AK Parti ve Numan Kurtulmuş
Hep şöyle cümleler kuruluyordu.. "AK Parti'nin varlığı Recep Tayyip Erdoğan'ın şahsıyla kaimdir."
"Erdoğan cumhurbaşkanı seçildiğinde yahut bir başka sebeple AK Parti liderliğinden ayrıldığı zaman bu parti biter."
Herkes kendince bir ömür biçiyordu AK Parti'ye...
Kimi "Özal"dan sonra ANAP'ın bittiğini örnek gösteriyordu.
Kimisi "Demirel"in Köşk'e çıkmasından sonra DYP'nin dikiş tutturamadığından dem vuruyordu.
Hakikaten ANAP da, DYP de siyasi mevta olmuştur.
Her iki partinin ömrünü tamamlaması, ne Özal'ın ne de Demirel'in yokluğuyla ilgili, tek başına.
Her iki parti takip ettikleri politikalar nedeniyle temsil ettikleri kitlelerden koptukları için bitti.
Oysa 1960'lardan beri siyaset sahnesinde yer alan MHP, Alparslan Türkeş'in vefatından sonra dağılmadı, aksine önceki dönemlere kıyasla çok iyi yerlere de geldi.
Bir ara ikinci parti konumuna gelerek iktidara ortak bile oldu.
CHP Türkiye'nin en eski partisi ise, AK Parti de "Yeni Türkiye"nin en genç partisi.
Temsil ettiği siyasi çizgi nedeniyle bütün partilerden çok daha kolayca geleceğe taşınacak bir parti.
AK Parti'yi nev-zuhur bir parti gibi görenler fena halde yanılıyor.
***
Recep Tayyip Erdoğan ile aynı siyasi gelenekten gelen Numan Kurtulmuş'un AK Parti'ye katılacak olması beni hiç şaşırtmadı.
Kurtulmuş, Başbakan Erdoğan'ın "Türkiye'yi 2023'te taşıma ideali"nde önemli bir köşe taşı.
Yaşı, birikimi ve kişiliğiyle AK Parti'yi Erdoğan'dan sonra geleceğe taşıma kapasitesi olan bir siyaset adamı Numan Bey.
Toplumda köklü karşılığı olan siyasi çizgilerin uzun dönemler varlığını sürdürmesi gayet tabiidir.
İngilte'de "Muhafazakar Parti"nin kökü 1800'lerin ilk yarısına, "İşçi Partisi"nin ise geçen yüzyılın başlarına kadar gidiyor.
Almanya'da "Sosyal-Demokrat Parti"nin tarihi 19. yüzyılın son yarısına uzanıyor.
Şimdi iktidarda olan Angela Merkel'in partisi "Hıristiyan Demokrat Birliği" ise 1949'da kuruldu ve ilk yirmi yıl boyunca iktidarda kaldı.
Amerika'da da durum çok farklı değil, "Cumhuriyetçiler" de, "Demokratlar" da köklü partiler.
Bizde "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası" kapatılmasaydı belki de CHP gibi hala varlığını sürdürüyor olurdu.
Bunun yerine demokrasi tarihimizi "partiler mezarlığı"na çevirdiler.
***
AK Parti, siyasi mevta olan partiler gibi davranmadığı sürece daha çook uzun dönemler geçirir.
İngiliz "Muhafazakar" ve "İşçi" partileri gibi temel niteliklerini kaybetmeksizin değişime ve yeniliğe açık olduğu sürece AK Parti de merkez partisi niteliğini sürdürür.
"Muhafazakar Parti" de," İşçi Partisi" de değişerek, yenilenerek bugünlere kadar geldi.
AK Parti asrın idrakine ve milletin ihtiyaçlarına cevap verdiği sürece kıymetini devam ettirir.
Eğer AK Parti tabanı teveccüh gösterir de, Erdoğan sonrasında Numan Bey kaptanlığı devralırsa bu gemi yoluna devam eder.
Numan Bey'e yapılan teklif, AK Parti'nin geleceğe taşınması yönünde seçmenlerine bir güvence vermiştir.
Bu transferin en anlamlı ve en önemli mesajı budur.
Daha sonrasını konuşmak için ise vakit henüz çok erken.
Bir veda, bir başlangıç
"28 Şubat" gibi zor süreçlerden alnının akıyla çıkan "Yeni Şafak" hepimiz için bir okul, bir aile gibiydi.
Çıktığı günden itibaren, millet iradesini hiçe sayan muktedirlere karşı "sessiz yığınların sesi" olmuştu.
Gücünü de milletten ve milletin ayaklar altına alınmaya çalışılan değerlerinden alıyordu.
Galiba, "Yeni Şafak" gazetesinde çalışmaya başladığım 1997'den bu yana 5 yayın yönetmeni gördüm.
Genel Yayın Yönetmenimiz Yusuf Ziya Cömert bayrağı İbrahim Karagül'e devretti.
"Yeni Şafak iklimi"nde yetişen İbrahim Karagül ile altıncı yayın yönetmenini de görmek kısmet oldu.
Hepsi de kendi üslup, kişilik ve birikimleriyle Yeni Şafak'a çok şeyler kattılar.
Arkadaşımız Karagül'ün de çok şey katacağına inanıyorum.
Ciddi bir kalp ameliyatı geçiren Yusuf Bey'e sağlıklı ve huzurlu bir yaşam diliyorum.
İbrahim Karagül'e de yeni görevinde başarılar diliyorum, hayırlı, uğurlu olsun.
Beşşar Esed'i savunmak
Kanada'da, Libya, Tunus ve Mısır'ın devrik liderleri ya da yakınlarına ait 4,3 milyar dolar değerinde para ve taşınmaz bulunuyormuş... Bu milyar dolarlık para ve taşınmazların bir ksımı da Beşşar Esed, eşi ve yakınlarına aitmiş.
Açıklanan para ve mal varlıkları, sadece halkla paylaşılmasında mahzur görünmeyen kısmıymış. Yani, buz dağının görünen kısmı bu kadar, kimbilir daha hangi ülkenin gizli kasalarında daha neler var...
Bu diktatörler kendi halklarına uzun yıllar kan ağlatırken, bir taraftan ülkelerinin zenginliklerini yağmalamışlar. Halkın parasını kendi aileleri ve yakın çevreleri arasında pay etmişler; iktidarı kolay kolay bırakırlar mı hiç?
Zavallı halk yıllar yılı yoksulluk içinde boğulurken diktatörler torunlarının torunlarını bile ihya edecek servetleri, kendilerine karşı olmakla suçladıkları ülkelerin bankalarına transfer etmişler.
Filipinlerin devrik lideri Ferdinand Marcos ve karısı İmelda da öyle yapmamışlar mıydı? Al birini vur ötekine, hepsi aynı bunların, zorla elde ettikleri iktidarı güzelikle bırakmak gibi bir huyları da, ferasetleri de yok.
Esed ve hempalarının "Annan Planı"nı bir zaman kazanma fırsatı olarak gördüklerini herkes biliyor. Anlaşarak, uzlaşarak çekileceklerine hiç kimse inanmıyor.
Esed'in arkasında halk desteği olduğunu iddia edenler, bu desteği özgür seçimlerle kanıtlaması gerektiğini ifade etmiyorlar nedense. Öyle yapmadıkları gibi, Esed'i pişkince savunarak binlerce masum insanın katledilmesine katkıda bulunuyorlar.
Yere düşen her masumun kanında Esed savunucusu rejimlerin de vebali var. "Uluslararası toplum", yani dünyanın vicdan sahibi insanları Esed rejiminin karşısına dikildikçe pişkin savunucular ufak ufak geri adım atıyor.
Bunlardan biri "Esed'i değil 'Annan Planı'nı destekliyoruz" derken, bir diğeri ise şimdiye kadar "CIA ve Mossad'ın işbirlikçisi" diye takdim ettikleri muhaliflerden "taraflar" olarak söz etmeye başladılar. Hatta 'taraflar' arasında "arabuluculuk" yapmaya hazır olduklarını bile açıkladılar.
İyi bir gelişme tabii ama bunun için yirmi bin insanın ölmesini beklemeleri mi gerekiyordu?
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT