AK Parti CHP’siz bir siyaset istiyor mu?
Türkiye-Ermenistan maçı da gösterdi ki, bu ülkedeki her olumlu adımın, her çözümün önünde aşılması gereken bir CHP takozu var. İki toplum arasında yakınlaşmaya vesile olacak mütevazı bir adıma bile tahammülsüzlük gösteren Baykal’a partisinden tek bir itiraz dahi gelmemiş olması, bu partinin sorununun liderlik olmadığını bir kez daha gösterdi.
CHP’nin ‘istemezük’çülüğünün anlaşılabilir nedenleri var.
Sınıfsal anlamda CHP, baştan beri, sahip olduğu zenginliği devlet eliyle yaratılan ayrıcalıklara borçlu olan ve dolayısıyla bu yapıyı değiştirmemek için direnen zümrenin siyasi temsilcisi. Demokrasiden hazzetmemesinin ekonomi politiği bu.
İttihatçılığın bugünkü en saf halini temsil eden ideolojisi ve zihniyeti de CHP’nin bu oligarşik işlevini bütünlüyor. Bugünkü Ergenekonseverliği de arızi bir durum olmayıp, ittihatçı-komitacı-’mükemmel bir organizasyon’cu geleneğinden geliyor (Geniş bilgi için tarihinin herhangi bir dönemine bakınız).
Bu haliyle CHP, bu ülkede adaletten, barıştan ve uzlaşmadan yana olan her adımın önünde bir engel. Bu yüzden, bir gün bu ülkede gerçek bir demokrasi kurulacaksa, bu CHP’nin desteğiyle değil, CHP’ye rağmen olacak.
Ama Müesses Nizam’ın ayrıcalıklarını temsil eden bir siyasi hareketin, ana muhalefet partisi olacak kadar destek bulduğu bir ülkede oligarşiden demokrasiye geçmek kolay değil. Buna bir de bürokratik kurumların mutlak desteğini de eklediğimizde, bu parti her olumlu girişimi bloke edecek güce ulaşıyor.
Oysa onu yalnızlaştırmak ve eritmek mümkün. Kazım Berzeg Rusya’daki diktatörlüğün yıkılışını açıklarken şöyle diyordu: ‘Rusya’daki rejimin yıkılmasının başlıca sebebi onun düşmanlarının çok güçlü olması değil, destekleyeninin kalmamış olmasıydı’. Oradaki baskıcı rejimi temsil eden parti gibi CHP de yalnızlaştırılmadıkça işimiz zor.
Bunu başarmak ise demokrasiden yana olanlara düşüyor. İşte AK Parti’nin sorumluluğu da bu noktada ortaya çıkıyor. Çünkü ittihatçı siyasetin muhalifleri arasında iktidarda olan tek ve tabanı en geniş siyasi aktör o.
Ama gelin görün ki, o da CHP’yi yalnızlaştıracak asıl önemli adımları atmıyor.
Öncelikle Ak Parti Hükümeti, dünyanın hiçbir demokrasisinde örneği olmayan devasa seçim barajını muhafaza ediyor ve solda doğru dürüst bir siyasi alternatifin ortaya çıkmasına izin vermiyor. Böylece CHP, ‘gereksiz yere sol şeridi işgal ediyor’ (S. Memecan’ın karikatüründen).
Görünen o ki, Hükümet, DTP oylarını gerekçe göstererek bu konuda kendisine kırmızı çizgi empoze eden güçlerin asıl kaygısının CHP’yi erimeye karşı korumak olduğunu anlamıyor. Belki de mühim olanı (barajı kaldırdığında kaybedeceği oyları), ehem olana (doğru dürüst siyasi rakiplerle, CHP’siz ve gerilimsiz bir Meclis’e) tercih ediyor. Her iki durumda da hem yanlış bir hesap, hem de kötü bir alışveriş bu.
Yoksa hiçbir zaman çoğunluk oyunu alamayacak bir CHP ile yarışmak onlara hoş mu geliyor? Ama bu kadar basiretsiz olamazlar her halde, çünkü CHP demokratik siyasi yarış yapan bir parti değil. Demokrasiye karşı her müdahaleye çanak tutan küçük bir CHP’dense, ciddi bir siyasi rakip (ama siyasi rakip) tercih edilir.
İkincisi, hem ahlakın hem de siyasi basiretin gerektirdiği bir adım olan Alevi Açılımını bir an önce gerçekleştirerek, hem bir sevap işlemeyi, hem de CHP’yi Nişantaşı ile Moda’ya hapsetmeyi başaramıyor. Alevileri CHP’ye mahkum eden statükoya teslim oluyor. Oysa zorunlu din dersinin kaldırılması veya cemevlerine ibadethane statüsü tanınması gibi talepler yerden göğe haklı talepler olduğu gibi, korkulacak bir durum da değil.
Kısacası bizi CHP’nin gerilim filmine mahkum eden sadece kurulu düzenin mevzuatı ve kurumları değil, Ak Parti’nin demokratikleşme açılımları kapsamındaki bu tür adımları atamaması.
Bu yüzden CHP’nin demokrasinin önünü tıkamasının asıl sorumluluğu onlarda. Tabii bu sürekli stresten bozulacak ruh sağlığımızın sorumluluğu da...
STAR
YAZIYA YORUM KAT