Akepelileşme sendromu?
Çoktandır bu “akepelileşmek” terimi kullanılıyor bizim camiada. Çoğu zaman, endişe verici satırların ortasında, bazen öznenin ta kendisi ya da nesne olarak karşımıza çıkıyor. Endişe verici olması; hani bizim biraz kuruntumuz gibi kalıyor. Akepelileşmek deyince sanki (olumsuz anlamda) bir süreç takip ediliyor. Müslümanlar talihsiz bir girdaba akın akın giriyorlar. Bir zamanlar 4/3 lük de(!) olsa tevhid ve adalet temelli bir bilinç ve birliktelik varmış da, sanki akepe bizzat görev alarak bu korkunç (!) durumu tersine çevirmek için kolları sıvamış gibi bir hava seziliyor. Sanki birbirlerine kurşunla kaynatılmış şekilde bağlı bir ümmet mevcutmuş da akepe gelip bunu her geçen gün törpülüyormuş. Sanki bizim camiada “hucurat” temelli bir kardeşlik bilinci teşkil imiş de akepe bunun üzerine sasaniler gibi moğollar gibi amerikalılar gibi saldırmış. Sanki bizim camia, sağcılık ve milliyetçilikle olan imtihanını başarıyla vermiş ve imtihanın ardından akepe Müslümanları çıkmaza sürüklemiş. Sanki ülkede başörtüsü yasağına güçlü ve kuvvetli bir direniş örgütlenmiş, kanaat önderleri, kitlelerini buna angaje etmişler de akepe gelmiş de “hoop noluyoruz” demiş.
Sanki akepeden önce her şeyimiz düzgünmüş. Herkes Kur’an ve sünnet merkezli bir ümmet bilinci ile üfürükçülük yağcılık ve müdahaneden uzakmış. ”İslami hareket” her şeyi ile rejime alternatif bir yapılanma içinde kendi rüşdünü ispatlamış da, bir gün birdenbire akepe çıkmış ve bu caaanım hareketi alaşağı etmek için abede ile sorunlu da olsa model ortaklık projesine girişmiş. Akepe işi gücü bırakmış, şu İslami hareketi nasıl durdururumun derdine düşmüş.
Kendisini hiçbir zaman İslamilikle veya İslamcılıkla tanımlamayan hatta İslam kelimesini sadece bir kültür, bir mozaik, bir Türkiye gerçeği olarak gören akepe, kendi yaptığı bu işleri duysa ne yapar acaba? 28 Şubat sonrasında (meşhur isimleriyle) gelenekçilerden sıyrılan bu medyatik yenilikçiler, itikadi açıdan aslında çok da değişmediler.28 şubattan önce söyledikleri; bin yıllık tarih, ordu gözbebeğimiz, atalar dini öykünmeleri v.s. konuları başta olmak üzere daha önce kendilerine refere aldıkları hazırlop mezhepçilik merkezli sünni anlayışlarında ve müdahaneci politik duruşlarında da çok ciddi bir atılım yaptıkları söylenemez. Sadece yaptıkları o zamanki başkomutanlarının görmediği (bugün itibariyle hala da göremediği) konjonktörün farkına vardılar o kadar. Buradaki avantajlarını da çok iyi kullandılar. Halen de avantajları devam ediyor.(Zira ülkede sağlam bir sol (!) hareket bulunmuyor. Elbette ki şaka yapıyoruz.)Çünkü ülkede kendisini ispatlamış sosyal siyasal alanda rüşde ermiş bir islami hareket henüz vücut bulmadı. Bu noktada akepenin avantajları ile ilgili olarak ise Hamza Türkmen’in tespitlerini hatırlatmakta fayda var.
