Akhisar'da 'Türkiye'de Modernleşme Projesi' Semineri
Akhisar Özgür-Der temsilciliğinin 15 günde bir düzenlediği seminer programlarının son konuğu Hamza Türkmen oldu.
Haksöz dergisi yazarlarından Türkmen ''Türkiye'de Modernleşme Projesi '' başlıklı konuya giriş babında batı modernleşmesinin tarihsel süreçlerini, temel kavramlarını ve oluşturduğu kurumları anlattı. Bu kurumlardan olan ulus devletin bu topraklarda batıcı kadrolarca kurulmasından sonra yapılan devrimlerin ve oluşan zulümlerin bizim tarihimiz ve acılarımız olduğunu belirten Türkmen konu hakkında özetle şunları anlattı:
İlerlemeci tarih anlayışı içinde 19. yüzyıldan itibaren adına Avrupalılar tarafından "Turkiya" denilen coğrafyada, sanal bir Türk ulusu üretme projesi oluşturulmuştur. Batılı devletlerde Türkoloji çalışmaları ile üretilen, Osmanlı aydınları arasında kendisine taşıyıcılar bulan ve İttihad Terakki hareketinin bir tarz-ı siyaset olarak 1906'lardan itibaren tercih ettiği bu ulusçuluk ideolojisi, 24 Temmuz 1923'de ikinci Lozan görüşmelerinde galip devletlerin onamasıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile resmi bir statü kazanmıştır. Batılı paradigmaya veya sanayileşme sürecine ait seküler temelli bir icat olan ulus modelini, Oğuz/Türkmen kavmi üzerinden yeni ve modern bir Türk ulusu/"milleti" olarak inşa etme romantizmi, halen Türkiye ulusal sınırları içinde canlı olarak yaşamaktadır.
Demokratik bir temsil yöntemi ile seçilen ve 23 Nisan 1920'de Kur'an-ı Kerim okunarak açılan I. Meclis'te muhalefeti temsil eden mebus Ali Şükrü Bey, Mustafa Kemal ile irtibatlı çeteler tarafından 27 Mart 1923'te öldürüldükten sonra, gerekli olan 2/3 çoğunluğa ulaşamadan ve yasaya aykırı olarak 1 Nisan 1923'te seçim kararı alınmıştır. Ve Seçim kararında da adeta Halk Fırkası'nın programını tekrarlayan "9 Umde (İlke)" belirlenmiş ve seçime katılmak isteyenler bu 9 Umde'ye uyacaklarını Mustafa Kemal'e taahhüt etmeye mecbur tutulmuşlardır. Bir tür çete darbesini hatırlatan bir kararla 1923'te II. Meclis'in oluşturulmasına gidilmiştir. İslami olanı ülke yönetiminden uzaklaştırmaya, batılı değerleri, yaşam ve giyim tarzını yaygınlaştırmaya yönelik gelişmeler karşısında gösterilen muhalefet, Şeyh Said liderliğinde silahlı bir tepkiye dönüşünce, 1925 tarihinde İstiklal Mahkemeleri ülke sathında İslami muhalefet yapan her kese karşı yetkilendirilmiştir. 1925 tarihli yasal düzenleme ile faaliyete geçen bu mahkemenin verdikleri kararlar her türlü denetime kapalı idi ve idam hükmü verdiklerinde hemen uygulatma yetkisine haiz kılınmışlardı. Bu süreçte kayıtlı ve kaydına henüz ulaşılamayan binlerce kişi ülkenin dört bir tarafında İslami düşünceleri ve en ufak eleştirileri nedeniyle idama mahkum edilip öldürülmüşlerdir. Aynı zamanda bir toplumun asırlardır yazı dili olan Kar'an dili değiştirilip, yazı dili latince alfabeyle yeniden oluşturulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, 1923'de yapılan İzmir İktisat Kongresi kararlarıyla kapitalist yolda yürünüleceği ilan edildikten sonra, 24 Temmuz 1923 tarihinde sonuçlandırılan Lozan Konferansı'nda onaylanmış bir statüdür. 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında yapılan İzmir İktisat Kongresi'nin açılış konuşmasında Mustafa Kemal gösterdiği hedef İlk Oturum Kararları"nda şu cümlelerle şekillenmiştir: "Ekonomik yönden ülkeyi yükseltmek ... irticadan uzak dindarca bir anlayış her yerde ilkemizdir", "Yabancı sermayesine karşı değiliz, ... Türk, açık alın ile serbestçe çalışmayı sever; tekel istemez."
Türkiye'deki hakim sınıflar, yeni bir Türk ulus ideolojisi üreten ve Batılı yaşam tarzına öykünen askeri, siyasi ve iktisadi muktedirlerdi. Cumhuriyet'in bu elitleri bürokratik bir yönetim dairesi oluşturmuşlardı. Ancak dini aidiyetleri Kemalist-Batıcı şablonlarla dezenfekte edilenler, eğitilip "medenileştirilenler/uygarlaştırılanlar" bu daire içine girebilirlerdi. Görebildiğimiz kadarıyla, sistem kuruluş aşamasının başlangıcından itibaren Türkiye halkının büyük çoğunluğunun yüzyıllardır İslam'a olan bağlılığını aşamayacağını gördüğü için, İslam tanımı üzerinde oynama ve Müslümanlığı yeniden şekillendirme yoluna gitti. İslam'a olan kitlesel tarihi ilgiye, Türk ulusunun çıkarları doğrultusunda kontrollü bir şekilde kullanılacak bir rehabilitasyon ve motivasyon aracı olarak yaklaşıldı. Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren İslam'ı Türk ulus olgusuna göre yorumlamak için kurulan Diyanet İşleri Reisliği bir kontrol ve yönlendirme aygıtı olarak görevlendirildi. Böylece Türk ulusunu oluşturan sosyolojik ögelerin arasına, yapıştırıcı bir unsur -alt kimlik- olarak, tanımı Kemalist ideoloji tarafından yapılan ve hayatla ilişkisi sınırlandırılan "din" olgusu da eklemlenmiş oldu.
