ve taahhütü olmayan bir görüşle, Kur'an'a gitmeli ve Kur'an'ın içinden neyin ne olduğunu görmeli ve çıkarmalıdır... “ Ali Şeraiti Kuran’ı anlamak iki sure iki yorum
KUR'AN’DA AKIL:
“Kuran’ı ve Sünneti anlamak, fıkıh kitaplarını anlamaktan daha kolaydır” Abduh.
Kuran anlayışı, temelde insana yol gösterici mesajdır. Kuran kendini yeterli gören anlayışı eleştirir.
“Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse ve en güzel olanı yalan sayarsa, Biz de ona zorluğu kolaylaştırırız.” 92/8-10
Bununla beraber 75 ayette geçen akıl kelimesinin tamamı olumlu anlamda kullanılır. Aklını kullanarak yanlışa düşmek diye bir kavramın olmadığı Kuran terminolojisi, yanlışa düşmeyi, akıldan ayrı heva ve heves olarak nitelendirir.
Aklı kullanmanın temel şart olduğu vurgulanan bu ayetlerde, akıl kavrayış olarak kullanılmıştır. Bu akli kavrayış inanan herkesin mükellef olduğu kavramdır ve buna “Kavrayıcı Akıl” diyeceğiz.
Bunların yanında “Ulul Elbab” ve “Rasihun” şeklinde kullanılan kavramlar tüm inananlar için kullanıldığı gibi, belirli özelliklere sahip kimselere mahsus yetenekler ya da kazanımlar olarak da ele alınır. Ulul elbab meselenin özüne vakıf olmak, arka planı görmek anlamlarında kullanılan, rasihun ise meselenin başı anlamında, liderlik karakterini de içeren bir kelimedir. Bu kelimelerle anlatılan ve topluma yön verecek kişilerin mükellefiyetindeki kavramı “Çıkarsayıcı Akıl” olarak tanımlayacağız. Allah’ın, bütün Kâinatı emrine verdiği, “İnsanın Halifeliği” ve Allah’ın bahşettiği “Hikmet” olarak kullanılan son yaklaşım ise “Üretici Akıl” olarak tanımlayacağız. Çıkarsayıcı akıl, doğal olana uyum, Üretici Aklı ise ona müdahale ve hükmetme anlamındadır.
Kur'an’ın kullanımına göre aklın fonksiyonları:
1- Algılayıcı akıl ve aşamaları: Akıl gerçeği görebilme gücüdür, Kuran bunu ahlaki ve kalbi vurgularla tanımlar. Gerçeğe uymak ve kurtuluşa ermek için Kuran’da öngörülen “Takva” ve “Kitaba Tabi Olmak” onun ikinci adımı, bunlarda “Sabır” göstermek üçüncü adımdır.
“… Onlardan bir grup vardı ki Allah’ın sözünü işitirlerdi de düşünüp akıl erdirdikten sonra, bile bile onu bozarlardı.” 2/75
“İnsanlara iyiliği emredersiniz de kendinizi unutur musunuz? Kitabı okuyup durduğunuz halde akletmez misiniz? …” 2/44-46
“Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları olsun? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir.” 22/46
“Allah’ın Resûlü yanında, seslerinizi kısarak konuşanların kalblerini Allah, takva yönünden denemiştir… Sana odaların arkasından bağıranların çoğu aklını kullanmıyorlar. Oysa sen onların yanına çıkıncaya kadar sabretselerdi, kendileri için daha hayırlı olurdu…” 49/3-5
“… De ki: -Eğer Allah dileseydi onu size hiç okumazdım ve O’nu size hiç bildirmezdi. Daha önce sizin aranızda bir ömür yaşadım, hiç akletmiyor musunuz?” 10/15-16
“… Ahiret yurdu takva sahipleri için hayırlıdır. Aklınızı kullanmıyor musunuz?” 12/109, 7/169, 6/32
“…Size de, içinde sizin için uyarıların yer aldığı bir kitap indirdik. Hâlâ, aklınızı kullanmıyor musunuz?” 21/7-10
2- Kuranda Akıl hevanın/nefsani arzuların tersi olarak tanımlanır:
“Hevalarını (arzularını) ilah edinen kimseyi gördün mü? O halde sen mi koruyucu olacaksın?
