Afetler karşısında insanlığın acziyeti...
Taha Kılınç, tarih boyunca insanlığın afetler karşısındaki acziyetine vurgu yaparken Müslümanların meseleye nasıl yaklaştıklarını da inceliyor.
Taha Kılınç / Yeni Şafak
Nasıl bakmalı?
I. Yemen’in başkenti Sanaa’nın kuzeyinde, bugün adeta terk edilmiş gibi duran Ma’rib şehri, tarihteki en büyük afetlerden birine sahne olmuştu. M.Ö. 520’lerde inşaatına başlanan dev sulama sistemi ve baraj, yaklaşık bir asır sonra yıkılmış, bunun neticesinde meydana gelen korkunç selle Sebe halkının yaşadığı memleket tamamen harabeye dönmüştü. Felâketten canlarını kurtarabilenler bölgeden göç etmiş, bir zamanlar Arabistan’ın en muhteşem bahçelerine ev sahipliği yapan mıntıkadan geriye, içinde tek-tük cılız ağaçların yükseldiği çorak bir arazi kalmıştı. Bu felâket, “Arim Seli” adıyla Kur’ân’da da ismen zikredilir (Sebe 15-16). Aradan yüzyıllar geçtikten sonra, yıkılan barajdan kalan duvar parçalarını çevredeki dağların yamaçlarında görmüştüm, bir Yemen seyahati sırasında.
II. Kudüs ile Ramle arasında yer alan Amvâs, Hz. Ömer döneminde Bilâdüşşâm’daki fetihler sırasında karargâh olarak kullanılmıştı. 639’da burada başlayan bir veba salgını ise, İslâm tarihinin en ağır trajedilerinden biri olarak kayıtlara geçti. Suriye orduları başkomutanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh başta olmak üzere sahabeden Muâz bin Cebel, Şurahbîl bin Hasene, Süheyl bin Amr, Fazl bin Abbâs ve Yezîd bin Ebî Süfyân’ın da aralarında bulunduğu 25 bine yakın insan bu salgında hayatını kaybetti. Salgın Müslümanları öylesine etkiledi ki fetihler durakladı, birçok önemli şahsiyetin vefatı sonucu ilmî ve askerî boşluklar oluştu, köyler ve kasabalar metruk hale geldi.
III. Bilim tarihçileri, bundan yaklaşık 5 bin yıl önce Asya’nın “mega-kuraklık” olarak adlandırılabilecek bir çevre felâketine uğradığını belirtiyor. Nehirlerin ve göllerin kurumasına, iklimlerin değişmesine ve halkların kitleler halinde daha güneye ve batıya doğru göç etmesine yol açan bir felâket… Bugün büyük bölümü Özbekistan, Türkmenistan ve Kazakistan’a dağılmış durumdaki tarihî Türkistan mıntıkası, aynı tecrübeyi 1000’li yılların başında da yaşadı. Özellikle Hârizm bölgesindeki kuraklık öylesine şiddetliydi ki, buralarda nice şehirler terk edildi, bölge halklarının coğrafyadaki yer değiştirmeleriyle birlikte kitlesel kültür göçleri gerçekleşerek, tarihî odaklar başka bölgelere kaydı.
IV. 29 Kasım 1114 gecesi, sabaha doğru… Maraş, çok şiddetli bir depremle sarsıldı. Kar her yeri kaplamış, şehrin bütün giriş çıkışları kapanmıştı. Binlerce insan, enkaz altında kalarak can verdi. Dönemin tarihçileri, “Maraş’ta nefes alan hiç kimse kalmadı” diye yazacaklardı daha sonra. Deprem sadece Maraş’ı değil, civarındaki birçok yerleşimi de etkilemişti. Elbistan, Samsat, Adıyaman, Urfa, Antakya, Harran, Azez ve Halep yıkılan yerler arasındaydı. Bütün bölgede ölü sayısının on binleri bulduğu tahmin ediliyordu.
*
Örnekleri çoğaltabiliriz. Tarih, zaten insanoğlunun başına gelen nice tatsız sürprizle ağzına kadar dolu. Mesele, yaşananları nasıl değerlendireceğimiz noktasında düğümleniyor daha çok. Verdiğimiz tepkiler de buna bağlı çünkü.
Bir Müslümanın bakış açısından görünen manzara şudur: Doğal afetler, salgın hastalıklar ve hatta savaşlar, İlahî İrade’nin tarihe ve coğrafyaya müdahalede kullandığı araçlardır. Bu hadiselerin akabinde gerçekleşen değişimler, ekonomik ve siyasî açıdan kurulan yeni dengeler, yükselenler ve düşenler, yeryüzündeki nüfus hareketlilikleri, kültürün ve insanî birikimin farklı coğrafyalara taşınması, ortadan kaybolan değerler, üretilen yeni unsurlarla oluşan yeni alışkanlıklar ve kültürler vb. düşünüldüğünde, dünya tarihinin şekillenmesinde İlahî İrade’nin rolü ve müdahalesi çok açık biçimde görülür. Felâketler ister insanoğlunun işlediği suçların ve ihmallerin cezası olarak ortaya çıksın, isterse de “sünnetullah” dediğimiz değişmez yasalarla doğrudan “zaman ayarlı” şekilde gerçekleşsin, nokta-i nazar değişmeyecektir.
Peki, tedbirler? Bu konu da hassas bir teraziyle tartılmalı. Zira insanoğlunun kısıtlı bilgisi, dar ufku ve bitmez-tükenmez hırsıyla alabileceği tedbirler de aynı şekilde kısıtlı, dar ve hırsa bulanmış olacaktır.
Evet, tedbir çok önemli. Ama insanlık tarihinde, tedbiri aşan olağanüstülükler de çok fazladır. Hatta bazen, İlahî Kudret, insanoğluna kendi acziyetini hatırlatmak ve tedbirin bir hududu olduğunu öğretmek için de devreye girer. O zaman da insana dünyanın geçiciliğine dair derin bir tefekkür, muhtaçlara yardım vazifeleri ve ölüme her an hazır olacağı bir hayat sürme şuurunu kuşanmak düşer. Vesileleri Kâdir-i Mutlak bilme yanlışına sürüklenmeden…
HABERE YORUM KAT