Ahlak Duvarında Büyük Tahribat!
Fatma Barbarosoğlu, medyanın da yönlendirmesiyle giderek tüm toplumu biçimlendiren ahlak zafiyetinin kız-erkek ilişkilerine yansıma biçimine ve bunun geleneksel sayılan toplum kesimlerinde dahi hızlı biçimde içselleştirilmesine değiniyor.
Kafa Karışıklığı, Cahillik, Art Niyet... Üçü Bir Arada...
Fatma Barbarosoğlu / Yeni Şafak
I-
Geçen hafta “eski erkek arkadaşı” tarafından öldürülen Helin’in hikayesi hepimizin kanını dondurdu.
Helin 16 yaşında. Eğer Helin'in, “eski erkek arkadaşı” ile ailesinin zoru ile evlendirilmesine kalkılsaydı, ona “çocuk gelin” denecekti. “Eski erkek arkadaşı” tarafından öldürüldü ve manşetler “kadın cinayeti” olarak atıldı.
Burada bir tuhaflık yok mu?
Çok değil sadece 20 yıl önce lise öğrencisinin “erkek arkadaşı” mı olurmuş diye tepki gösterilirdi. Şimdi hiç kimse ağzını açamıyor. Neden açamıyor? Gerici diye yargılanmaktan korktuğu kadar, kınayanın başına kınadığının gelmesinden duyulan korku da var.
Sosyal medya ile birlikte gençlerin kimlik bilgisi, “ilişkisi var” ibaresini taşıyor. 13 yaşındaki bir çocuğun ne “ilişkisi” olacak? Ebeveyn bu soruyu sorduğunda çocuğundan alacağı cevap belli: Akran baskısı. Başlangıçta olmayan biri üzerinden doldurulmuş olan “ilişkisi var” durumu, zamanla gerçek hale geliyor.
Geçtiğimiz yaz köyde lise öğrencisinin nişan hikayesine tanık oldum, 70 yaşındaki kadınlar nişanlanan çift için “üç yıldır ilişkileri varmış” cümlesini kurabiliyordu.
Köyünden hiç dışarı çıkmamış bir kadın nasıl olmuştu da postmodern kültürün “ilişki biçimi”ni bu kadar kolay içselleştirebilmişti?
Köy ile kent arasında, değerler, mahremiyet ve dil bakımdan bir fark kalmadı.
Kış gelince herkes ekran başında. Diziler, “aşkı için her şeyi yapan” jönler üzerinden “aşk ve şiddet” denklemini yürürlükte tutmaya çalışırken, medya, cinayet ve şiddet haberlerini olabildiğince kanırtıcı bir dil üzerinden aktarmaya devam ediyor. Tekrar ve tekrar. Hiçbir güzelliğin; kötülüğün ve şiddetin ele geçirdiği tekrar mimarisine sahip olması mümkün değil. Dizilerde olumlu bir ebeveyn karakterine rastlamak ise neredeyse imkansız.
Anne ve babalar kah reklamların, kah dizi filmlerin kah haberlerin çerçeve içine aldığı “negatif, başarısız, çaresiz” tipler olarak karşımıza çıkmaya devam ederken her olumsuz ebeveyn haberinin tekrarlanmasından sonra “Cesur Yeni Dünya” romanındaki “baba” sahnesi geliyor aklıma.
Huxley’in (1894-1963) “Yeni Cesur Dünya”sında en “pis” kelime “baba” ve “anne” kelimeleridir. Roman, üremenin tıbbileştirildiği, yeni nesiller için anne ve babanın gerekli olmadığı bir kitle çağını anlatır.
“Cesur Yeni Dünya” 1932’de yayımlandı. O zamanlar distopya olarak görülen pek çok şey günümüzün hakikati oldu.
Anne ve baba kelimeleri romandaki kadar “pis” kabul edilmiyor henüz. Ancak aşama aşama saygının sıfırlandığı günlere gelindi.
Gençlerle yetişkinlerin arasından daima nehir geçer. Ama günümüzde artık sadece nehir geçmiyor, gençler ile yetişkinler arasında aşılması zor bir okyanus var. Tarihin hiçbir döneminde aileler çocuklarına karşı günümüzdeki kadar güçsüz ve çaresiz olmamıştı.
II-
Bilginin iktidarı çocukların elinde.
Tüketim kültürünün taşıyıcı yükü çocukların ve gençlerin omuzlarında.
Bilginin iktidarı derken neyi kast ediyorum?
Ebeveynler çocuklarına hiçbir konuda bilgi aktaramıyor. Bilgi aktaramayışın iki sebebi var: Bazen değişen hayat şartları yüzünden ebeveynlerin zaten o konuda yeterli bilgisi olmuyor. Tam tersine ebeveynler hayatlarına giren yeni teknolojik aletlerin kullanımı için çocuklarının desteğine ihtiyaç duyuyor. Mesela yeni cep telefonu alan kişiye, satış sorumlusu bir iki defa nasıl kullanacağını anlattıktan sonra, “Neyse evde 9-10 yaşlarında biri varsa o sana öğretir” diyebiliyor.
İkincisi çocuklar ebeveynlerinin sahip olduğu bilgiyi ve görgüyü değerli bulmuyor. Dolayısıyla ebeveynlerin “bilgi yetersizliği” sadece teknolojik aletlerin kullanımı konusunda devreye girmiyor, aynı zamanda hayat tecrübesi bakımından da kendi görgülerini, bilgilerini, tecrübelerini anlatmakta yetersiz ve çaresiz kalıyorlar.
Eskiden her evin soğan doğrayışı kendine göre diye bir söz vardı. Şimdilerde her evin soğan doğrayışı, takip ettiği YouTube kanalına göre değişiyor. Gençler hiçbir konuda büyüklerine bir şey danışma ihtiyacı hissetmiyor. Yemek yapmaktan, bavul/dolap düzenlemeye, davet organize etmeye kadar her şey “orada”.
III-
Popüler kültür/tüketim ekonomisi, ebeveynlerin tarafını değil gençlerin ve çocukların tarafını tutuyor ziyadesiyle. Ama en azından anne ve babanın saygınlığını “kamu spotları”nda korumaya itina göstersek...
Yayında olan bir kamu spotu var. Anne mutfakta hem yemek hazırlıyor hem de telefon ile konuşuyor. Küçük kız da mutfak masasının üzerinde ödevlerini yapıyor. Annesi kızından cüzdanını istiyor. Küçük kız “NEDEN?” diye soruyor. Anne, “Kimlik bilgilerimi istiyorlar” diye panik ile cevap veriyor. Küçük kız, olabildiğince sakin tekrar “NEDEN?” diye soruyor. Anne “Hadi çabuk ol” diye cüzdanını istemeye devam etiğinde, “Tanımadığın insanlarla kimlik bilgilerini paylaşma” diyor küçük kız.
Kamu spotu bazen çocuk kadar basit düşünmemiz gerektiğini söylüyor.
Kabul profesörler bile telefon üzerinden dolandırıldı. Ama yine de bir kamu spotunun bilinçli davranışı “çocuk” üzerinden anlatmasının pek sağlıklı olmadığını düşünüyorum.
IV-
Okumakta olduğunuz yazıyı gazeteye göndermeye hazırlanırken e-postama bir tanıtım düştü. Türkiye’nin “en genç şenliği” olarak sunulan festival için şöyle bir bilgilendirme vardı: 21 yaşından büyüklerin olmadığı şenlik...
Yani!
HABERE YORUM KAT