Ağırakça: 28 Şubat Davası Adaletin Tecellisi
28 Şubat post-modern darbe döneminde sırf inancından dolayı İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyeliği görevinden alınan ve 10 sene sonra tekrar görevine geri dönen Prof. Dr. Ahmet Ağırakça, 28 Şubat davasının adaletin tecellisi olduğunu söyledi.
Röportaj: HÜSEYİN KULAOĞLU
28 Şubat post-modern darbe diye tarihte kara leke olarak anılan dönemde, halkın oylarıyla seçilen iki partinin kurduğu Refahyol Hükümeti devrildi. Bu süreçte Müslümanlara yönelik baskı ve zulüm politikaları yürütülürken, birçok kişi sırf inancından dolayı işinden atıldı, birçok öğrenci başörtülü olduğu için okuluna alınmadı, birçok kişi tutuklandı ve ülke hem ekonomik hem de siyasi olarak geriledi. Söz konusu baskı ve zulüm döneminde başörtüsü yasağının en şiddetli şekilde uygulandığı İstanbul Üniversitesi’nde Öğretim Üyeliği görevinde bulunan Prof. Dr. Ahmet Ağırakça da mağdur olan kişiler arasında yer alıyor. Prof. Dr. Ağırakça, kendi tabiriyle Müslüman olmasından dolayı üniversiteden atıldı ve yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Prof. Dr. Ahmet Ağırakça, şu anda Artuklu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığı görevinde bulunurken, aynı zamanda atıldığı İstanbul Üniversitesi’nde de dersler veriyor. 2 Eylül’de başlayan 28 Şubat davasında; baskı ve zulümleri yapan askeri kanat ile birlikte sivil olarak sadece YÖK eski Başkanı Kemal Gürüz sanık olarak yer alırken, bu haftaki Pazartesi Sohbetleri’nde Prof. Dr. Ağırakça ile, 28 Şubat günlerini, yaşadığı mağduriyetleri ve 28 Şubat davasının önemini konuştuk…
28 Şubat post-modern darbe döneminde sırf inancından dolayı İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyeliği görevinden alınan ve 10 sene sonra tekrar görevine geri dönen Prof. Dr. Ahmet Ağırakça, 28 Şubat davasının adaletin tecellisi olduğunu söyledi. Prof. Dr. Ağırakça; “28 Şubat davası bir haktır. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti ise bu adaletin tecelli etmesi ve böyle bir davanın açılması gerekirdi. Bu dava Türkiye’nin hukuk devleti olduğunu gösterdi” dedi.
- 28 Şubat’ın zulümleri şu anda tamamıyla bitti mi?
- Benim kanaatime göre bitti ve bundan sonra kimse bir daha darbe yapmaya teşebbüs edemez. Böyle bir şeye cesaret edemez. Çünkü Türkiye’de hukuk vardır. Diğer yandan Mısır’da meydana gelen darbeden sonra Mısırlılar, darbeye karşı nasıl direndiklerini bütün dünyaya gösterdi. Türkiye’de de böyle bir şey olsa aynı direniş olur. Kesin direniriz. Abdurrahman Dilipak ile beraber herhangi bir darbe olduğunda tankların üzerine çıkacağımıza dair söz verdik. O gün ne olursa olsun bizi öldürseler de kesinlikle tankların üzerine çıkıp, darbeyi reddedeceğiz ve darbeye karşı çıkacağız. Bütün Müslümanların da aynı şekilde davranması lazımdır.
- 28 Şubat post-modern darbesi Müslümanları nasıl etkiledi?
- İmam Hatip Okulları ve İlahiyat Fakülteleri başta olmak üzere ilerleyen bir süreci alabildiğine durdurdu ve 15 yıl geriye attı. Diğer yönüyle sivil toplum kuruluşları daha evvel yakalamış oldukları çalışma trendini durdurmak zorunda kaldı. Hepimiz yaptığımız İslami çalışmaları mecburen yeraltına çekilerek, biraz daha ihtiyatlı yapmaya başladık. Mecburen kenarlarda duran hatta bazı çalışmaları bırakan kişiler oldu. Bu durum da maalesef ister istemez İslami çalışmaları geriletti. Vakıflarda gerilemeler oldu. Sivil toplum kuruluşlarına bağışta bulunmak istemeyen birçok Müslüman işadamı veya imkân sahibi olan insanlar vardı. İnsanlar korkularından bağış yapmak istemiyordu.
- 28 Şubat döneminde İstanbul Üniversitesi’nde Öğretim Üyesiydiniz ve bu dönemde bazı sıkıntılar yaşadınız. Bu sıkıntılarınızı anlatır mısınız?
- O dönemde Genelkurmay Başkanlığı tarafından; “İslamcı kesimleri üniversitelerden temizleyin” şeklinde üniversitelere bir talimat verildi. Başörtüsü eylemlerini desteklemem, eylemlere katılmam, başörtülü kızları desteklemem ve çok net olarak İslami tavrımı ortaya koymamdan dolayı en çok göze çarpan kişi bendim. Bunun yanında da gerek öğrencilere hitabımda gerekse de dışarıdaki konferanslarımda, mitinglerdeki konuşmalarımda hiçbir şeyden çekinmeden tavrımı ortaya koyduğum için onların gözüne ben iliştim. Dolayısıyla sivri bir uç olarak beni gördüler ve benim peşime düştüler. Beni, İstanbul Üniversitesi’ndeki görevimden atmak için bir gerekçe aradılar ama bir şey bulamadılar.
- Peki, nasıl atıldınız üniversiteden?
- Çok basit, hiç alakası hukuki dayanağı olmayan, sonradan Danıştay tarafından bunun yanlış olduğu suratlarına çarpılan bir konuydu. ÖZGÜRDER’in kurulmasına “hayırlı olsun” dediğim için görevimden attılar. ÖZGÜRDER ilk kurulacağı zaman verilen iftar yemeğinde, başörtüsü mücadelelerini sürdüren kızlarımızı tebrik ettim ve bu derneğin kuruluşunun hayırlı olmasını diledim. Akit gazetesi de bu konuşmamı haber yaptı ve yayınladı. Bu gazete kupürü ile o dönemde İstanbul Üniversitesi Rektörü olan Kemal Alemdaroğlu ve ekibinden Faruk Erzengin ile Özden Anğ hakkımda soruşturma açtılar.
Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya teşebbüs ettiğim ve onun yerine şeriat devletini kurmaya çalıştığım gerekçe gösterilerek, görevimden alındım. Şimdi laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti eğer bir derneğe “hayırlı olsun” demekten dolayı yıkılacaksa bu devletin zaten hayrı kalmamıştır, yıkılır gider. Bana buradan ceza veren adamlar, kendilerinin ne kadar zavallı olduklarını ortaya koydu. Faruk Erzengin bu olaydan 14 yıl sonra beni aradı ve özür diledi ama özrünü kabul etmediğim gibi hakkımı da helal etmedim, ahirette de onunla hesaplaşacağımı söyledim.
- İstanbul Üniversitesi’nden ilişkinizin kesilmesi süreci nasıl oldu?
- Benim haberim yokken 8 Şubat 1999 günü üniversitenin kapısına geldiğimde bir baş komiser ve yanında bir grup komiser ile birlikte kapıyı tuttular ve benim içeriye giremeyeceğimi söylediler. Sebebini sorduğumda ise üniversite yönetiminden talimat aldıklarını söylediler. “Suçum ne?” diye sorunca, “Biz bilmiyoruz” dediler. Ondan sonra orada tartışmaya başladık ve “Biz laikliği korumakla görevliyiz” dediler. Ben de; “Bununla laikliği korumanın ne alakası var, iyi koruyun o zaman laikliği” dedim. Kapıdan geri döndüm. İki ay beni uzaklaştırdılar. Soruşturmalar açtılar ve nihayet Nisan ayında görevden aldılar.
- O kapıdan tekrar ne zaman geri girdiniz?
- O kapıdan resmen tekrar göreve başlamam üzerine 10 yıl sonra içeri girebildim.
- İstanbul Üniversitesi’nden emekli olma sürecinde de bir takım sıkıntılar yaşadınız. Bunlar nelerdir?
- İstanbul Üniversitesi’nde hakkımda soruşturmalar açılınca Kemal Alemdaroğlu beni emekli etmek için uğraşıyordu. Çünkü beni itham ettikleri suç, ceza verilecek bir suç değildi. Hani olur da YÖK, “böyle bir şeyden ceza verilmez” deyip, ceza vermezlerse o zaman üniversiteye dönmemem için beni emekli edecekti. Zorla, manen ve maddeten baskı yapmak suretiyle her gün dekan arıyor ve “lütfen, emekliliğini iste” deyip, duruyordu. Benden fotoğraf istediler vermedim. Emeklilik için eski fotoğraflarımı kullandılar ve emekliliğimi nihayet dilekçe vererek, istemek zorunda kaldım. Bu dilekçenin ardından emeklilik işlemleri başladı ama geri döndü. Çünkü benim çalışma sürem bir gün eksikti. Bir gün daha çalışıp, maaş alırsam 25 yılı doldurmuş oluyordum ve tam maaş alacaktım. Bunun üzerine bir gün geldim göreve başladım. O gün ders vermedim ve eksik, cezalı maaş aldım, ertesi gün görevden aldılar.
Kemal Alemdaroğlu emeklilik evrakımı imzaladıktan sonra personel daire başkanına “belgeleri göndermeyin” demiş. Eğer ceza almazsam emekli edecekler, ceza alırsam o zaman emekliliği iptal edecekler ve maaşsız duruma düşecektim. Fakat Allah’ın takdiri bu cezanın geleceği varmış, bunun üzerine o cezanın verilmesinden bir gün önce evrak Ankara Emekli Sandığı’na, kurulan tuzaktan haberi olmayan bir memur tarafından postaya veriliyor. Bu kişi Alemdaroğlu’ndan çok azar yemiş. Ve ben bir gün sonra ceza aldığımda ise, emeklilik işlemlerim diğer taraftan yürüdüğü için beni etkilemedi.
- İstanbul Üniversitesi’nden atıldıktan sonra ailenizin tepkisi nasıl oldu?
- Ailemin hiçbir tepkisi olmadı. Gayet sabırlı ve metanetliydiler. Bu bir mücadeleydi ve mücadele sırasında Müslüman olduğumuz için ailem de bunlara katlanacaktı ve katlandılar da… İstanbul Üniversitesi’nden atıldıktan sonra beni rahat bırakmadılar. Evimi takip etmeye başladılar. Sürekli evimin çevresinde dolaşıyorlardı ve komşularımız ile apartmanımızın kapıcısına bile benim hakkımda sürekli sorular soruyorlardı. Çocuklarımı okula giderken, yolda çevirip, sorguluyorlardı.
Bir gün bir bürokrat arkadaşım, tutuklanacağımı, bunun için yurtdışına çıkmamın benim için daha hayırlı olacağını söyledi. Ben de Hollanda’ya gitmek zorunda kaldım. Hollanda’ya gittiğim için burada ailem sıkıntılar çekti. Ailem yalnız başlarına kaldı, ben orada yalnız başıma kaldım. Hollanda’da tek başıma yaşıyordum. Bulaşığımı, çamaşırlarımı ben kendim yıkıyordum, yemeğimi kendim pişiriyordum, evimi kendim temizliyordum, ütümü kendim yapıyordum. Burada da aynı şekilde hanımım hem evin ihtiyaçlarını karşılıyordu hem de evin işlerini yapıyordu, çocukların okul işleri ile ilgileniyordu.
