Ahkam Ayetlerinin Anlaşılması ve Uygulanmasında Ölçü
Faruk Beşer, Yeni Şafak’taki köşesinde başlattığı Kur’an hükümlerinin tarihselliği-evrenselliği meselesi hakkındaki yazı dizisinin ikinci bölümünü yayınladı.
Faruk Beşer’in konuyla alakalı bugünkü Yeni Şafak’ta (25 Ağustos 2019) yayımlanan ikinci yazısını ilginize sunuyoruz:
Hükümlerdeki Değişimin Yasaları
Kaldığımız yerden devam edelim.
Kuranıkerim’in değişmeyecek olguları detaylarına kadar açıkladığı halde değişecek olanların sadece genel prensiplerini verip kalanını zamana ve ulemaya bıraktığını söyledik ve bu ikincisine ticari hükümlerden örnekler verdik.
İdari hükümler de böyledir. Kuranıkerim devletin şekli, yönetim biçimi, idari yapılanma gibi konularda da yine sadece dört temel prensipten başka bir detay/füru bildirmemiştir:Bir: Adalet esastır ve takvaya/ahlaki olana uygun olan da budur. Adalet her hak sahibine hakkını tastamam vermektir. İki: Ümmeti ilgilendiren işler emanettir ve onları ehil olanlara vermelisiniz. Ehil olmak, işi iyi bilmek, üstesinden gelebilmek ve güvenilir olmakla olur. Üç: Ümmeti ilgilendiren meselelerde, yani kamu işinde şûra esastır, tek başınıza yani istibdat ile karar veremezsiniz. Dört: Ümmete ait olan servetin bir çöpünü dahi hak etmeksizin almak ğuldür/hainliktir ve hesabını kıyamet günü bizzat Allah soracaktır. Devletin şekli ve yapılanması bu temel esasları gerçekleştirecek şekilde her zaman değişebilir.
İster bu genel prensipler olsunr, ister detay hükümler olsun, Kuranıkerim’in açıkladığı her hangi bir hükmün zamanla değişebileceğini söylemek, kulun Allah’ın alanına müdahale etmesi demektir. Buna dolaylı da olsa izin veren bir nas bulunmadığı gibi, din denen bir gerçeği kabul ettikten sonra akıl da böyle bir tasarrufu onaylamaz. Çünkü bu durum üç adım sonra dini Allah’ın gönderdiği din olmaktan çıkarır, kul yapısı haline dönüştürür. ‘Allah ve Resulü bir işte hükmünü verdiği zaman artık erkek ya da kadın bir müminin o konuda muhayyerlik hakkı kalmaz. Buna muhalefet, Allah’a ve Resulü’ne isyandır ve dalalettir’ (Ahzab 36). Düşüncenin ve düşünenlerin tarihselliğinin bir sonucu olan tarihselcilik de işte tam böyle bir muhalefettir.
Mesela Kuranıkerim’in hedefi köleliği kaldırmaktı, ama bu o zaman gerçekleştirilemedi, sonradan gerçekleşmiş oldu ve artık böyle bir şey yoktur demek tam anlamıyla bizim tarihsel olmamızın bir yanılgısıdır. Evet, bugün kölelik yoktur ve olmasını da müslümanlar istemezler. Ama o hükümler orada durmaktadır ve bu bir savaş gerçeğidir. Savaşta misliyle mukabele esastır. Yarın bir gün bize bunu yaparlarsa biz de aynıyla mukabele ederiz. Kadın erkek ilişkileri ve mirastaki paylar da böyledir. Kuranıkerim söylemişse asla değişmez. Ancak hükümlerin uygulama şartları ve zamanları oluşmamışsa bunlar sürdükçe onların uygulanmaması ayrı bir şeydir. Hırsızın eli kesilir, ama ortada bir şüphe varsa, ya da müslüman insanlardan oluşan bir İslam toplumu, darü’l-İslam yoksa bu hüküm uygulanmaz. Bu durum hükmün kaldırıldığı anlamına gelmez.
Resulüllah’ın yani sünnetin koyduğu hükümlere gelince, bunlar da Kuranıkerim’in beyanından ibaret olmakla ona tabidir, ona aykırı olmaz. Tespiti ve anlaşılması doğru yapıldıktan sonra sünnetin koyduğu hükümler de Kuranıkerim’in beyanı olma vasfıyla zamanla değişmez. Ancak nasıl Kuranıkerim’de Resulüllah’a özel hükümler vardır ve onların artık uygulama alanı kalmadığı için sadece bir iman meselesi olarak orada duruyorlarsa sünnette de şahsa özel, ayrıca örfün ve beşer olmanın gereği uygulamalar vardır ve bunların dinin beyanı olanlarından ayrılması da ulemanın görevidir. Dinin anlaşılmasına bu kadar çok alan bırakılması, halife olan insana ve akla gereken değerin verilmesi demektir. Onun kendi yetki sınırını bilmesi de aklın gereğidir. Çünkü bu aynı zamanda bir imtihan meselesidir. Bakalım insan kendi yetki sınırında durup Allah’a teslim olacak mı, yoksa nefsinde Allah’ın alanına müdahale yetkisi görüp onu ilahlaştıracak mı?
İslam’ın bütün helalleri ve haramları ve bütün ahlak ölçüleri ister bizzat Kuranıkerim’den, ister onun beyanı olarak Sünnetten alınmış olsun, hiçbir zaman değişmeyecektir. Bunların bağlayıcı olanları, olmayanları, aralarındaki derece farkları ise yine âlimlerin içtihadına bırakılmış hususlardır. Mesela Resulüllah Efendimiz (sa) sağ elle yemeyi teşvik eder, ‘Allah hep sağdan başlamayı sever’ buyurur. Bu hüküm kıyamete kadar değişmez. Ama bunun farz düzeyinde bir hüküm olmadığını, en güzel olanı tespit ve teşvik olduğunu biz yine onun hayatından öğreniyoruz. Dolayısıyla sırf muhalefet olsun diye yapılmadıktan sonra sol elle yemek yeme haram olmadığı gibi, sırf onun teşvik ve tercihine uyarak sağ elle yemek de sevap getiren bir uygulamadır.
Özet olarak Kuranıkerim’in ve Sünnetin hükümlerinde esas olan ebediliktir. Şahsa özel olduğu için, ya da şartları bulunmadığı için uygulanamayanlar ise istisnadır.
HABERE YORUM KAT