Adım Adım Uygur Katliamı ve Ümmetin Kayıp Kızları
5 Temmuz 2009'da Urumçi'de Uygur halkına Çin tarafından büyük bir zulüm ve vahşet yaşatılmıştı. İşte o günlerden ayrıntılar...
Uygur katliamının birinci yıldönümü dolayısıyla, o vahşi cinayetleri unutmamak için katliamdan hemen sonra yazarımız İbrahim Sediyani'nin Uygur liderlerle konuşarak kaleme aldığı "Adım Adım Uygur Katliamı" adlı makalesini yeniden sizlerle paylaşıyoruz. Urumçi'de yaşanan katliamın adım adım, gün gün ve hatta saat saat nasıl geliştiğini aktarıldığı makalenin yanı sıra "Ümmetin Kayıp Kızları Bunlar" denemesini de okuyabilirsiniz:
Adım Adım Uygur Katliamı
Geçtiğimiz ay Uzakdoğu'da, Çin Halk Cumhuriyeti'nin batı eyaleti olan ve "Sincan" (Xīnjiāng Wéiwú'ěr Zìzhìqū) olarak adlandırılan Doğu Türkistan'da ilkel bir katliam yaşandı. Çin devletinin ciddî desteğini aldıkları görülen Han Çinlileri, Müslüman Uygur halkına karşı acımasız bir katliam yaptılar.
Bu hadiselerin nasıl başladığını, Uygur katliamının adım adım nasıl geliştiğini, uzaklarda, çok uzaklarda kalmış, unutulmuş olan o "kayıp coğrafya"da neler olduğunu, neler yaşandığını anlatmak istiyoruz. Bu ilkel katliam, bu insanlıkdışı cinayetler unutulmasın istiyoruz.
Burada, Uygur katliamının adım adım nasıl geliştiğini anlatacağız. Bilmiyorum, belki de bu katliamı böylesine ayrıntılı bir biçimde, adım adım takip ederek ilk anlatan, bizler olacağız.
Yazdığımız bu yazıyla ilgili en önemli noktayı belirtmemiz gerekiyor: Aşağıda okuyacağınız her paragraf, her cümle, sürgünde yaşayan Uygur liderlerle konuşarak kaleme alınmıştır.
Okurken, bazı yerlerine inanmakta gerçekten güçlük çekeceksiniz. Müslüman olduğunuz için şükredeceksiniz belki ancak insan olduğunuz için utanacağınızdan eminim.
- Mayıs ayında, Çin devleti tarafından Doğu Türkistan'ın batısındaki Kaşgar (Uygurca adı "Qeşqer", Çince adı "K'a – Şi") kentinden Çin'in güneyinde, Güney Çin Denizi (Nán Hăi) kıyısında bulunan Guăngdōng eyaletinin (bölgenin adı, Çince'de "Uzakdoğu" anlamına gelir) Şáoguān kentine yarısı kız olmak üzere 800 Uygur çalıştırılmak amacıyla götürülür. Devletin kararıyla götürülen bu Uygur işçiler, oyuncak fabrikasında çalıştırılacaktır. İşçilerin ekseri genç ve bekârdır.
- Bu 800 kadar işçinin ezici bir çoğunluğu Kaşgar şehir merkezinden değil, Kaşgar bölgesindeki köy ve kasabalardan getirilmiş olup, tamamı köylü ve eğitimsizdirler. Çok azı dışında hiçbiri tek kelime Çince bilmemektedir, okuma – yazmaları dahi yoktur.
- Çin devleti bu 800 Uygur işçiyi öyle bir şekilde istihdam eder ki, mantıkî olarak izah etmek mümkün değildir. Uygur kızlar Çinli erkeklerin yanına, Uygur erkekleri de Çinli kızların yanına işçi olarak verilir. Yani aynı şehirdeki bir fabrikada Çinli erkekler ile Uygur kızlar bir arada çalışırken, diğer bir fabrikada da Çinli kızlar ile Uygur erkekler bir arada çalıştırılır. Bu Çinliler, Han Çinlileri denilen etnik topluluktur.
- Uygur kızlar ile Han erkeklerinin bir arada çalıştığı fabrikada, Müslüman Uygur kızları sürekli olarak Hanlı erkekler tarafından taciz edilirler. Laf atarlar, pis şakalar yaparlar. Daha da ileri giderek elleriyle taciz etmeye başlarlar, kızların elbiselerine el atarlar. İşi o derece iğrenç bir noktaya vardırırlar ki, geceleri kızların yattığı odalara zorla girmeye başlarlar, onları ilişkiye çağırırlar.
- Bütün bu olanlardan ordunun ve görevlilerin haberi vardır; fakat onlar her şeye göz yumarlar. Hatta, bu durumdan bizzat hoşnut olduklarını bile tahmin etmek güç değildir. Zira Han Çinlileri'ni şımartan da bizzat devletten aldıkları bu güçtür.
- Uygur kızları bu durumu ne devlete, orduya, ne de oradaki görevlilere şikayet edebilirler. Zira konu ne olursa olsun, bir Hanlı ile bir Uygur arasında yaşanan bir anlaşmazlıkta Hanlı'nın haksız çıkması hayal bile edilemez. Çünkü Çin devletine göre "Uygur = terörist", Uygurlar ve Tibetliler doğuştan teröristtirler.
- Uygur kızları bir fırsatını bulup bu durumu diğer fabrikada çalışan Uygur erkeklerine haber verirler. İşte ondan sonra Uygur erkekler arasında sürekli bir huzursuzluk yaşanır. Ama ne yapabilirler ki? Memleketlerinden binlerce kilometre uzakta, daha önce hiç gelmedikleri, bilmedikleri, tanımadıkları bir yerdedirler ve zaten kendilerini düşman gören bir gücün emri altında bulunuyorlar.
- Hanlı erkekler küstahlıkta o derece ileri giderler ki, iş saatlerinin dışında, şehir içindeki kahvehanelerde, Uygur kızlarına neler yaptıklarını Uygur erkeklerinin yanında yüksek sesle anlatıp sadist bir şekilde gülüşürler. Amaçları ciddî ciddî tahrik etmektir, Uygur erkeklerini provoke etmektir.
- Bunca tahrik ve provokasyon, Uygur erkeklerini yine de harekete geçirtemez. Sadece boyunlarını bükmekle yetinirler.
- İşte tam da bu noktada olan olur. İnternette, kim tarafından yazıldığı ve gönderildiği bilinmeyen bir e – posta dolaşır. Kimliği bilinmeyen bir Çinli, internetteki sitelere ve forum köşelerine bir haber yazar. Habere göre, Şáoguān'da Uygur erkekler ile Hanlı kızların bir arada çalıştığı oyuncak fabrikasında 6 tane Uygur erkeği 2 Hanlı kıza tecavüz etmiştir.
- Takvimler 26 Mayıs 2009'u göstermektedir. Uygur işçiler memleketlerinden ve ailelerinden kopartılıp buraya getireli daha üç hafta kadar olmuştur.
- Bu tamamen yalan bir haberdir. Tacize uğrayan Uygur kızlarını savunmaktan bile aciz olan Uygur erkeklerin Çinli kızlara tecavüze yeltenmeye cesaret edebileceğine inanmak için, gerçekten artniyetli olmak gerekir. Uygur erkekler Çin kızlarına tecavüz edecek; hem de kendi memleketlerinde de değil, memleketlerinden binlerce kilometre uzakta, Çin içlerinde! Böyle bir şey mümkün müdür?
- Haber kısa sürede yayılır. Bu haberin internette yer aldığı aynı günün gecesi saat 21:00 sularında 30 bin kadar Han Çinlisi ellerinde sopa, bıçak, kazma, kürek, balta, kılıç ve taşlarla toplu halde Uygurlar'a karşı saldırıya geçerler. Toplu bir linç girişimi, toplumsal bir katliam saldırısıdır bu.
- Sayıları sadece 800 kadar olan savunmasız Uygurlar'a karşı 30 bin Hanlı. Üstelik Hanlılar'ın ellerinde bıçaklar, baltalar, kürekler, kılıçlar. Uygurlar ise tamamen savunmasız. Bırakın kendilerini savunmayı, kaçabilecek durumda bile değiller, kaçabilecekleri bir yer de yok. Zaten yabancı bir memleketteler.
- Han saldırısı, 26 Mayıs gecesi saat 21:00 sularında başlıyor. Çin devleti olaydan hemen haberdar oluyor ancak müdahale etmiyor. Her zaman sivilden daha çok polis ve askerin bulunduğu olay yerinde, nedense olay olduğu gece ne polis var, ne de asker. Çin polisi olaylar başladıktan ancak 2 – 3 saat sonra geliyor. Sadece polis gelene kadarki o ilk 2 – 3 saat içinde 100'den fazla Uygur Müslüman sopa, bıçak ve balta darbeleriyle vahşî bir şekilde şehîd ediliyor.