Lozan Konferansı'ndan sonra onaylanan "Misak-ı Milli" sınırları içinde şekillendirilen Türk Devleti, İslami aidiyetlerden hızla uzaklaşmaya başladı. Bu süreçte Kur'an alfabesinin değiştirilmesi, şer'i mahkemelerin kaldırılması, İslâmî eğitimin yasaklanması gerçekleştirildi. Kur'an alfabesinin, İslami kurumların ve şer'i uygulamaların feshedilmesine karşı olanlar, Şeyh Said Ayaklanması'nda olduğu gibi kanlı bir şekilde bastırıldı veya sürgün, hapis ve idam cezalarına çarptırıldı. Ayrıca muhalefet duygusunu sindirmek için dindar insanların duygularını tahrik edici Menemen vakıası gibi bir çok komplo düzenlendi. Tarık Zafer Tunaya'nın bildirdiğine göre, Menemen'de yaşanan münferit bir olay dolayısıyla Menemen'de, Manisa'da, Balıkesir'de ve Antalya'da aynı gün içinde 2.200 kişi tutuklanmıştı.
İskilipli Atıf Hoca'nın yazdığı bir kitap dolayısıyla idam edilmesi de Cumhuriyet rejiminin hukuksuzlukları için ibret verici bir örnektir. İskilipli 1924 yılında yazdığı Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı kitabından dolayı, bu tarihten bir buçuk yıl sonra çıkan 25 Kasım 1925 tarihli Şapka Kanunu'na muhalefet ettiği bahanesiyle 26 Aralık 1925'te İstiklal Mahkemesi tarafından tutuklanmış, yargılanmış ve idam edilmiştir. Hiçbir hukuki standarda bağlı olmayan İstiklal Mahkemeleri'nin yeni rejime ve Batılılaşmaya muhalif olduğu bilinen ve bölgelerinde kanaat önderi olarak tanınan Müslümanlardan 5 binden fazla insanın idamına hüküm verdiği iddiası ciddi karinelere dayanmaktadır. İstiklal Mahkemeleri zabıtlarına ulaşmak mümkün olmadığı için bu konuyla ilgili yeterli araştırma yapılamamaktadır. Dolayısıyla idamlarla ilgili 5 bin sayısını çok bulanlar gibi az bulanlar da söz konusu olabilmektedir.
1945 yılına kadar halkın İslami duyarlılığı acımasızca ezilmiş, resmi ideoloji güdümündeki Diyanet Teşkilatı tarafından İslami değerler ve kavramlar saptırılmaya veya içi boşaltılmaya çalışılmıştır; ama İslam'a ve Kur'an'a yönelen ilgi yok edilememiştir. 1945'ten sonra da uluslararası kapitalist sistemin çıkarları doğrultusunda kullanmak amacıyla rejim kendi içinde halkın İslami duyarlılığına bazı alanlar açmıştı. Tabii ki bu alanlar kontrollü bir kullanıma dönüktü. 1945-1950 yıllarında Müslümanları kontrol altında tutabilmek ve sistemin çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmek için CHP Hükümeti tarafından İmam Hatip Okulları/Kursları ve İlahiyat Fakültesi kurulmuş, Diyanet Teşkilatı güçlendirilmiş ve Devrim Kanunları'na aykırı olmasına rağmen 19 tane büyük "türbe" devlet töreni ile açılmıştı.
İçinde yaşadığımız Türk toplumu, kurucu lider olarak kabul edilen Mustafa Kemal'in "Ümmetten bir millet yarattık" özdeyişi istikametinde ve "ilerlemeci" tarih anlayışına göre şekillendirilmiştir. Yaratılan "millet" ya da ulus, sosyal mücadelelerin sonunda gelinen bir durumu değil, Batılı paradigmaya ait bir modelin Osmanlı sonrası bir halkın veya halkların üzerine yukarıdan aşağıya zorla giydirilmesiyle oluşan yapay bir olguyu ifade etmektedir. Bu değişim, sarığın veya fesin zorla çıkartılıp fötr şapkanın giydirilmesi benzeri dayatmalarla gerçekleşmiştir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana ülkedeki en önemli kimlik çatışması, Türk ulus kimliği ile İslami kimlik aidiyeti arasında yaşanmıştır. Daha sonra da tek dil, tek tarih anlayışı içinde ana dili Türkçe olmayan her etnik zümre ile de kimlik çatışması yaygınlaşmıştır. Türkiye'deki temel çatışma gerçekliği, ulus modeli dayatan toplum mühendisliğinden kaynaklanmaktadır.
Seminer programı sorulan soruların cevaplanmasıyla sona erdi.
HABERE YORUM KAT