Akhisar Özgür-Der’de “İslami Şahsiyetin İnşası” Konuşuldu
Özgür-Der Akhisar Temsilciliğinde düzenlenen programda Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya “İslami Şahsiyetin İnşası” başlıklı konuyu anlattı.
“Bir amaç doğrultusunda yaratılan insan, hidayet kaynağı olan Kur'an'a şahidlik etmekle mükelleftir!” diyerek sözlerine başlayan Rıdvan Kaya, 'Böylece sizi insanlara şahid olmanız için vasat ümmet kıldık.' ayetini esas alarak Müminlerin öncelikli hedefinin asli kimliği olan vahyi taşımak ve insanlara ulaştırmak anlamına gelen şahidliği üstlenmek olduğunu dile getirdi. Allah'ın dininin hakim kılınması şiarıyla hareket eden Müslümanların, Müslüman doğmak- Müslüman olmak şeklinde bütünleştirilen ve Kitab'a uygunluğu sorgulanmadan yüzeyselleştirilen yanlış algıyı kırmak adına sistematik ve sürekli bir çaba içerisinde olması gerektiğini ifade etti. ''Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelen sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?'' ayetine işaret ederek Mümin olmanın basit bir iddia olmadığını belirten Kaya; imanın ancak söz ve eylem bütünlüğü ile ciddi bir mücadele sonucu erişilebilecek bir olgu olduğunu vurguladı. Konuşmacı, Kur’an'dan uzak ve vahiyle örtüşmeyen bir uyumsuzluk halinin İslami kimliğimizle çeliştiğini, ahlaki zaaflar ve kimlik bunalımına sebebiyet vererek Müslüman olma bilincinden kopardığını ve bunun da imani boşluklardan kaynaklandığını dile getirdi.
Yaşadığımız toplumda Kur'an'a hürmet edildiğini ancak kurallarının bütüncül bir şekilde uygulandığı bir yapının haiz olmadığını belirten konuşmacı, Müminlerin konjonktür gereği hareket etmemesi, İslam’ı imkanlar dahilinde yaşanan bir din olmaktan çıkartıp hüküm koymayı yalnızca Allah'a isnad ederek İslami hükümlerin tümüyle yaşanılır kılındığı bir toplumsal yapı oluşturulması gerektiğini ifade etti. Kaya, ''Emrolunduğun gibi dosdoğru ol'' düsturuna vurgu yaparak Müslümanların pratiklerini Allah'ın kitabı ve Resulullah'ın sünneti esas alınarak oluşturulması gerekliliğine ve Halik olan Allah'ın aynı zamanda Hakim olduğuna dikkat çekti.
Kaya özetle şunları anlattı:
Kur’an ve peygamberimizin gösterdiği şekilde yaşayarak İslam’ın yaşayan şehitleri olmak, yani şahitlik hayatımızın öncelikli hedefi ve ağır bir sorumluluktur.
Kur’an’da emrolunduğumuz gibi bu şekilde İslami kimliğimizin yaşantımızla ortaya konulması, yani söz ile amelimizin uyumu ahiret kurtuluşumuz için olmazsa olmazdır. Kurtuluşumuz için mutlaka Kur’an yaşantımızı belirlemelidir.
Maalesef Kur’an’a uzak bir toplum mensubuyuz. Kemalist sistem çöl kanunu diye dışlıyor, halkımıza hakim olan geleneksel İslam anlayışı Kur’an’ı sadece ölülere okunan bir sevap kitabı ya da okunmasından zevk ve huşu alınan bir haz aracı gibi görüyor. Oysa Kur’an ciddiye alınmalı ve anlayarak okuyanların hayatlarını anladıkları gerçeklere dönüştürmelidir!
