Akçeli işler
DİSK Başkanı Süleyman Çelebi, ayaklarından vuruldu. Kurşunu sıkan, eski bir dostu. Anlattığına göre DİSK Başkanı, yıllar önce 175 bin mark almış, geri ödemiyormuş, aralarında bu yüzden tartışma çıkmış falan filan. Olay haber ajanslarından duyulur duyulmaz herkesin içine bir sızı düşmüş, kurşunlama endişeye sebebiyet vermişti.
Çünkü DİSK gibi önemli bir işçi kuruluşunun başındaki insanın vurulması yakın tarihte yaşanan bazı acı olayları (hatta provokasyonları) akla getirdi. Neyse ki hadise korkulduğu gibi çıkmadı. "Yakın arkadaş" Başkan'dan hıncını alamamış olsa gerek ki; "Borcunu ödemezse yine vuracağım." diye feryat ediyordu.
Ticarî ilişki nedeniyle daha önce de bir sendika lideri vurulmuştu. Bir dönemin en popüler sendika başkanı Şemsi Denizer, Çelebi kadar şanslı çıkmamış, ne yazık ki hayatını kaybetmişti. Turgut Özal iktidarında binlerce işçiyi arkasına alıp Ankara'ya yürüyen Denizer, bazı kişilerce Polonyalı sendika lideri Lech Walesa'ya benzetilmiş, yere göğe sığmaz hale getirilmişti. Ne var ki medya yardımıyla oluşan dev imaj yine medya vasıtasıyla hak ile yeksan olmuştu. Denizer'in Jaguar'ı ortaya çıkınca en büyük hayal kırıklığını işçiler yaşamıştı. Çünkü işçi haklarını müdafaa için işçi önderliği yapan insanların daha sade yaşaması gerekiyor. Belki de bu büyük hayal kırıklığı nedeniyle Denizer'in hazin ölümü büyük bir infiale sebebiyet vermedi. İşçi haklarını savunurken elde edilen şöhret tuzla buz olmuştu çünkü.
Bugün de manzara çok hoş değil. Onlarca yıldır sendika başkanlığı yapan bir kişi bugün Ergenekon davasından hapis yatıyor. Soruşturma sonrasında ortaya çıkan ilişkilerin mide bulandırması ise işin başka bir veçhesi. İstihbarat servislerinde bile bulunmayan dinleme cihazlarının sendika parasıyla alındığını yazdı gazeteler. Bir televizyon kanalının işçiden kesilen paralarla kurulduğu; o paraların amacına uygun kullanılmadığı; gizli bir örgüte sendikadan para aktarıldığı gibi iddialar Ergenekon davasıyla gün yüzüne çıktı...
Konu sendikalarla sınırlı değil. Sendikadan yola çıkmam, güncelliğinden dolayı. Çelebi'yi ayaklarından değil de (Allah korusun) kalbinden vurup kaçsalardı Türkiye bambaşka şeyler konuşuyor olacaktı...
Asıl konuşulması gereken de şu: Halka hizmet iddiasıyla yapılan herhangi bir meslekte yöneticilik yapanlar, özel hayatlarında akçeli işlerden fersah fersah uzak durmalılar ki büyük hayal kırıklıklarına sebep olmasınlar. Ticaret erbabına diyecek bir şeyim yok; onun işi zaten o. Kazanacak, kaybedecek, batacak, çıkacak, her türlü riski göğüsleyecek.
Ancak siyaset gibi, sendika gibi; hatta medya gibi bir yönüyle halka hizmet için vitrinde görünenler, paraya turaya boyun eğmeyecek. Hele halkın teveccühüne dayanarak bir yere gelinmişse daha da dikkatli davranılacak ki dedikodu gibi, su-i zan gibi; hatta beddua gibi insanı baş aşağı getirecek birtakım şeylerle karşı karşıya kalınmasın.
Sadece Türkiye'de değil, dünyada da bugün büyük bir seferberliğe ihtiyaç var. Hasbilik, diğerkâmlık, başkası için yaşamak gibi ülküler çoktan Kafdağı'nın arkasına atıldı. Millet için yaşayanlara "enayi" gözüyle bakmak; "deveyi hamuduyla götürenlere" de "başarılı" muamelesi yapmak bir çağ yanılgısıdır. Oysa egonun altında ezilmek bir fazilet olmadığı gibi insanlık için yaşamak da ayıplanacak bir durum değildir. Üstelik fedakârlık bir böbürlenme vesilesi değil, hayat felsefesi! Çok mu zor bu felsefeyle yaşamak?
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT