Ahde Vefa
Ahd (ahid); bir şeyi koruma, duruma göre muhafaza etme, ısmarlama, söz verme- sözünü tutma, vasiyet, emir, riayet etmek demektir. İnsanı insan yapan en önemli hasletlerden biridir ahd. Hayatın içinde genel olarak ‘ahde vefa’ olarak kullanılan bu kavram, yemin olarak da karşılık bulsa da, yemin ile aralarında fark vardır. Âlimler, yemin bozulduğunda kefaret gerektirdiğini, fakat ahit bozmanın kefareti olmadığını, çünkü ahid bozmanın günahının kefaretle ortadan kalkmayacağını söylemektedir…
Ahde vefa, ahdedilen şey uğruna her zorluğa katlanmak, onun sıkıntılarını sabırla çekmek ve yaşattığı acıyı hazmetmeyi bilmektir. İnsan ilk sözünü rabbine vermişti. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayacağına, kendisine karşı iyi kul olacağına ve peygamberinin getirdiği yüce dini korumak adına, her türlü zahmet ve meşakkati göğüsleyeceğini vaat etmişti.
“Kıyamet günüde, biz bunlardan habersizdik demeyesiniz diye rabbin âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı. Onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin rabbiniz değil miyim? (Onlar da) Evet buna şahid olduk (sen bizim rabbimizsin), dediler.” (A‘râf 172)
Ahde vefa, sevgi ve muhabbetin devamlılığının anahtarıdır. İnsanlar sosyal hayatın her anında ‘sözünün eri’ olabilmeyi başarmalı, inkârcı, kaypak ve sorumsuz olmamalıdır. Verilen sözün ne pahasına olursa olsun tutulması gerekliliğinin kavranması, kişinin şahsiyet sahibi olmasını, peygamberini örnek almanın hazzını yaşamasını ve rabbinin kızgınlığına muhatap olmamasını sağlar.
“Ahdi de yerine getirin. Çünkü verilen sözde elbette sorumluluk vardır.” (İsra 34)
“Kıyamet gününde her vefasız için bir sancak dikilecek; bu filanın vefasızlığıdır, denilecektir.” (Buharî, Müslim)
“…Kim ahdi bozarsa ancak kendi ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse, Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.” (Fetih 10)
Ahde vefa, dostlukta ve kırgınlıkta ayakları sağlam basmak ve sebat etmeyi bilmektir. Sevmeyenleri, hasımları ve düşmanları arasında dahi güvenilir, ‘el-emin’, salih ve dürüst kalmayı bilmektir. Tüm sıkıntılarına karşın, adım adım kâmilleşmeye, olgunlaşmaya doğru dümdüz yürümek ve aksamamaktır.
Vefa ödemek, korumak, saklamak ve yetişmektir. Karşılık beklemeden ihtiyaç sahibinin sıkıntısını gidermek, darda kalan dostuna koşmak ve yetişmek, ahdine karşılık Allah ve kişi, kim olursa olsun borçlanmış olmak ve sorumluluk altına girmektir. Kul ile ilahı arasındaki anlaşmaya uymak, peygamberinin sözünü rehber tutmak, sahabece sözünde durmak, her türlü cefaya karşın sabretmek ve kazananlardan olmaktır.
. “Bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım.” (Bakara 40)
“Allah, müminlerden mallarını ve canlarını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, ölürler, öldürülürler. Bu, Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Ahdini Allah'tan daha çok yerine getiren kim olabilir? O halde O'nunla yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinin. Gerçekten bu, büyük bir kazançtır” (Tevbe 111)
Ahde vefa, akabedeymiş gibi biat etmek, elini resulün elinin üstüne koyduğunu hissetmek ve öylece teslim olmaktır. Ensarca muhaciri sarmak ve bağrına basmaktır. Bilal olup taşların altında ezilmek, Sümeyye olup ahdi için şehit olmaktır. Mekke’yi Medine’ye taşımak, Yesripliler gibi gönülden bağlanmaktır. Onlar ki;
‘Refahta olduğu kadar sıkıntıda, sevinçte olduğu kadar üzüntüde de onu (s.a.v) destekleyecek ve her konuda emirlerine itaat edeceğimize, Resûlullah'ı kendi nefislerimizden aziz tutup, durum ne olursa olsun ona muhalefet etmeyeceğimize, Allah yolunda hiç bir kınayıcının kınamasından korkmayacağımıza, Allah'a asla şirk koşmayacağımıza, hırsızlık ve zina yapmayacağımıza, çocuklarımızı öldürmeyeceğimize, kendiliğimizden uyduracağımız yalan ve dolanlarla hiç kimseye iftirada bulunmayacağımıza, hiç bir hayırlı işte Resûlullah'a muhalefet etmeyeceğimize dair bey'at ettik’ demişlerdi memleketlerine döndüklerinde dostlarına.
Onlar sadece peygambere değil, aynı zamanda Allah’a ve birbirlerine de söz vermiş oluyorlardı bu biatla.
“Sana biat edenler, ancak Allah'a biat ediyorlar. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdi bozarsa ancak kendi ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse, Allah ona büyük bir mükafat verecektir.” (Fetih 10)
Çünkü ahde vefa, mü’min olmanın özelliklerindendir. Namazla, oruçla, yalan söylememekle ve dürüst olmakla birlikte yer bulmaktadır mü’minin şahsiyetinde.