Kur’an, Müslümanları sadece kendi şahıslarında okuduklarını uygulamalarını yeterli görmüyor, bunları Müslüman olan ya da olmayan tüm insanlara tebliğ edip duyurmalarını ve bunlara göre iman edip hayatlarında uygulamaya davet vazifesi yüklüyor. Bu tebliğ ve davet görevini de topluca yapmalarını, yaşadıkları toplumun ve dünyanın gündemini bu gerçeklerle belirlemelerini istiyor onlardan. Zira iman şahitliği toplumsal hayatı dönüştürmeyi getirir ve bu da ancak birlikte yapılır. Mücadele tek başına verilmez. Ali İmran Suresi 104. ayette geçen “va’tesimu bi hablillahi cemien ve la teferreku.” (Topluca Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılığa düşmeyin) emrine hepimiz muhatabız.
Küfre, fesada karşı direnmenin toplu olarak mücadele etmekten başka yolu yoktur. Fakat topluca hareket etmek bazı temel vasıflar gerektirir ki, bu vasıflar Müslümanların birbirlerine karşı sorumluluklarını ifade eder.
Bu temel vasıflar fedakârlık, dayanışma, Allah için sevme, birbirimizin eksiklerini tamamlama, hataları örtme, güzellikleri çoğaltma. Bu vasıfların pratiğe aktarılmasında peygamberimizin örnekliği belirleyicidir.
Temel ölçümüz Fetih Suresi 29. ayette belirtildiği üzere, “ruhemau beynehum ve eşiddei alel kuffar” birbirimize karşı merhametli, kafirlere karşı dik durmamızdır.
Topluluk yani Cemaat öncelikle fedakârlık demektir. Bencilik, çıkarcılık İslami cemaat ruhunu tahrip eder ve böyle olanlar asla cemaat olamaz ve topluca hareket edemezler. Bunu sağlayabilmek için önce zaaflarımızla yüzleşmeliyiz. Kimliğimiz ve ilişkilerimizi ahlaki zaaflardan arındırmalıyız. Başkalarının yanlışından önce kendi zaaflarımızla yüzleşmeliyiz.
Ahlaki düzlemde kendimizi geliştirmek için sabırsızlık, gevşeklik, nemelazımcılık zaaflarımızdan kurtulmalıyız öncelikle. Tartışmacılık da ciddi bir zaaf kaynağıdır. (Enfal/46)
En önemli zaaf ise bireycilik olup, dünyevileşme ve nefse tabi olmaya yol açar. Müminler arasında olması gereken ilişki, Ebu Musa Eşari’nin aktardığı “Resulullah (s): ‘Mü'min ile mü'min (birbirine karşı) duvar gibidir, birbirlerini sımsıkı tutarlar’ buyurdu da bunu söylerken parmaklarını birbirine geçirip sımsıkı kilitledi.” (Buhari)hadisinde tarif edildiği şekilde olmalıdır.
İnsanların derlenip toparlanması zor, dışlamak ise kolay bir iştir. Sıradan insanları duyarlı hale getirmek; duyarlı insanlara sistematik düşünce kazandırıp, rehberlik yapmak; belirli bir bilinç ve tavra ulaşanları organize ve mücadeleye sevk şeklinde tanımlanabilir.
Birbirimize karşı dışlayıcı değil kuşatıcı olmalıyız. Kuşatıcılık doğru yanlış ayırmadan bir araya getirmek değil, iyiniyetli ve iyimser olmak, çaba sarfetmektir.
Müslümanlar birbirlerinin din hususunda olmayan yanlışlarına tahammül göstermelidirler. Üslup bozukluklarından kaçınmalıdırlar. Ayrıntı deyip hiçbir hususu atlamamalıdırlar.
Son olarak Müslüman olma iddiası taşıyan insanların hakiki bir kimlik inşası ortaya koyabilmesi için ahlaki zaaflarından arınması gerektiğine vurgu yapan konuşmacı; bireyin toplumdaki temsiliyet sorumluluğunun farkında olarak İslami kimliğini zedeleyecek hal ve tavırlardan uzak durması gerektiğini ifade ederek sözlerini bitirdi.
Seminer sorulan soruların cevaplanması ile sona erdi.
HABERE YORUM KAT