- Ne zaman Türkiye’ye geri döndünüz?
- 2002 yılının Kasım ayında seçimler yapıldıktan sonra 28 Şubat’ın kısmen gücünün kalmadığını gördüm ve 2003’ün başlarında geri döndüm. Yaklaşık 2 yıldan fazla Hollanda’da kaldım. Tabii Hollanda’da boş kalmadım. Ben yine üniversite ile uğraştım ve Avrupa İslam Üniversitesi’ni kurdum. Avrupa İslam Üniversitesi’ni kurup, hem Hollanda’ya hem de Türkiye’ye önemli bir kurum kazandırdım.
Ben üniversiteden atıldım ama üniversite sahibi oldum. Bu benim için daha hayırlı bir şey oldu. Ben hiçbir zaman rızık endişesinden çekinmedim. Görevden atıldığım gün Allah bana bol bol rızık verdi. Maddi sıkıntım olmadı. Allah rezzaktı, ben O’na inanıyordum. Bu bir süreçti; yaşandı ve atlatıldı. Üniversiteme yine geri döndüm. Şu anda İstanbul Üniversitesi’nde İslam Tarihi ve İslam Medeniyet Tarihi okutuyorum. Aynı zamanda da Mardin Artuklu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanıyım.
- Fatih Altaylı o dönemde sizin hakkınızda bir yazı yazmıştı ve görevden alınmanızı istiyordu. Bunun için ne diyorsunuz?
Fatih Altaylı’nın yazısı vardı ama Hasan Karakaya mükemmel bir cevap vermişti. Fatih Altaylı gibi kişiler zavallı insanlardı. Fatih Altaylı o gün 28 Şubatçıydı, bugün Erdoğan’ın yükselmesi ve Habertürk’ün çizgi değiştirmesi üzerine Erdoğancı oldu. Her dönemin adamı bunlar. Yarın tekrar 28 Şubat olsun Fatih Altaylı fırsat bulur ve Gezicilerin yanında yer alır.
- 28 Şubat döneminde YÖK Başkanı Kemal Gürüz ile İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu, Ergenekon davası olsun, 28 Şubat davası olsun tutuklandılar, ceza aldılar. Ne hissediyorsunuz?
- Herkes sonunda yaptığının cezasını çekiyor. Kemal Alemdaroğlu gerek başörtülü kızlara çektirdiğinden dolayı gerekse de Cumhuriyet mitinglerinde, “Ordu göreve” şeklinde eylem yapmış olmasından dolayı Allah onu cezalandırdı. Kemal Alemdaroğlu darbeciler ile birlikte cezasını çekiyor. Adaletin tecelli etmesi önemlidir. Zulmün sonu gelir. Zulüm sonuna kadar devam etmez. Zalim olan insanların zulümleri yanlarına hiçbir zaman kalmaz.
- Hakkınızı helal ediyor musunuz?
- Dünyada onları sadece affettim ama ahirette hayır. Ahiretteki hakkımı asla helal etmiyorum ve hepsinin yakalarına yapışacağım. Kemal Gürüz’ün de, Kemal Alemdaroğlu’nun da, Çevik Bir’in de, Faruk Erzengin’in de, Özden Anğ’ın da ve diğer soruşturmamı yapan öğretim üyelerinin hepsinin ahirette yakalarına yapışacağım.
- 28 Şubat sürecinde zulmeden kişilerin şu anda 28 Şubat davasında yargılanmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Adaletin tecellisidir. Bir haktır. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti ise bu adaletin tecelli etmesi ve böyle bir davanın açılması gerekirdi. Bu dava Türkiye’nin hukuk devleti olduğunu gösterdi. Türkiye’de gerçekten hâkimler, savcılar ve hukukun temsilcileri varmış. 28 Şubat gününde Çevik Bir’i Sincan’a hapishaneye attılar. 28 Şubat gününde Sincan’da tankları yürüten adam, o gün tutuklanıyor ve Sincan’da hapse atılıyor. Bu çok anlamlıydı.
