1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Ailenin konumunu yeniden inşa etme zorunluluğu
Ailenin konumunu yeniden inşa etme zorunluluğu

Ailenin konumunu yeniden inşa etme zorunluluğu

Yasin Aktay, aileye yönelik saldırılara karşı atılması gereken adımlara dikkat çekerken çözülmenin sebeplerini de analiz ediyor.

15 Ocak 2025 Çarşamba 14:45A+A-

Yasin Aktay / Yeni Şafak

Ailedeki çözülmeler neyin bedeli?

Türkiye’de millet olarak kendimizi en iyi anlattığımız, gurur kaynağı bildiğimiz kurumlarımızdan biridir aile. Aile bizi biz yapan değerlerimizin ilk öğretildiği, aşılandığı temel ve doğal bir kurumdur. O yüzden aile yapımızın olduğu şekliyle muhafaza edilmesi bile bizim için bir milli beka meselesi olarak görülmüştür.

Aile diğer tüm sosyolojik kurumların temin edildiği, yeniden üretildiği bir yerdir. İlk din eğitimi, değerler eğitimi, devlet-millet ilişkisine dair ilk bilincin verildiği okul. Ama aynı zamanda anneli-babalı-kardeşli-akrabalı bir aile hayatı insanın kişisel-psikolojik gelişiminin de en sağlam teminatı. Aile yapısı çözüldüğünde bu eğitimlerin en büyük dayanağı da çözülmüş oluyor. Sonradan örgün eğitim kurumlarıyla bu eksiğin tamamlanması o kadar kolay olmuyor.

Daha önemlisi aile hayatı nüfus yapısının, yani nüfusun kendini yeniden üretmesinin teminatı. Türkiye’de çok çocuklu aile yapısıyla temin edilen genç nüfus yıllarca en büyük avantajımız olarak öğündüğümüz konulardan biri. Son yıllarda Türkiye bu konudaki avantajını hızla kaybetme noktasına gelmiş bulunuyor. O kadar ki, bu Türkiye için ciddi bir sorun haline gelmiş durumda.

Türkiye’de doğurganlık hızı 2001 yılında 2,38 çocuk iken 2023 yılında 1,51’e gerileyerek nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,10’un altında kaldı. Bu neresinden bakarsanız aile hayatımız için ciddi bir tehlikeye işaret ediyor. Aynı zamanda Türkiye’nin son 23 yıl içinde birçok alanda kat etmiş olduğu büyük gelişmeler, kalkınmalara karşılık bu manzara büyük bir paradoksla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Aile hayatımızdaki bu gerileme 23 yıldır içine girmiş olduğumuz emsalsiz ve büyük hızdaki kalkınmanın bir bedeli midir?

Pazartesi günü Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde düzenlenen Aile Yılı Tanıtım Programı’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan 2025 yılını “Aile Yılı” olarak ilan ettiklerini söyledi. Aile Yılı çerçevesinde icra edilecek çalışmaları, etkin ve verimli nüfus politikalarıyla destekleyip uzun vadede güçlü ve sürdürülebilir bir zemine taşımanın, en büyük önceliklerden biri olduğunu ifade eden Erdoğan, 25 Aralık’ta Aile Bakanlığımız bünyesinde faaliyet gösterecek iki önemli kurumu, Aile Enstitüsü ve Nüfus Politikaları Kurulu’nu ihdas ettiklerini de hatırlattı. Bu Kurul, “sağlıklı bir nüfus yapısı için kısa, orta ve uzun vadeli stratejiler geliştirecek. Enstitümüz ise milletimizin geleceği açısından bir beka meselesi olarak gördüğümüz aileye ilişkin ilmi, akademik ve politika geliştirici faaliyetler yürütecek.”

Kurulun oluşturulması kuşkusuz çok önemli. Sorunun farkında olunduğunu ve çok önemsendiğini gösteriyor. Doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan yıllardır aile ve nüfus davranışlarındaki bu tehlikeli gidişatın farkında. Bunu sürekli yaptığı “3 çocuk” vurgularıyla ele güne göstermiş durumda. Ancak bugün artık iyice gördük ki, her vesileyle 3 çocuk vurgusu yapmak aile hayatımızı derinden etkileyen sosyolojik gelişmeleri durdurmaya veya aile üzerindeki kötü etkilerini gidermeye yetmiyor.

