1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Akif, memleketi nasıl kurtardı?
Akif, memleketi nasıl kurtardı?

Akif, memleketi nasıl kurtardı?

​​​​​​​“Alimim” diyenin etkileşim kovaladığı, “düşünürüm” diyenin işi fulara/küpeye indirgediği, çıkarları için itişip kakışmayı mücadele etmek zanneden, dedikoduyu düşünce, fitneyi fikir sayan bir sefalet biçimidir aslında bu.

27 Aralık 2022 Salı 23:49A+A-

İsmail Kılıçarslan, Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazısında vefatının 86. yılında Mehmet Akif Ersoy’u yazdı:

 “Bir kere o müsellah haydutlar ortalarına aldıkları biçareden parasını isteseler, üzerindeki elbisesini isteseler, ayağındaki pabucunu, başındaki külâhını isteseler biz de vermesini tasvib ederdik. Lâkin bununla kanaat etmiyorlar ki. Biçare herifin kollarını, bacaklarını kestikten sonra: – Boynunu uzat! Kafanı devir! diyorlar. Mademki teklif bu kadar ağırdır. Artık bunu hiç kimse kabul edemez, ister istemez dişiyle, tırnağıyla uğraşır, çabalar, nefsini imkânın son derecesine kadar müdafaaya bakar.

Ey cemaat-i Müslimin! İşte bugün bizden istedikleri, ne filân vilâyet, ne filân sancaktır, doğrudan doğruya başımızdır, boynumuzdur, hayatımızdır, saltanatımızdır, devletimizdir, hilafetimizdir, dinimizdir, imanımızdır.

Bir de o müsellah olduğunu kabul ettiğimiz haydutların başları pek boş değil. Korktukları tehlikeler var. Biz zaruri olan müdâfaa-i hayat vazifesinde bir az daha sebat edecek olursak emin olunuz ki cehennem olup gidecekler.”

Büyük İslam şairi Mehmet Akif Bey, Kastamonu Nasrullah Camii’nde verdiği muhteşem vaazda işte tam olarak bu cümleleri kurmuştu. Büyük bir vatansever, büyük bir ümmetçi, büyük bir memleket ve hakikat aşığı olan Akif, hiçbir imkânı kalmamış, neredeyse bütün cephelerde yenilmiş, doğru düzgün savaşacak erkeği olmayan bir topluma “ayağa kalkın” diyerek herkesi mücadeleye, Kuvayi Milliye saflarında çarpışmaya, düşmanı söküp atmaya davet ediyordu.

Çok değil, bu muhteşem vaazı verdikten bir yıl sonra, soğuk bir dergâhın taş duvarlarına “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” dizesiyle başlayan o muhteşem şiiri, hepimizi “millet” haline getiren o manifestoyu yazacaktı Akif.

Milletlerin hayatlarında böylesi “yıldızın parladığı anlar” vardır. Bir şair, bir filozof, bir romancı, bir bilim adamı, bir hoca çıkar ve meseleye el koyar.

Bence iki şey gerekir “yıldızın parlaması” için. İlki, hiç şüphe yok ki “ayağını bastığı coğrafyanın içinde kalma” refleksi. Ne olursa olsun bir başka güç odağına, bir başka merkeze gönül indirmemek; her şartta içinde bulunduğu ülkeyi yine o ülkenin içinde kalarak anlamaya çalışmak yani.

Bugün Türkiye’de asıl sorunun “Türkiye’nin içinde kalmamak” olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Brüksel’in, Paris’in, Moskova’nın, Londra’nın “daha yüksekte” olduğunu kabulle başlayıp ülkesine burun kıvırmakla devam eden ve finalde ülkesiyle arasında kurduğu bağlantıyı “çeviri” hale getiren o sınıf neredeyse bütün sorunlarımızın kaynağıdır.

Diğer yandan bizimki gibi ülkelerin geri kalmışlığı/geri bırakılmışlığı yüzünden oluşan medeniyetsizlik de yıldızın parlaması için büyük sorun teşkil eder. Doğal ihtiyaçlarını dolaylama kabiliyeti geliştirememiş, bu yanıyla medeni davranış modelleri geliştirememiş, kelimenin sosyolojik karşılığı ile “köylülük” dışında bir düşünsel çıkış bulamamış insanların varlığı her zaman ciddi bir sorundur.

“Alimim” diyenin etkileşim kovaladığı, “düşünürüm” diyenin işi fulara/küpeye indirgediği, çıkarları için itişip kakışmayı mücadele etmek zanneden, dedikoduyu düşünce, fitneyi fikir sayan bir sefalet biçimidir aslında bu.

Akif’in müdanasız, çelişkisiz, parlak, didişken zihninden lazım memlekete. Hem de bol miktarda. Memleketin içinde kalarak ve memleketi içselleştirerek “dert” haline getirebilmek. Bunu yaparken de dünyanın bütün oyuncaklarından, bütün vaatlerinden uzakta bir hayat kurgusuna razı gelmek.

Kolay mı? Değil! Elzem mi? Evet!

27 Aralık 1936 günü neredeyse “kimsesizler mezarlığı”na gömülmeyi göze alarak ölmek, çünkü memleketin derdiyle dertlenmeyi her türlü meselenin üzerine koymak. Akif olmayı buradan ve bu şekilde düşünmeli, buradan ve bu şekilde ele almalıyız.

Bakmayın siz Akif’i Abdülhamit’le kavgası üzerinden kötülemeye çabalayan köylülere. Akif, kendi biricikliğini muhafaza etmenin derdiyle değil, inandığının arkasında durma saikiyle yaşamış, öylece ölmüş bir adamdır. Çıkarının dışında ilke tanımayanlar ne anlasın bu büyük ruhtan?

HABERE YORUM KAT

5 Yorum