Yoksa onların çoğunun söz dinlediğini veya akıllarını kullandığını mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidirler, hatta daha da şaşkındırlar.” 25/43-44
3- Kuran aklı kullanmak için açıklayıcı özelliklerle donatılmıştır.
“…Allah, aklınızı kullanasınız diye size ayetlerini işte böyle açıklıyor.” 24/61, 3/242
“Şüphesiz Biz, umulur ki aklınızı kullanırsınız diye size ayetleri açıkladık.” 57/-17, 3/118
4- Aklı tamamlayıcı özellikler: Kuran’da, İlim/bilgi sahibi olmanın, fikir, işitip anlamak, zikredip öğüt almak gibi faaliyetlerin aklı tamamlayıcı etkisi de vurgulanır. Akıl sonuç tahlilinde Allah’ın fazlından aramanın bir yoludur. Ayetlerdeki söz konusu edilen “Âlim olma”, ayrı bir ulema ya da ruhban sınıfın değil iman eden herkesin özelliğidir. Tek bir ayetin haberi gelen kişi için dahi bu bir ilim’dir. Müslüman’ın tavrı, gücü yettiğince bilgi sahibi olmak, prensibi ise “Bildiğimin âlimiyim, bilmediğimin talibiyim” olmalıdır.
“…Sana gelen ilimden, sonra eğer onların hevalarına uyacak olursan, Allah’tan seni koruyacak bir veli de bir yardımcı da yoktur” 2/120, 2/145
“…(Allahtan başkasını veli edinenlerin hüsran olduğu örnekler için) Ancak âlimlerden başkası bunlara akıl erdirmez.” 29/43-45
“O'nun ayetlerinden biri de, size nefislerinizden, sakinleşeceğiniz eşler yaratması ve aranıza sevgi ve acıma koymasıdır. Şüphesiz bunda, düşünen (tefekkür) bir toplum için ibretler vardır. Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da onun ayetlerindendir. Bunda da bilenler (alimler) için işaretler vardır. Gece uyumanız, gündüz de onun nimetlerini aramanız da onun işaretlerindendir. Bunda da kulak veren bir toplum için işaretler vardır. Size korku ve ümit veren şimşeği göstermesi, gökten su indirmesi, onunla yeryüzünü kuruduktan sonra tekrar canlandırması da onun işaretlerindendir. Bunda da aklını kullanan bir toplum için işaretler vardır.” 30/ 21-23
“Allah, onunla size ekinler, zeytin ve hurma ağaçları, üzüm ve her türlü ürünü yetiştirir. Düşünen (tefekkür) bir toplum için bunda deliller vardır. Geceyi, gündüzü, güneşi, ayı sizin istifadenize vermiştir. Yıldızlar da O’nun emrine boyun eğmiştir. Bunların her birinde aklını kullanan bir toplum için ayetler vardır. Yeryüzünde rengârenk şeyleri de sizin için var etmiştir. Bunda öğüt alan(tezekkür) bir toplum için birer ayet vardır… (Bütün bunlar) O'nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.” 16/11-14
5- Kuran akleden toplumdan bahseder: Toplumlar insanlar gibi doğar, yaşar ve ölürler. Bu süreçte kendini yenileyen toplumlar, küllerinden yeniden doğarlar. Bireyler, toplumun bir parçası olarak münevver/aklını kullanan toplumLa uyum içerisinde olmalı, bundan uzaklaşan yapılarda ise toplumun peşinde değil, toplumu sürükleyici olmalıdırlar. Bu imkânın olmaması ya da tükenmesi halinde “Hicret” denilen bir kavram devreye girer. Diğer yandan Kuran aklını kullanmayan toplulukların dağınıklık ve kargaşasından bahseder. Aklını kullanan topluluklar övülürken, onun zıttı olarak tanımlanan sürü halindeki topluluklar ise yerilmiştir.
“…(Doğada, onun yaratılışında ve işleyiş sürecinde) Aklını kullanan bir topluluk için ayetler vardır.” 2/164
“…(Kullandığınız ve rızık topladığınız dünya nimetlerinde) Aklını kullanan bir topluluk için işaretler vardır.” 13/4, 16/67
“…(Eski sapkın toplulukların helak olmasında) Aklını kullanan bir topluluk için, işaretler vardır.” 29/35
“Onlar, surlarla çevrili kasabalar veya duvarlar arkasında olmadıkça sizinle topluca savaşamazlar. Kendi aralarındaki kavgaları ise şiddetlidir. Onları birlik sanırsın, oysa kalpleri dağınıktır. Bu, onların akletmeyen bir topluluk olmalarındandır.” 59/14
“Allah’a nankörlük edenlerin hali, çobanların çağırdığı fakat onun bağırıp çağırışından başka bir şey işitmeyen hayvanların durumu gibidir. Onlar, öyle sağır, dilsiz ve körlerdir ki akıllarını kullanmazlar.” 2/171
6- Kuran, aklı önceleyerek mistik/ruhbani aracılığı reddeder: Mutlak hakikatin kavranmasında, aklın algılayacağı Kitabi bilgi (Allah’ı tek olarak anarak) esas alınır. Kuranda “Zan”ın karşıtı olarak kullanılan “Akıl”a karşılık, bunu kullanmayan kişilerin zanlarından sağırlık ve körlük olarak bahseder.
“Biz, kitabı sana insanlar için “hak” olarak indirdik. O halde onu kim rehber edinirse kendisi için edinir. Kim de dalalette kalırsa, ancak kendi aleyhine kalır. Sen onlara vekil değilsin.… Yoksa onlar Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: -Onlar hiçbir şeye sahip değillerse ve akıllarını da kullanmıyorlarsa da mı? De ki: Şefaatin hepsi Allah’ındır… Allah, tek olarak anıldığı zaman; âhirete inanmayanların kalpleri ürker…” 39/41-45
“Apaçık Kitaba andolsun ki, Biz onu akledesiniz diye Arapça okuma/Kur’an kıldık.” 43/2-3, 12/2
“Onların çoğu sadece zanna uyarlar. Gerçekte zan hakikat karşısında bir şey ifade etmez… Bu Kur’an, Allah’tandır. Başkası tarafından uydurulmuş değildir… Yoksa ‘Onu uydurdu.’ mu diyorlar? De ki: -O’nun sûrelerine benzer bir sûre meydana getirin, iddianızda samimi iseniz Allah’tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın. Onlar, ilmini kavrayamadıkları ve henüz açıklaması onlara gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar… Onlardan seni dinleyenler vardır. Şayet akletmez olduysalar sağırlara sen mi işittireceksin? Onlardan sana bakanlar vardır. Basiretlerini kaybetmişlerse körlere sen mi yol göstereceksin?” 10/36-43
“Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse inanamaz. O, aklını kullanmayanlara kötü bir azap verir. Ve pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine koyar.” 10/100
7- Akıl kelimesini de kapsayan kavramlardan Ulul Elbab, Rasihun ve Hikmet:
Kuran’ın kullandığı Arapçanın dilbilim özelliğinden dolayı, Akıl kelimesi kavrayışla sınırlandırılmış bir kelimedir. Bu sınırlama, Arap geleneğinin daha çok sezgisel düşünme özelliğinden kaynaklanır25. Bu nedenle Çıkarsayıcı Akıl, meselenin özüne vakıf olmak/Ulul Elbab26 ve baş olmak, ilimde ileri gitmek/Rasıhun kelimeleri ile karşılanır. Kuran da bu kelimeler; Müteşabih ayetlerde, üzerinde düşünülecek ve öğüt alınacak Kitabın anlaşılmasında, İnsanlara klavuz olacaklarda, Şeytanın vereceği yorgunluk ve eziyet karşısında rahmet olan ulul elbab özelliği özellikle vurgulanır.
“Sana kitabı indiren O’dur. Onda bir kısmı, muhkem -ki bunlar kitabın özüdür.- bir kısmı da müteşabih ayetler vardır. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun tevilini yapmak için onun müteşabih olanlarına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler (rasihun) ise “Biz, ona iman ettik, onun hepsi Rabbimizin katındandır.” derler. Temiz akıl sahiplerinden (ulul elbab) başkası düşünmez.” 3/7
“Andolsun ki, peygamberlerin kıssalarında, sağduyu sahipleri (ulul elbab) için ibretler vardır. Bu, uydurma bir söz değildir. Kendinden önceki Kitabları tasdik eden, iman eden bir toplum için her şeyi açıklayan, doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmettir.” 12/111
“Musa’ya kılavuzu vermiş ve İsrailoğullarını kitaba mirasçı kılmıştık. Kılavuz ve sağduyu sahipleri (ulul elbab) için öğüt...” 40/53-54
“Hikmet” kapsayıcı olarak akli değerlerin tümünü içine alır. Hüküm verme kabiliyeti olarak Ulul Elbab’ın bir özelliğidir. Çoğu ayette “Kitab” içinde kullanılan “Hikmet” kavramı, Elçilerde onun etkisi ile oluşan “Sünnet”i de içerir. Hikmet’in sufi/sezgisel bir özellik olduğu yaklaşımı gerçekçi değildir. Son aşamada üretici akıl olarak kullanıldığında, bu kapıyı kapatanlar tarafından sezgisel/mistik algılanmıştır.
“O, hikmeti dilediği kimseye verir. Hikmet verilen kimseye pek çok hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden (ulul elbab) başkası öğüt alıp düşünmez.” 2/269
“Bunları biz sana ayetlerden ve hikmetli zikr'den okuyoruz.” 3/58
“Onlar, sözü dinleyip en güzeline uyarlar. Onlar, Allah’ın kendilerine doğru yolu gösterdiği kimselerdir. Onlar, sağduyu sahibi (ulul elbab) olanlar onlardır.” 39/18
"Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara ayetlerini okusun, Kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz, Sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet sahibisin." 2/129
"Allah İsa’ya Kitabı, hikmeti, Tevratı ve İncili öğretecek." 3/48
“Allah’ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik verdiği bir insanın, bütün bunlardan sonra: -Allah’ı bırakıp, benim kullarım olun, demesi mümkün değildir. Fakat: -Kitabı okuyup, incelediğinize göre Rabb’e kul olunuz, der.” 3/79
“İşte şunlar, o hikmetli Kitâb'ın ayetleridir.” 10/1, 31/2
Çoğu durumda Allah’ın sahip olduğu hükümranlık, bazı durumlarda doğrudan Kitap için kullanılan “Hikmet”, bazı rivayetlerde “Sünnet” olarak tanımlanır. Bu anlamdaki kullanım, Allah elçisinin en güzel Ulul Elbab örnek olduğu düşünüldüğünde, “Üretici Akıl” kapsamında değerlendirilmelidir. Kuran hikmet’i “ilim” ve “ulul elbab” kelimeleri ile birlikte açıklar.
“ Yusuf erginlik çağına ulaşınca ona hikmet ve ilim verdik. İyileri işte böyle ödüllendiririz.” 12/22
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır.” 16/125
“O, hikmeti dilediği kimseye verir. Hikmet verilen kimseye pek çok hayır da verilmiştir. Temiz akıl (ulul elbab) sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez.” 2/269
AKLIN KAPILARINI AÇMAK:
Akıl gerçekte bir eylem halidir27. Bu eylemsizliğin zıttı dır. O halde, bizce kavrayışın daha üstünde dinamik/üretken olarak ele alınmalıdır. Ali Şeraiti de, duyum-akıl ayrımını düalizm/ikicilik olarak tanımlar28.
Akıl, insanın dış dünyayı algılaması ile oluşan zihinsel bir kavramdır. Tarihi süreç içerisinde akıl dış dünyayı algılama değil de, heva ve hevesleri ile dış dünyayı tanımlamaya dönüşür ki, çoğu düşünür bunu “Aklileştirme” olarak tanımlar. Bu anlamı ile aklileştirme bir çeşit kendini kandırmadır. Biz ters çevrilmiş, gerçekten uzaklaşmış bu akıl, aklileştirme gibi tanımlarını reddetmemiz ve aslına döndürmemiz gerekir.
İslam dünyasında yaşadığımız süreç sonunda, aklın üç aşaması olan “Kavrayıcı Akıl” toplumsal planda, “Çıkarsayıcı/Analiz edici Akıl” ve “Üretici Akıl” ise münevverler planında kademe kademe kapıları kapatıldı. Klasik fıkıh çalışmalarda akıl, rutin/kabul ettirilmiş/kazandırılmış akla dönüşmüştür ve bunu aşılması gerekmektedir.