“Onlar, kendilerine verilen emanete ve verdikleri ahde (harfiyen) riayet edenlerdir. Şahitliklerinde dosdoğru davrananlardır. Namazlarını koruyanlardır. İşte onlar, cennet içinde ağırlananlardır.” (Mearic 32-35)
Ahde vefa, mü’min olsun veya olmasın, şeytana uyup sözünden caymamak, emirlere uyup kötü olandan uzaklaşmaktır. Haksız yere karşısındakini incitmemek, ona zulmetmeye meyletmemek ve temiz insan kalabilmeyi başarmaktır.
“Ey Ademoğulları! Şeytana tapmayın, o sizin düşmanınızdır diye ben sizinle ahitleşmedim mi? (Yasin, 60)
Ahde vefa, karşısındaki düşman dahi olsa, ona güven ve emniyet hissini verebilmektir.
“Ancak müşriklerden kendileriyle anlaşma imzaladıklarınızdan (anlaşmadan) bir şeyi eksiltmeyenler ve size karşı hiç kimseye yardım etmeyenler başka; artık anlaşmalarını, süresi bitene kadar tamamlayın. Şüphesiz, Allah muttaki olanları sever.” (Tevbe 4)
Doğru ve dürüst insan olmanın odağında bulunmak, Rabbin çizdiği sınırlar içinde dostunu ve yandaşını iyi belirlemektir. Taassuptan uzak, gerçeği ve hakkı görebilmek ve söyleyebilmektir. Karşılıksız sevmeyi, karşılıksız vermeyi, hak edilmeyen övgüyü yahut sövgüyü reva görmemek, karşındakine eziyet etmemeyi idrak etmektir. Ancak Allah’ın dostunun kendi dostu olabileceğini görebilmek ve zaaf göstermemektir.
“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.” (Tevbe, 23)
Elbette vefa, dostumuz olmasalar da, haklarını çiğnememek, vazifemizi yerine getirmeyi bilmek, hak ve hukuku çiğnememektir. Saygısızlıktan ve aşağılamaktan uzak durmaktır. İnsani duygulardan ve insanca muamele etmekten imtina etmemektir.
Ahde vefa, yerine getiremeyeceği sorumluluğun altına girmemeyi bilmek, sonradan cayacağı ortamlar yaratmamak ve samimiyeti elden bırakmamaktır. Söz vermenin ehemmiyetini ve vebalinin büyüklüğünü bilmektir. Allah’ın, sözünü yerine getirmeyenleri lanetlediğini hatırdan çıkarmamaktır.
“Ama Allah'a verdikleri sözü iyice pekiştirdikten sonra bozanlar ve Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi kesenler ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar... İşte lânet onlara; (dünya) yurdunun kötü sonucu onlaradır.” (Raad, 25)
Ahde vefa, her şeyin sonucunun Allah’a ait olduğunu, kendimizin bir zerre misali bir şeyler yapma kudretimizin olmadığını kavramaktır. Yapacağımız her işin, vereceğimiz her sözün ancak Allah dilerse gerçekleşebileceğine iman etmek, başlayacağımız her işe Onun adıyla ve izniyle başlanması gerektiğini yüreklerimize kazımaktır…
Ancak ahde vefa göstererek saygın ve sağlıklı bir toplum oluşturulabileceğini kavramaktır. Verilen bir sözün, aslında Allah’a verildiğini unutmamak, aksi takdirde Allah’ın hesaba çekeceğini, menfaatler uğruna ahdi bozarak, daha çok zarara uğrayacağını akıldan çıkarmamaktır.
“Yeminlerinizi kendi aranızda, bir bozgunculuk unsuru edinmeyin; sonra sapasağlam basan ayak kayar ve Allah’ın yolundan alıkoyduğunuz için kötülüğü tadarsınız. (Ayrıca) büyük azapta sizin içindir. Allah'ın ahdini az bir pahaya satıp değişmeyin. Eğer bilirseniz Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır." (Nahl 94-95)
Ahde vefa, çocuğuna sahip çıkma, onu en iyi şekilde yetiştirme, ana-babaya saygı ve sevgi gösterme, kapıya geleni geri çevirmeme, düşkünün elinden tutma, yaptığı iyilikleri gizlemedir. Yetimin hakkını gözetip, hakkını Allah adına korumadır. Sadece kendi için değil, uzak veya yakın, darda olan Müslüman kardeşleri için de el açıp Rabbe yakarmadır. Çalıştığı birimi kendi işi gibi benimseyip, şeytanın bacağını kırma ve günaha düşmemedir.
Ahde vefa, rızk vericinin Allah olduğunu hatırlarken, namusu korurken, başörtüye sahip çıkarken, seçimlerde oyunu kullanırken, yanında olmayan dostunun ardından konuşurken, elinde kalem yazarken, diline ve imanına sahip çıkma mücadelesi verirken, gözetlendiğini bilmek ve başı boş bırakılmadığına iman etmektir.
“Yoksa, insan başı boş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyamet 36)
Ve ahde vefa; “Şüphesiz namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin rabbi olan Allah içindir” diyebilmektir. (En’am 162)
Selam ve dua ile.
YAZIYA YORUM KAT