- Polisler geldikten sonra bile olaylar durulmuyor, şiddetini kaybetmiyor. Zira – inanması gerçekten güç ama gerçek – polis müdahale etmiyor, sadece seyretmekle yetiniyor.
- Gece saat 21:00 sularında başlayan olaylar sabah saat 06:00'ya kadar sürüyor. İlk çatışma tam 9 saat sürüyor. Düşünün; 30 bin kişi ellerinde baltalarla, küreklerle, sopalarla 800 kişiye karşı. Tam 9 saat! Üstelik hava karanlık. Vahşet, canilik, hangi ifadeyi kullanırsak kullanalım, yetersiz kalıyor.
- Sadece ilk gece yüzlerce Uygur şehîd ediliyor. Ayrıca 250 tane Uygur yaralı var. Vücûtlarının değişik yerlerinden fecî bir biçimde yaralanmışlar.
- Ertesi gün sokaklarda sadece askerler ve polisler vardır.
- Çin devleti Uygur yaralıları tedavi etmiyor. Hayır hayır, devlet bu yaralıları oldukları yerde bırakacak kadar da vicdansız değil (!). Ne mi yapıyor? İnanmak cidden güç ama, onları hapse atıyor!
- Bu yaralılar önce birkaç gün demir parmaklıklar arkasında kaldıktan sonra hastaneye kaldırılıyor.
- Şimdi sıkı durun: Uygur yaralıların kaldırıldığı hastaneye, yaralı diyerek, aslında hiçbir şeyleri olmayan Hanlılar da sevk ediliyor. Yaralı, kan ter içindeki Uygurlar'ın yattığı odalara, Hanlılar da yatırılıyor. Saldırıda yedikleri darbeler sonucu yaralanmış olan bu Uygur Müslümanlar, ayrıca bir de hastanede dövülüyor.
- Tedavi (!) süreci tamamlandıktan sonra, bu Uygurlar hastaneden çıkartılıp tekrar hapishanelere konuluyor.
- Hapishanede aynı acımasızlık ve gaddarlık devam ediyor. Hanlılar da hapse atılıyor. Hapisteki her Uygurlu'nun yanına 3 – 4 Hanlı veriliyor. Uygurlar üçüncü bir kez de hapishanede dövülüyor.
- Bütün bu anlattığımız yere kadar olaylar henüz Doğu Türkistan'da hiç duyulmamış. Kimsenin hiçbir şeyden haberi yok.
- Bazı Hanlılar, sokaktaki saldırıda, hastanede ve hapishanede Uygurlar'ın dövülme anlarını kameraya kaydetmişler. Sırf zevk için.
- Hanlılar, bu görüntüleri Uygurlar'ı korkutmak, gözdağı vermek, onlara "bize karşı ayağınızı denk alın; biz büyük bir gücüz; istediğimizi yaparız" mesajı vermek için internette yayınlıyorlar. Görüntüleri "Youtube"a veriyorlar.
- Bu görüntüler internette ilk olarak 21 – 22 Haziran günleri yayınlanmaya başlıyor. Yani Şáoguān'daki katliamdan nerdeyse bir ay sonra. Olaylar tamamen yatıştıktan iki hafta kadar sonra.
- Görüntüler internette yayınlandıktan sonra Doğu Türkistan'da ve dünyada insanlar olaylardan haberdar oluyorlar.
- Olaylar ortaya çıktıktan sonra Doğu Türkistan'ın başkenti olan Urumçi'de halk dehşete kapılıyor. Urumçi'de halk, aralarındaki ileri gelenlerle toplanıp, Çin Halk Cumhuriyeti devletinin merkezî hükûmetine bir şikâyet dilekçesi yazıyorlar. İnternetteki görüntüler üzerine devlete yasal olarak suç duyurusunda bulunuyorlar.
- Urumçi'deki halkın devlete dilekçe yazma tarihi, 24 Haziran 2009.
- Bakın, olaylar ortaya çıktıktan sonra bile Urumçi'de herhangi bir gösteri yok, Uygur halkından gelen herhangi bir taşkınlık yok. Onlar sadece devlete şikâyet mektubu yazmakla yetinirler.