Bu konuda kritik tespitlerden birisi 23 yıldır içine girmiş olduğumuz emsalsiz ve büyük hızdaki kalkınmanın bir bedelinin olmasıdır. Belki aile hayatımızı etkileyen süreçleri daha iyi anlamamız gerektiğini ve daha etkili-altyapısal tedbirleri bu kalkınma modelimizi gözden geçirmekle alabileceğimizi görmemiz gerekiyor.

Türkiye çok hızlı kentleşen, üniversiteleşen ve kalkınan bir ülke oldu. 1950 yılında sadece yüzde 20’lerde olan kentleşme oranı bugünlerde yüzde doksanların üstüne çıkmış bulunuyor. Üstelik köylerimiz de artık kentle iyice bütünleşmiş durumda. Kalkınmanın bir sonucu da kadının fiili olarak çalışma hayatına katılımı, yaşam tarzı olarak da, zihniyet olarak da iyice bireyselleşmesi ve annelik misyonundan iyice uzaklaşmasıdır. Artan hayat standartları sadece kadının annelik misyonunu zayıflatmıyor, erkeğin babalık misyonunu da zayıflatıyor.

Dünyanın en gelişmiş ülkelerini bile geride bırakan üniversiteleşme oranı yeni bir kişilik, yeni bir bireysel kültür oluşuyor. Bu kültürün içinde aileye, hele çocuklu aileye fazla yer yok. Liseyi bile bitirmesi zor olanların 12 yılık zorunlu eğitimin sonunda üniversite kapılarına yığılması geri dönüşsüz bir toplumsal hareketlilik süreci başlatıyor. İlk bakışta eğitim seviyesinin artışı veya “fırsat eşitliği” gibi kutsal bir değer açısından çok olumlu bir tablo oluşturuyor bu, ama olumlu tablonun maliyeti de oluyor. Mesela ilk başta bu nüfus kesiminin doğal mecrada görmesi gereken işlevler sahipsiz kalıyor. Bu işlevlerden biri açık veren istihdam alanları, en önemlisi ise aile hayatına uzaklaşma hatta yabancılaşma oluyor.

Bu durum her şeyden önce Türkiye’nin toplumsal yapısında ciddi bir değişime yol açıyor. Yani aile yapısının değişimi başka birçok alanlardaki değişimin bir sonucu, sonra dönüp aile hayatı başka alanları da son durumuna göre değiştirmeye devam ediyor.

Dolayısıyla aile yapımızdaki kayıpların kaynaklarını bizzat aile içindeki görüş ve tutum değişiklikleriyle sınırlı görmemeliyiz. Olayın daha geniş, kapsamlı sosyolojik bağlamları ve nedenleri var.

İyi niyetle yapılmış birçok icraatın çok kötü sonuçları olabiliyor. Kadını güçlendirmek adına alınan yasal veya ekonomik-sosyal tedbirler kadını güçlendirmeyi sağlamadığı gibi ortaya birinci mağdurunun yine kadınlar olduğu tam tersi sonuçlar veriyor. Kadını görünürde korumacı yasalar, neticesinde tam tersi sonuçlar vermiş, Türkiye’ye özgü toplumsal dokuyu bozmuş ve neticesinde kadının kendi kaderiyle baş başa ve savunmasız kaldığı tuhaf durumlar oluşturmuştur. Çok şükür İstanbul Sözleşmesi yanlışının farkına varılıp geri dönüldü ama sorun sadece İstanbul Sözleşmesi değildi onu iptal edince de çözülmüş olmayacak.

Kadını çalışma hayatına daha fazla katılmaya teşvik etmenin sonuçlarıyla hala yüzleşmedik mesela. Aile yapısının çözülmesi, doğum oranlarının tehlikeli derecede azalışında bunun doğrudan etkisi var. Kadını çalışma hayatına teşvik etmek yerine aile içindeki rolünü saygınlaştıracak, ev hanımlığını ve anneliğini de bir meslek gibi değerlendirecek tedbirleri almak zorundayız.

Aile ile ilgili gelişmeler başka toplumsal gelişmelerin bir sonucudur. O toplumsal gelişmeleri iyi okuyacak, iyi değerlendirecek ve radikal politikalar takip edecek bir yaklaşıma şiddetle ihtiyacımız var.

Konu bir milli güvenlik meselesi ve bu doğrultuda Aile Bakanlığının başlattığı süreç çok önemli ama birçok kurumun birlikte katılacağı bir milli siyaset gerektiriyor.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum