1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Ailemize, evimize, kalbimize dönüş...
Ailemize, evimize, kalbimize dönüş...

Ailemize, evimize, kalbimize dönüş...

Erol Erdoğan aileyi İslami teamüller üzerine tekrardan bir araya getirmenin yollarına dikkat çekiyor.

11 Ağustos 2021 Çarşamba 10:34A+A-

Erol Erdoğan / Fikirname

Ailemize, evimize, kalbimize dönüş

Kırsaldan şehre göç, teknolojik dönüşüm, eğitim seviyesi, ailede çalışan birey sayısı, kuşaklar arası farklılaşma artıkça aidiyetlerde gevşeklik baş gösterdi. Aidiyetlerin gevşemesinin yoğun tezahür ettiği yerlerden biri ailedir. Bunların etkisiyle komşuluk ilişkilerinde, mahalle kültüründe ve memleketlilik duygularında da zayıflamaların olduğunu görebiliriz.

Aileyi zayıflatan dönüşüm süreci, toplum genelinde endişelere, tartışmalara, gerilimlere sebep olmaktadır. Yazımda, son yıllarda aile çerçevesinde yapılan tartışmaları göz önünde bulundurarak belirli konulara değineceğim.

Evlilik yaşının yükselmesini yavaşlatmak

Türkiye’de ilk evlenme yaşı 1950’de 19, 1990’da 22, 2010’da 23 idi. 2020 yılında ise erkeklerde 27,9 ve kadınlarda 25,1 olarak gerçekleşti. İlk evlenme yaşının gecikerek 30’lara kadar yükselmesi doğum oranlarını da azalttı. Evliliğin gecikmesinin, aileyi zayıflattığına ve nüfusu olumsuz etkilediğine kuşku yok. Ancak geç evlenmenin esas sorumlusunun gençlermiş gibi düşünülmesi, meseleye çözüm bulunmasının önünde engeldir.

Evliliğin gecikmesine yol açan çok sebep var. Geleneksel evlilik yaşlarını da içine alan uzun eğitim süreleri ile evlilikle eğitimin bir arada yürütülmesini sağlayacak imkânların oluşturulamayışı bunun başında geliyor. İstihdam alanlarının yetersizliği ve yüzde otuzlara yaklaşan genç işsizlik, evlilik sürecinde ailelerin birbirlerini zorunlu tuttuğu takı gibi masrafları ile bazı yörelerde devam eden başlık paraları da evliliği zorlaştıran nedenler arasında sayılmalıdır. Günümüzdeki ebeveynlerin çocuklarını yaşam tecrübelerinden uzak tutucu şekilde korumacı yetiştirmeleri de sorumlulukları kazanmada olumsuz etkilediği için evliliği tehire sebep olabiliyor. Evliliğin gecikmesine neden olan hususların sosyal, kültürel, dini ve ekonomik başka sorunlara da yola açtığının da farkında olmalıyız.

Evlilik yaşı, farklı şartlar gereği yine yükselebilir ama yukarıda saydığım sebepler azaltılırsa, yükselme ivmesi düşecektir. Bu düşüş, ailemiz ve sosyal yapımız için kazanç olacaktır. Genç işsizliğin azaltılması başta olmak üzere evliliğin tehirine sebep olan sorunların çözülmesine yönelik çabalarda devlet yönetimi, üniversiteler ve STK’lar işbirliği yapmalıdır.

Sorunları kadına yüklemek yerine ortak sorumluluk

Aidiyetlerde, mensubiyetlerde, üyeliklerde karşılıklı haklar ve sorumluluklar vardır. Aile, en önemli aidiyetimizdir. Ailenin her mensubunun aileye karşı sorumluluğu olduğu gibi hakkı da vardır. İstanbul Üniversitesinden Faruk Taşçı Hoca bunu şöyle ifade ediyor: “Aile hak odaklı bir yapı değildir hak ve sorumluluk odaklı bir yapıdır. Anne/kadın hakları ve sorumlukları, baba hakları ve sorumlukları, çocuk hakları ve sorumlulukları, yaşlı hakları ve sorumlulukları demezseniz ailede çatışma olur.” (Sosyal Politikalarda Aile, Memursen Aile Kongresi, 16 Ağustos 2020 Ankara. )

Ancak, asırlara dayanan bir yaklaşımla, aile ile ilgili sorunlar genellikle kadın üzerinden analiz edilmekte, aynı hatayı yapan erkek ve kadından erkeğe bir şey denmezken tüm suç kadına yüklenebilmektedir. Mesela, toplum, evlilik dışı ilişki yaşayan erkeği fazla suçlu görmeyip zaman zaman överken aynı yanlışa düşen kadını damgalayabilmektedir. Benzer durum, aile kültürünün zayıflaması, boşanmaların artması, mahremiyete uyulmaması gibi konuların analizinde de ortaya çıkmakta; sorunların ana aktörü kadınmış gibi davranılmaktadır.

Sorunları sadece kadınlar ve gençler üzerinden yorumlama alışkanlığımızdan vazgeçerek mutedil, makul ve verilere uygun analiz kültürünü benimsemeliyiz. Yanı sıra, aile bireyleri, birbirlerine karşı hakları kadar sorumluluklarının da olduğu bilinciyle hareket ederek hem şahsiyetlerini hem ailelerini güçlendirmeliler.

Ebeveynlik görevini kurumlara devretmemek

Dışarıda çalışan aile bireylerinin artması, eğitimde kurumsallaşmanın yaygınlaşması ve kariyer planlarının toplumun genel yaklaşımına dönüşmesiyle birlikte, aile-çocuk arasındaki ilişki zayıfladı. Bu dönemde okul öncesinden başlayarak çocuklar ve gençlere hizmet veren eğitim, kültür, spor, sanat organizasyonları ailenin sorumluluklarına ortak olmaya başladılar. Öyle ailelere rastlanıyor ki, çocukla ilgili temel sorumluluklarının çoğunu kreşlere ve anaokullarına, vakıflar ve derneklere, çocuk bakıcılarına, öğretmenlere, gençlik liderlerine yüklüyorlar.

Çocukların iyi yetişmesi bakımından faydalar sağlayan destekleyici bu yapılarla ilişkilerde kurum-aile dengesinin gözetilmesi, çocuğun aile aidiyetinin zayıflamaması, ailenin aslî görevlerinin kurumlara devredilmemesi ve çocukta sevgisizlik hissettirecek ihmallerden kaçınılması gerekir. Ailenin yükünü hafifleten ve çocuğa değer katan yapılar önemlidir ancak rollerin karıştırılması çocukluk, gençlik ve yetişkinlikte onarılması zor eksiklikler oluşturmaktadır.

Sevgiyi ve saygıyı birbiriyle güçlendirmek

“Küçükleri sevmek, büyükleri saymak” ifadesinden de anlaşılacağı üzere, kültürümüzde yaşça küçüğe sevgi, büyüğe saygı gösterilir. Sevgi, insanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygudur. Saygı ise sözlüklerde şöyle anlatılmaktadır: Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet.

Zamanla ailelerde ve toplumda, saygı “korku” ve “çekinme” ağırlıklı duyguya dönüşebilmekte, sevgi ise tek yönlü ve muhatabı edilgenleştirici, bazen de boğucu kıvama erişebilmektedir.

Sevgi ve saygının aslî ruhunu kaybetmemesi için, her insanın özel ve özgün olduğunu, her insanın hakları olduğunu, her insanın âlemin ve yaratıcının yansıması olduğunu unutmamalıyız. Dolayısıyla aile içinde küçüklere yönelik sevginin içinde saygı, hak hukuk, rikkat, zarafet gibi hasletler yer almalı; büyüklere yönelik saygıda da sevgi bulunmalıdır. Sevgimiz sevdiğimize “yük” olmamalıdır.

Evimizi kalbimiz bilmek

Misafirlerimizi evimizde ağırlardık şimdilerde daha çok dışarıda buluşuyoruz. Bir dönem işte güçte canımız sıkıldığında dinlenmek için evimize koşarken şimdi sekineti başka mekânlarda arıyoruz. Ailecek birlikte neşeyle yenilen yemekler bizler için tedavi vazifesi görürken şimdilerde dışarıda atıştırmayı tercih ediyoruz. Evden uzaklaşmak, aileye yabancılaşma ve aile bireyleriyle az vakit geçirmekle sonuçlanıyor.

Tasavvuf kültürümüzde “beyt” kalp manasındadır. Bu benzetmede müthiş bir güzellik var. Bu manayla bakıldığında dünyanın kalbi Beytullah, insanın kalbi evidir. Kalbimiz nasılsa, biz ona göre yaşarız. Birisi bizi evinde ağırladığında, kalbini açmış demektir.

Arkadaşlarla dışarıda buluşmak, farklı şehirlere seyahat etmek, parklarda yürümek, ormanda gezinmek, sahilde dolaşmak insanı iyileştirir. Bunları evimizle yabancılaşmadan yapmalı, her defasında evimizi özlemeliyiz ve evimize sevinçle dönmeliyiz, Evimize dönerken kalbimize döner gibi dönmeliyiz.

2020 yılında yayımlanan Herkes Evine Dönmek İster isimli kitabında Tuba Karacan şöyle diyor: “Her eve dönüş aynı zamanda bir iyileşme çabasıdır.” Şu cümle de ondan: “Eve dönmek kendine dönmektir.” Burada, 2013 yılında yayımlanan İnsan Mevsimi kitabına vurgu yaparak şu cümleyi eklemek isterim: İnsan her kaybettiğinde mevsimine dönemlidir. İnsanın kendi mevsimi fıtratında, çocukluğunda ve evindedir.

Cinsiyetsizleştirmeyle mücadele

Aileyi sarsan problemlerden biri de eşcinsellik ve cinsiyetsizleştirme kampanyalarıdır. Bu akımlar İslam’ın korumayı esas aldığı neslin ve nesebin muhafazasını tehdit etmektedir. Cinsiyetsizliği savunanların bir kısmı, kendilerine özgürlük istemekle yetinmeyip kimsenin cinsiyetten bahsetmemesini istiyorlar hatta bunu dayatıyorlar. Böyle giderse, insanların erkek ve kadın olarak ikili bir yapıya sahip olduğunu söylemek bile zorlaşacaktır. Eşcinsellik ve cinsiyetsizliği dayatan akımlara karşı akıllı, etkili ve çözümcül mücadele yürütülmelidir. 

Aile iklimi oluşturmak

Evin huzur, muhabbet, sükûnet mekânı olabilmesi için evde aile ikliminin oluşmalıdır. Aile iklimi ailedeki herkesin birbirine sevgi ve saygı göstermesiyle başlar, işleri ve sorumlulukları paylaşmak ile gelişir, birlikte geçirilen güzel vakitlerle muhabbete ulaşır, sıkıntılarda istişareye başvurulması ile kazalardan korunur. Aile iklimi insanın yaralarını iyileştirdiği gibi aileye yakın komşu ve akrabaları da müspet şekilde etkiler. Böylece bir ailenin muhabbet iklimi daha çok insanı içine alır.

Etiketler : , ,

HABERE YORUM KAT

1 Yorum