- Burada bir soru: Guăngdōng'da saldırıya uğrayan ve katliama uğrayan Uygurlar oraya Kaşgar bölgesinden götürülen insanlar oldukları halde, neden ilk olarak Urumçi halkı harekete geçiyor ve daha sonraki günlerde de gösteriler ilk olarak bu şehirde başlıyor? Şunun için: Doğu Türkistan'da internet erişim olanağı pek fazla değildir. Bu konuda kısmi de olsa bu imkana sahip olan, başkent Urumçi'dir. O işçilerin Urumçi'deki insanlarla bir alakaları yoktur aslında; onların akrabaları ve aileleri Kaşgar'dadır. Bizim daha sonraki günlerde izlediğimiz televizyon ekranlarındaki gösteri yapan, dövülen, tekmelenen ve acımasızca öldürülen Urumçili kadınlar, bu gösterilerin gerçekleşmesine sebep olan, Guăngdōng'da katliama uğrayan Uygur işçilerin aileleri ve akrabaları değildirler. Zira onların akrabaları ve aileleri Kaşgar'dadırlar. Bütün buraya kadar anlattığımız gelişmelere kadar Kaşgar bölgesinde yaşayan halkın henüz hiçbir şeyden haberi yoktur. Bu, dünya medyasında ve kamuoyunda ne yazık ki gözden kaçan önemli bir ayrıntıdır. Sadece bu nokta bile göz önüne alındığında, Urumçi'deki kadınların ne kadar onurlu bir direniş ve erdemli bir tavır ortaya koydukları teslim edilecektir.
- Urumçi halkı, Çin merkezî hükûmetine 24 Haziran günü gönderdiği dilekçede 3 talepte bulunur:
1) Suçlular bulunsun ve cezalandırılsın,
2) Çin askeri ve polisleri olaylara müdahale etmedi, seyirci kaldı; bu konuda hükûmetten açıklama istiyoruz,
3) Bu olaylardan dolayı Çin devleti Uygur halkından özür dilesin.
- Urumçi halkı tam 10 gün dilekçeye cevap almak için bekler (henüz hiç ama hiçbir gösteri veya olay yok).
- Dilekçenin gönderilmesinden 10 gün sonra, 4 Temmuz 2009 günü cevap gelir.
- Çin devletinin gönderdiği yazıda aynen şu cevap yazılıdır: "Bu olay siyasî bir olay değil, sadece insanlar arası sosyal bir olay. Bu olaya sadece bir kişi sebep olmuş (internette yalan haberi, tecavüz haberini yazan kişi kastediliyor), o kişiyi yakaladık ve cezasını vereceğiz."
- Çin devletinin olayları değerlendirmesi bu şekilde. Sadece bir kişi var suçlu olarak, o yakalanmış ve cezalandırılacak nasıl olsa. Böylece hadise kapanmış demektir. 30 bin kişi 800 kişiye saldırmış, toplu linç girişimi olmuş, yüzlerce genç kız ve erkek vahşî bir şekilde öldürülmüş, bu konuda tek cümle yok.
- Bu cevaptan sonra halkın sabrı taşıyor ve hemen ertesi günü, 5 Temmuz günü Urumçi'de ilk gösteriler başlıyor. Gösterileri kadınlar başlatıyor.
- Bir şeyi daha özellikle belirtmek gerekiyor: Bu gösteriler bile, tamamen barışçıl gösteriler. Herhangi bir taşkınlık, şiddet kullanma yok. İnsanlar sadece slogan atıyorlar, adalet isteyen sloganlar.
- 5 Temmuz günkü ilk gösteri öğleden sonra saat 15:00 civarında başlıyor ve 10 bin kişi katılıyor. Takip eden saatler içinde Urumçi'nin 4 – 5 ayrı noktasında farklı farklı yürüyüşler düzenleniyor.
- Sonra polisler ve askerler, panzerlerle ve hatta helikopterlerle saldırıya geçiyor. Barışçı bir şekilde gösteri yapan, hiçbir şiddet girişiminde bulunmayan ve sadece slogan atan kalabalıkların üzerine ateş açıyorlar. Kanlı bir müdahalede bulunuyorlar. Bu kargaşa ortamı, tâ ertesi günün sabahına kadar sürüyor.
- Bir gün sonra, 6 Temmuz, Han Çinlileri kalabalık bir şekilde ellerinde kürekler, sopalar, bıçaklar ve baltalarla saldırıya geçiyor. Hanlılar da Uygurlar'a saldırıyor.