İslam tarihinde kitleler bazında tasavvuf’un yaygınlaşması, yönetimler bazında ise gelenekselleşme “Kavrayıcı Akıl” kapısını kapatarak akla son darbeyi vurdu.
Ama bunun daha öncesi de var. Hicri ikinci asırda ortaya çıkan fıkıh ekolleri önemli bir tartışmanın içerisindedir. Mutezile’nin aklı temel kaynaklardan kabul eden yaklaşımının tarih sahnesinden çekilmesi ile başlayan süreç, Rey ehlinin, Nakil ehli karşısında hâkim iktidarlar bazındaki güçten düşmesi ve nihayet içtihat kapısının kapatılması “Çıkarsayıcı Akıl” kapısının kapanmasına da yol açtı. Gerçekte Şafii ekolü, bir yandan mecrasından kısmen sapan, nasların zahiri güvenliğini sarsan Kelam ve Rey ehline, diğer yandan Batıni Şii ve Tasavvuf akımlarının hızlı tahriflerine karşı, kaynakları koruyucu bir işlev ile oluştu. Yine de Şafii ekolü “Kavrayıcı Aklı” etkin bir şekilde kullanırken, “Çıkarsayıcı Akla” cephe alması, uzun vadede durağanlığın da temsilcisi oldu.
Allah Elçisinin döneminde, bizzat Elçinin ve kısmen de ardıllarının aktif kullandığı bir “Üretici Akıl” söz konusuydu. Peygamberin sünneti olarak algılanan bu “Üretici akıl”, hemen sonrasında Kuran’a ilave hüküm koyma anlamında kullanılması ve sadece Allah Elçisine verilmiş bir yetki olarak vahiyle özdeşleşmesi, “Üretici Aklın” kapısını kapatan bir adımdı.
Allah’ın afakî ayetlerinden Doğa, insan’ın dünya hayatı sınavının bir parçası olarak hayrı ve şerri birlikte içerir. Doğanın genel akışı “Sünnetullah” olarak uyum içerisindedir ve üretici akıl bu uyum içerisinde müdahil olarak doğaya hükmedici ve düzenleyicidir.
Üretici akıl hakkında unutulmayacak noktalar; Üretici akıl, Kitabi olanı değiştirici değil, onun temel değerlerine uyumlu olmalıdır, zamana ve koşullara göre kendisi değişebilir, sürekli yenilenmelidir. Üretici akıl yeryüzünü islah edendir, ifsad eden değil29. Âlemin iki halinden söz edilir: kevn/oluş ve fesad/bozulmuş. Fesad genellikle insan müdahelesi için kullanılır. İslah ise olumlu müdahale anlamında kullanılır. Bu müdahele hükmetme anlamında kullanılsa da, evrensel/değişmeyen yasa olarak algılanmamalıdır.
“…Şüphesiz size Rabbinizden açık delil geldi. Ölçü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyasından bir şeyler eksik vermeyin. Islah edildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk/fesad çıkarmayın. Eğer iman ederseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.” 7/85
Enfüsi ayetlerden olan “Fıtrat”, karşıtı olan “Heva” ve “Heves” ile çatışma içerisindedir. Fıtrat burada Üretici aklın başyardımcılarındandır ve Çıkarsayıcı/Analizci akıl ile çözümlenmelidir.
Kitabi ayet olan “Vahiy” ise, kesin/burhani bir delil olarak Kavrayıcı akıl ile algılanmalıdır.
Günümüz Müslümanları, bir umran/üretken medeniyet oluşturmak istiyorlarsa kapatılmış bu üç akıl kapısını açmaları gereklidir. Bu açılım, geçmişi tümden inkâr etmek değil, onu kutsamadan birikimler üzerinden çalışmakla olur.
Bu sadece teorik, düşünsel bir sorun değildir. Bu mücadele safhasında da açılımlar sağlayabilecek, takva ile birlikte Müslümanları sürü olmaktan çıkaracak30 bir anlayış dinamizminin anahtarıdır.