- Bu davanın sonucundan ne bekliyorsunuz?
- Sonucu artık hâkimlerin vereceği kararlardır. Tabii birilerini erken bıraktılar ama bunları bırakmamaları gerekirdi. Buna rağmen de Kemal Gürüz bırakılıp, ceza almazsa bile aşağı yukarı 15 ay içeride yatmış oldu. Bu ceza Kemal Gürüz’e yeter.
- Bir de Gezi Parkı olayları var. Bu olaylar 28 Şubat’ın devamı gibi mi?
- 28 Şubat’a değil de, 12 Eylül öncesine benziyor. 12 Eylül hatta 12 Mart öncesinde de Türkiye bir kalkınma trendine girdiği anda hep dışarıdan müdahalelerle askeri darbeler geliyor. Bu askeri darbeler maalesef Türkiye’yi hep geriletiyor. Şimdi Gezi Parkı’nda da bu olaylar 12 Eylül, 12 Mart olayındakiler gibidir. Hem dışarıdan hem de içeriden kışkırtılıyor. Her zaman darbeye davetiye çıkaran CHP, bugün de aynı şekilde belli bir kesimi harekete geçirmek istiyor. Türkiye’nin 20 yıl öncesinin ne kadar kötü olduğunu bilmeyen ve bugün 20-25 yaşlarında olan o günün çocukları belki bebekleri olan gençler, bugün Türkiye’nin ne kadar iyi olduğunun farkında değil. Çünkü kötüyü görmediler. Kötüyü görmedikleri için bugün Türkiye’nin ne kadar iyi bir noktaya geldiğini bilmediklerinden bu eylemlerin kendilerine yaptırılmasına müsaittiler ve onlara yaptırtılıyor. 12 Eylül öncesi provokasyonlar tekrar gündeme girmiş durumdadır. Özellikle Ergenekoncular bugün devreye girmeye çalışıyor. Ergenekon’a alet olmuş kişiler, insanların huzurunu kaçırmaya çalışan kişilerdir.
- Öncelikle 28 Şubat nasıl bir dönemdi?
- 28 Şubat; askeri rejimin, ülkenin başına bela olduğu bir dönemdi. Türkiye’deki dört büyük darbeden birisiydi ve ülkenin itibarını hem içeride hem de dışarıda yok etti. Ordu, 28 Şubat’ı darbe olarak isimlendirmemek için iktidara oturmadı ama, iktidarı elinde oyuncak haline getirdi. Bu süreçte Refahyol Hükümeti’ni düşürmek suretiyle namaz kılanlara bile tahammül edemediler. Namaz kılan insanların bu rejimin çarkını çevirmesine bile müsaade etmediler. Oysaki rejim değişmiş değildi. Kemalizm, laiklik, meclis, anayasa yerinde duruyordu. Hiçbir İslami işaret olmamasına rağmen sadece Bakanlar Kurulu’nda Refah Partisi mensuplarının olması ve bu kişilerin de namaz kılmaları ile eşlerinin başörtülü olmalarından rahatsızlık duydular. Bunun yanında da İmam Hatip Okulları’na ve başörtüsüne karşı bir tavır takındılar. Mütedeyyin ve İslamcı olan üniversite öğretim üyelerine karşı çok net bir tavır takındılar ve büyük bir kıyım yaptılar. Türkiye’yi ekonomik ve siyasi yönden de geriye attılar. Sürekli enflasyonlar, büyük sıkıntılar oldu. Barışın kaybolduğu, insanların birbirlerine karşı gruplaştığı bir dönem oldu. “28 Şubat bin yıl sürecek” dediler yalnız iki sıfırı çabuk düştü ve nihayet 10 yılda bitti.
HABERE YORUM KAT