AK Parti artık kapatılamaz
Üstünden zaman geçip sular durulduğu zaman daha iyi anlaşılacak. Yargıtay Başkanlar Kurulu Bildirisi, "AK Parti kapatma davası"nın aslında bir erkler savaşı olduğunu tescil etti.
Bu savaş, yargı erkinin yasama-yürütme ikilisine açtığı bir savaş. Diğer yandan bu bildiri, Türkiye'de bir "yargı bağımsızlığı" sorunu olmadığını da kayda geçirdi. Öyle ya, yargının bağımsızlığı kime karşı ileri sürülür? Yasama ve yürütmeye, özellikle de yürütmeye karşı değil mi? Emekli başsavcılarından Danıştay'ına, oradan Yargıtay'ına kadar her koldan yasama organında çoğunluğu ve iktidarı temsil eden partiye karşı yürütülen ve bütünüyle siyaset kokan savaş, yargının zaten bağımsız olduğunun da bir delili değil mi?
Yargıtay bildirisi Türk hukuk tarihinin önemli inceleme konularından biri olmaya aday. Hukuk öğrencileri bu bildiriyi, yargı bağımsızlığı ile yargının tarafsızlığı arasında işlemeyen sebep sonuç ilişkisine örnek olarak ele alabilirler. Türk yargısı bağımsız. Siyasî iktidara karşı yargının her cephesinde savaş yürütecek kadar bağımsız. Bildirinin kendisi tek başına bu bağımsızlığın kanıtı. Türk yargısı bu bağımsızlığı, tarafsızlığını korumak için değil, yürütme-yasama ikilisine karşı bir iktidar alanı olarak kullanıyor. Laiklik, demokratik iktidarlara karşı bürokrasilerin iktidar gerekçesi...
Bildiriyi yayınlama sebebinin, geçtiğimiz günlerde Adalet Bakanlığı'nın AB'ye gönderdiği "Yargı reformu strateji belgesi" olduğu aşikar. Yargıtay bu belgenin kendilerine ve yargının diğer kurumlarına danışılmadan hazırlanmasını, affedilmez bir hata olarak kabul ediyor. Bu şikâyet anlaşılır bir durum. Bu strateji belgelerinin çerçevesinin zaten belli olduğu, önemli olanın içerikte reform sürecinde oluşacak çerçeve olduğunu söyleyerek, Yargıtay'ın itirazının sadece usule dair olduğu öne sürülebilir. Konu doğrudan doğruya yargının kendisini, özellikle de yargı bağımsızlığına dair temel düzenlemeleri ilgilendirdiği için, Yargıtay'ın gösterdiği hassasiyet meslekî bir itiraz olarak görülebilir.. Ancak bu itirazın yapıldığı metinde, Anayasa Mahkemesi'nde görülmekte olan bir dava hakkında hüküm tesis etmek, bir yüksek yargı organının aklından bile geçirmemesi gereken bir yol olmalıdır. Yargıtay, Başsavcı'nın iddialarına sahip çıkarak, eleştirileri "akıl ve mantık dışı" bularak, AK Parti aleyhinde taraf olmaktadır. Bildiri bir bütün olarak değerlendirildiğinde Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun, "Siz bize sormadan yargı reformuna girişirseniz, biz de böyle yaparız." dediğini düşünenler çıkabilir.
Yargıçların bir yanılgısı var. Hukuk Devleti'nde hukuku yargıçlar temsil etmez. Hukuk, kaynağını anayasadan alan yetkileri kullanan bütün kurumlar tarafından temsil edilir. Yargıçlar hukuku temsil etmezler, bir anlaşmazlık veya hukuk ihlali olduğu zaman hukuku uygularlar. Yargı herkesin uyması gereken hukukun teminatıdır. İşte bu yüzden yargı erkinden, uyması gereken hukuka aykırı bir ses ve eylem gelirse, hukuku uygulamak imkânsız hale gelir.
Yüksek yargıçlar, üstelik yargı erkini temsil kudreti en yüksek olan yargıçlar, bir mahkemede görülmekte olan bir dava hakkında bir bildiri altına imza koyarak taraf oldular ve hüküm tesis ettiler. Yargıtay Başsavcısı'nın iddianamesine bugüne kadar yöneltilen eleştirilerle, Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun savcıdan yana koyduğu ağırlığı adaletin şaşmaz terazisinin iki kefesine koysak, acaba hangisi ağır basar? Üstelik ortada yargı erkinin taraf olduğu bir yargı reformu sürecine dair tartışmalar varken. Hukukun vazgeçilmez iki temel prensibini hatırlayalım. Birincisi, kimse kendi davasının yargıcı olamaz. İkincisi, doğal yargıç kuralı, adil yargılamanın vazgeçilmez şartıdır. Yargıtay kendi davasının yargıcı oldu ve Anayasa Mahkemesi'ni de bu pozisyona sürükledi. Yargıtay'ın tesis ettiği hüküm ile, doğal yargıç prensibine aykırı olarak Anayasa Mahkemesi'nin yerine geçmiş oldu.
AK Parti'nin artık kapatılamayacağından emin olabiliriz. Aksi takdirde bu hata düzeltilemez.
Zaman gazetesi
YAZIYA YORUM KAT