Dipnotlar:
1- Dinin füru kısmını delilleri ile birlikte anlamak, prensipleri ve inanç konularını kesin kanıtları ile kavramaktan daha kolaydır. Çünkü ibadet, hukuk vb. konuların delilleri, bunların, kişiye kanaat verecek sağlamlıkta nakledilmesinden ibarettir. İnanç esaslarına gelince, bunlarda akla dayalı delillere ihtiyaç vardır - Abduh
2- Batı düşüncesi aklın egemen olduğu uygarlıktır. Animist dünya görüşü olan Mısır, Hint, Çin ve Mezopotamya kültürleri üretken olmayan aklın egemen olmadığı Uygarlıklardır - M.A.Cabiri
3- Logos Yunanca da kelime anlamı ile: Söz, anlamlı ve tutarlı cümle
4- Logos, tabiatta içkin/sinmiş ve onu içinden düzenleyen bir akıldır – Herakleitos
Bu Tanrısal logos’u solukla içimize çekerek akıllı oluyoruz - Walther Kranz.,
Yol gösterici olarak gördüğümüz akıl, evrensel akıldır. Aklı sürekli, değişmez ve zorunlu olarak Tanrıdan farklı değildir - Malebranche
5- Akletme eylemi; varlıklar arasındaki düzen ve sistemin/sebeplerin kavranmasıdır. Tabiata aklı gözüyle bakan onda yine sadece aklı görür. Akılcı sezgi /a priori bilgimizin tamamı veya bir kısmının kaynağıdır – Aristoteles
6- Evrendeki hareketin kaynağını Allah’tır. O İlk Hareket Ettiricidir. Allah maddi değildir, mutlak mükemmelliktir değişmezdir. Evrendeki birlik Allah’ın birliğini kanıtlar Allah hem kanun, hem de kanunu koyan; hem düzen, hem de düzenleyicidir. Herşey O 'nun tarafından ve O 'nun için düzenlenir. Tabiattan olan her şey, içinde tanrısal olan bir şey taşır – Aristoteles
Âlem değişkendir. Her değişken yaratılmıştır. O halde, Alem yaratılmıştır - Aristoteles
7- Nous/evrensel akıl tabiatla içkin/sinmiş değil ondan ayrı bir olgudur. Evrendeki her şeyi akıl düzenlemiştir. – Anaxagoras
8- Tabiatta tesadüf ve ihtimale yer yoktur. Tabiatta içkin olan onu düzenleyen ve geleceğini belirleyen Evrensel akıl, genel ve kapsamlı yasanın ta kendisidir – Spinoza
9- Akıl apriori kalıplar toplamıdır ve hissi veriler/sezgiler ile doldurulurlar, böylece bilgiye dönüşürler. Kesin bilgi akıl ile tabiat düzeni arasındaki mutabakattır. Kesin bilgi deneyin akla kazandırdıkları ve aklın deneysel verilere kazandırdıklarına bağlıdır. Deneyler fenomenler/görünen nesneler düzeyini aşamazlar. Fenomenlerin ötesine gelince bunlar kendinde varlıktır ve akıl bunlara ulaşıp gerçek yapısını ifade etme gücü yoktur - İ. Kant
10- Akıl, ilkeler bütünü değil, belli ilkelere göre işleyebilme gücü, sistemli etkinlik yani belli kurallara göre oyun oynamaktır. Akıl nesnelerden çıkarılmış kurallar toplamıdır. - Jean Ullmo
11- Tecrübe ile ispat olunmayan hiçbir şeye inanılmamalıdır - Auguste Comte
12- Latince yüzyıl ve bir nesil anlamlarında kullanılan seaculum’dan türeyen Sekülerizm, Hrıstiyan kültüründe Dünya anlamında kullanılır
Sekülerlik, inançtan kaynaklanan bütün düşüncelerin dışlanmasını esas alan doktrindir - George Jacob Holyoake
13- Secularize, dini ve uhrevi olanı günlük hayattan uzaklaştırma; Secularization, dinin etkisini sınırlama, azaltma anlamlarına gelir - Samuel Joahnson
14- Hiçbir akıl sahibi Allah’ın zatını akledemeyeceği gibi, hiçbir duyu sahibi de O’nu algılayamaz - El-Kirmani
Aklın tek başına, din olmadan da tevhide ve nübüvetin gerekliliğine varacağını, buna karşılık muamelat, ibadet gibi hususları ancak vahiy yolu ile bilinebilir - Fahreddîn-i Râzî
Akıl, varlıkları sebepleri ile kavramaktır - İbn Rüşd
Din beser aklının aşırılıklarını gidermek ve hatalarını azaltmak için Allah’ın bize verdiği bir ölçüdür - Abduh
15- Akıl, zahiri açıkça anlaşılamayan müteşabihlerin bir karine/tevil yolu ile anlaşılır kılınmasıdır - Kadı Abdülcebbar
16- Mu’tezile, Kur’an’ı kendi hevâlarına göre tevil eder, bu konuda Kur’an’dan, Hz. Peygamberden ve seleften nakledilen bir delile dayanmazlar, dolayısıyla müteşâbih lafızları tevil edilemez - Eşari
17- Nas karşısında aklını ilk kullanan şeytandır ve bu yüzden Allah’ın rahmetinden kovulmuştur – Şehristani
18- İlahi konuların ve gizli sırların keşfe, İlahi Kitabın ve evliyaların kitaplarına ait tefsirlerin okunması ile ulaşılır. Sivrilmiş aklı sahibi filozofluk yapanlar, meseleler üzerinde fikir yürütüp, onları akılları ile ölçmeye çalıştıklarında, onların gerçek anlamlarını anlayamazlar. Onlar vahyin lafızlarının zahirine uyduklarında ise aklın kabul edemeyeceği sonuçlara varıp kuşku ve şaşkınlığa düşerler - İhvan-ı Safa Risaleleri
19- Ebu Yakub es-Sicistani, İsbatü’n nübüvvat
20- Ebu Yakub es-Sicistani, İsbatü’n nübüvvat
21- Allah, külli aklı, madde ve zaman geçmişi olmayan bir “Emr” ile yarattı. Külli akıl, nefisle birleşti ve heyulayı doğurdu. Akıl, nefis ve heyula çokluğu tamamladı. Varlığın mertebeleri on’dur. Kelime, akıl, nefs, heyula, tabiat, cisim, felek, oluş/rükun, üretkenler ve insan - Gazzali
22- Faal aklı kullanan insan “Yüce Mutluluk” a ulaşacaktır. Sezgisel yetiler bilgini kaynağı değil sonucudur – Farabi
23- Hikmet, varlıkların sebeplerinin ilmidir. Felsefe hakikati, doğrudan ve burhani olarak ifade ederken, din onu semboller ve benzerleri ile ifade eder – Farabi
24- Allah’ın Akıl olması durumunda, makullerin çoğalması gibi olacaktır. Hâlbuki Allah, her açıdan Bir’dir, makulattan olmayıp unsur, cins, tür, nefs ve akıl değildir. Kendisinden başkasına oranla bir değildir. Tek başına Bir’dir - Kindi
Cedel/Münakaşa; ilmi olarak bir fikrin korunması ya da yıkılması için, Akıl Yürütme/İstidlal sınır ve adablarını bilmektir - İbn Haldun
25- Araplar eşyanın ayırıcı özelliklerini belirlemek, içerikleri ve gerçekleri üzerine hüküm çıkartmak için mistik/ruhani örnekleri kullanırlarken, Yunan ve İran düşüncesi ise daha çok nesnel örnekler kullanır - Şehristani.
26- Ulul Elbab ile ilgili diğer ayetler;
“Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, onu bilmeyen köre benzer mi? Ancak sağduyu sahipleri (ulul elbab) bunu düşünebilirler.” 13/19
“Kitap ehlinden, ilimde derinleşip (rasihun) sana indirilene, senden önce indirilenlere iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekât veren müminlere, Allah’a ve ahiret gününe iman etmiş olanlara işte onlara, çok büyük bir mükâfat vereceğiz.” 4/162
“Kulumuz Eyyub’u da an. Hani Rabbine: “Şeytan bana bir yorgunluk ve azap verdi." diye seslenmişti.