a)Siyasi tecrübe: Erdoğan ve kadrosunun 1970 MNP pratiğinden bu yana sistemin işleyişini bilip tanımaları. b)Kadro gücü: Erdoğan’ın yakın çalışma arkadaşlarının tevhidi uyanış sürecinin kaçakları olmaları. c)Çevre Gücü: akepenin Kemalist elitlere bürokrasiye ve Tüsiad’a karşı çevrenin yani halkın sesi iddiasında olmalarının yoğun talep bulması.1
Bizim açımızdan ise; doksanlı yılları abicilik taassubu ve grupçuluk hırsı ile geçirmişler olarak 28 Şubat’ta nasıl ve niyeyse yenilgiyi üzerimize almamız yaşadığımız kompleksi de açıklayan bir duruma işaret ediyordu. Bu yüzden 2000’li yıllarla birlikte (doksanlı yıllardan gelen) ayakta kalmayı başarmış müslüman miras (1985-95 arasında yetişmiş2) kendisini hissettirdi ve bugün itibariyle tecrübe kazanmış ve sosyal siyasal şahitlik boyutunu İslami kimlik temelli olarak algılayan düşünen ve buna göre konuşup tartışan ciddi ve kalıcı bir boyuta gelmiştir. Ancak yine de tabi ki yeterlilik/gereklilik ve kuşatıp değiştirip/dönüştürme noktasında, gündemi belirleme, gündemi değiştirme, gündeme ilişkin yorumlarda edilgenlikten kurtulup vahyi tanıklığından neşet eden özgüveni kazanmada rüştünü ispatlayamamıştır.
Bugün itibariyle yaşanan sancıları akepeye yamamaya çalışarak sorumluluğu üzerinden atmaya çalışmak beraberinde tembellik ve kolaycılığı da besleyen bir süreci hızlandırmaktadır. Bazı tepkiler bu şekilde ortaya çıkarken bazı tepkiler de küskünlüğü, bıkkınlığı ve isteksizliği de beslemektedir. Yaklaşık bir buçuk asırdır parlamenter çekişmelerin içerisinde debelenen osmanlı bakiyesi bu topraklarda halk kavramının neye tekabül ettiği de bellidir. (Zorlayarak da olsa) Birinci Meclisi tasnif dışında bırakacak olursak tüm Meclis yapılanmaları ve askeri vesayetin bunlar üzerindeki baskı ve dayatmaları zamanla halkı temsil iddiasındaki vekiller kanıksamışlar ve kader olarak algılamışlardır. Halktan da ciddi hiçbir tepki gelmemiştir. Ta ki yetmişli yıllara kadar.
Bu yüzden Bahadır Kurbanoğlu’nun yazısında vurguladığı gibi; “Eğer gerçekten sosyal-siyasal şahitliğe kendisini adamış bir hareket olsaydı, 28 Şubatlardan alınması gereken dersi çıkartır ve yoluna devam ederdi; eğer böyle bir hareket olsaydı asıl şimdilerde, (yani bu görece özgürlük ortamlarında) üzerlerine düşen görevleri yapmaları gerekirdi. Ama maalesef birileri AKP’ye küfretmekle meşgulken, başka birileri de AKP’nin açtığı deryada yüzmeye daldı ”
Bu satırlar olayı çok güzel özetliyor. Sanırız bu tartışma devam edecek ve bizim camianın glasnostu (aydınlanma) bu şekilde gerçekleşecek. Sonra peşinden perestroika (yeniden yapılanma)?
Toplumsal gelişmeler değişim ve dönüşümler büyük oranda bizim elimizde ve irademizde. Rad suresi 11.ayetle3 (ilgili olarak Ali Şeriati’nin yorumu özgüvenimizi kazanmamız için yeterlidir sanırım. Diyor ki merhum “ Bakıldığında Allah toplumun durumunu değiştirecek ama bunu bir şarta bağlamış o da o toplumun kendi özünde olanı değiştirmesine. Yani bir noktada Allah’ın iradesi insanın iradesine bağlı”4
Dipnotlar
1) Açılım Politikaları Kimin İsteği; H.Türkmen Haksöz Dergisi Mart 2010
2) Sakarya’daki bir söyleşiden alıntı; H.Türkmen, 2009
3) (…Bir toplum kendinde olan durumu değiştirmedikçe, hiç şüphe yok ki, Allah da o toplumda olan hali değiştirmez…) Rad suresi 11.ayet
4) Kur’an’a Bakış, Ali Şeriati Fecr Yayınevi
YAZIYA YORUM KAT