-Ayağınla yere vur. İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su! Demiştik. Ona ailesini de bağışlamıştık. Onlarla birlikte bizden bir rahmet ve sağduyu sahiplerine (ulul elbab), de bir öğüt olması için bir mislini daha bağışlamıştık.” 38/41-43
“Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, akıl sahipleri (ulul elbab) için deliller vardır.” 3/190
“İşte bu, insanlara bir tebliğdir. Onunla uyarılsınlar ve ancak onun tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri (ulul elbab) öğüt alsınlar diye...” 14/52
“Akıl sahiplerinin (ulul elbab), ayetlerini düşünmeleri ve öğüt almaları için sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” 38/29
“…De ki: "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Doğrusu ancak sağduyu (Ulul elbab) sahipleri öğüt alır.” 39/9
27- Akıl bilgiyi kabul etmeye hazır olan kuvve’dir” Ragıp el-İsfahani
“Bir nesneyi yakalamak ve ya bırakmak üzere tutmak, alıkoymak, korumak veya ona yapışmak ve bunları istemek ya da bunlara yönelmek- Ragıp el-İsfahani
28- Akıl konusunda Felsefe, ahlak ve ruhbiliminde akılcı insanlarla, duyumcu insanlardan ayrıdır, Pascal bu düalist fikirle ‘Kalbin, aklın almadığı kanıtları vardır. Allah’ın varlığına akıl değil, kalp tanıktır’ sonucuna varmıştır - Ali Şeraiti, İslam Bilimi, düalizm
Hesapçı akıldan kaynaklanan maddi çabayla, hesapsız aşktan kaynaklanan tevekkül, dinlerde ve felsefi ve felsefi öğretilerde biri ötekine feda olmaksızın ya da ötekinin yan birimi veya ötekinin karşısında değersiz ve önemsiz olmaksızın iki temel olarak ya da iki esas neden ve etken olarak birleştirilemezler. - Ali Şeraiti, İslam Bilimi, Düalizm
29- “İnsanların kendi elleriyle kazandıkları yüzünden karada ve denizde karışıklık/fesat çıkmıştır…” 30/41
"Düşünün ki (Allâh), Âd'dan sonra sizi hükümdarlar yaptı ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinde saraylar ediniyorsunuz, dağlarını yontup evler yapıyorsunuz, artık Allâh'ın ni'metlerini hatırlayın da yeryüzünde bozgunculuk yapıp karışıklık çıkarmayın.” 7/74
“Yeryüzünde, ıslah edildikten sonra bozgunculuk yapmayın. Allah’a korku ve ümit ile dua edin. Allah’ın rahmeti iyi kimselere yakındır. Rahmetinin önünde müjdeci olarak rüzgarları gönderen O’dur. Rüzgârlar, ağır ağır yağmur yüklü bulutları yüklendiği zaman; biz, onu ölü bir bölgeye gönderir ve su indiririz. Onunla her türlü ürün çıkarırız. Ölüleri de böyle çıkaracağız. Belki düşünüp, ibret alırsınız. Verimli bölgenin bitkisi Rabbinin izniyle bol çıkar. Verimsiz olandan ise faydası çok az bir şeyden başkası çıkmaz. Şükreden bir toplum için işte ayetleri böyle çeşitli şekillerde açıklıyoruz.” 7/56-58
“Şuayb: -Ey Halkım, benim, Rabbimden bir belgem olduğu ve bana güzel bir rızık verdiği halde, O’na karşı gelebileceğimi düşünüyor musunuz? Size yasak ettiğim şeylerde, size aykırı hareket etmek istemem. Sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Başarım yalnız Allah'a bağlıdır. O’na dayandım, O’na yöneldim, dedi.” 11/88
30- “Allah’a nankörlük edenlerin hali, çobanların çağırdığı fakat, onun bağırıp çağırışından başka bir şey işitmeyen hayvanların durumu gibidir. Onlar, öyle sağır, dilsiz ve körlerdir ki akıllarını kullanmazlar.” 2/ 171
“Ey iman edenler! Eğer Allah’a takva duyarsanız, O size iyiyi kötüden ayıracak bir kabiliyet (furkan) verir. Ve sizin günahlarınızı örter. Sizi bağışlar. Allah son derece büyük lütuf sahibidir.” 8/29
YAZIYA YORUM KAT