- Urumçi nüfûsunun % 75'i Hanlı, % 12'si ise Uygur'dur.
- Çin devleti sanki insanlar biribirlerini daha çok boğazlasın diye, iki halk arasındaki çatışmalar başladığı gün, Urumçi'den diğer kentlere şehirlerarası otobüs seferlerini kaldırıyor; telefon bağlantılarını kesiyor.
- Uygurlar kendilerini savunmak için aynı şiddette cevap veriyorlar. Zira burası Urumçi. Buradaki Uygurlar, binlerce kilometre ötede, gurbette saldırıya uğrayan bir avuç Uygur gibi savunmasız değil.
- Olay tam bir toplumsal boğazlaşmaya, bir meydan muharebesine dönüşüyor. Hanlılar Uygurlar'ı nerde görseler öldürüyorlar, Uygurlar da Hanlılar'ı nerde görseler öldürüyorlar.
- Bu katliamda Hanlılar hiçbir insanî ve ahlakî kural tanımıyor. Anne babalarının elinden Uygur çocuklarını alıp götürüyorlar, onların gözleri önünde bebekleri tekmeliyorlar, öldürüyorlar. Kardeşlerin gözü önünde kızlara tecavüz ediyorlar, tecavüz ettikleri kızların başlarını gövdelerinden ayırıp kellelerini ağaçlara asıyorlar. Bu akıl almaz olaylardan sadece dünya medyasına da yansıyan bir tanesi bile, orada neler yaşandığını anlatmaya yetecektir: Bir ilkokulda, Hanlı öğretmenin, kendi öğrencisi olan iki Uygur çocuğuna tecavüz ettiği medyada da yer aldı.
- Olaylar kısa sürede duyuluyor ve gösteriler Doğu Türkistan'ın diğer kentlerine de sıçrıyor.
- Başta Kaşgar olmak üzere Xotan, Uğulca, Qeremay gibi kentlerde halk sokaklara dökülüyor.
- Gösterilerin merkezi Urumçi ve dış dünyaya yansıyan gösteriler de sadece bu şehirden. Fakat olaylar sadece bu şehirle sınırlı değil. Kaşgar'da daha büyük olaylar oluyor. O ilk saldırıya uğrayan işçilerin akrabalarının yaşadığı Kaşgar'da yaşanıyor asıl olaylar. Orda daha büyük katliamlar yapılıyor. Fakat dünya kamuoyu sadece Urumçi'den bahsediyor. Zira medya sadece buraya ulaşabiliyor.
- Çin devleti toplam ölü sayısını 186 olarak açıklıyor; sonra bu sayıyı 192'ye çıkarıyor. Gerçekte toplam 3 binden fazla insan hayatını kaybetti. Sadece Urumçi'de 1000'den fazla insan şehîd edildi ki, bunların büyük çoğunluğu kadın.
- Çin devleti ölü sayısını az göstermek için birçok cesedi yaktı. Bunu bile yaptı.
- Olaylardan dolayı 2 bin yaralı var ve bunların tedavileri yapılmıyor, ilaç bile verilmiyor.
- Olaylarla bağlantılı olarak 5 bin Uygur hapse atıldı. Bu kişiler "siyasî suçtan" dolayı yargılanacaklar ve bu suçun Çin'de sadece bir cezası vardır: İdam.
Ümmetin Kayıp Kızları Bunlar
"Uzak diyarlara sıçramış ateşi hüznün
kaybolmuş simalar yaşlanmış yüzler
kimsesiz kalmış umut kurak topraklarda
ağıt yakmış genç kızlar Urumçi sokaklarında
unutulmuş türküler Altay steplerinde
kölesi olmuşlar ektikleri toprakların
sahipleriyken ırgatlar
yalnızlığa terkedilmiş mescidler
yasaklanmış secdeler genç alınlara
kayıp bir coğrafyaya bayrak olmuş
dalgalanıyor mavi."
Doğu Türkistan... Uygurca özgün adıyla, Şarqî Turkistan; daha da özgün adıyla, Uyguriye...
İslam ümmetinin "kayıp coğrafya"sı... Kızıl işgal altında bulunan, yaşamın tutsak edildiği, düşlerin ve umutların zincirlendiği, anakucağında öğrenilen dilin yasaklandığı, yerleşim birimlerinin isimlerinin değiştirildiği, camiîlerin kapısına kilitlerin vurulduğu, 18 yaşından genç alınlara Allâh'a secde etmenin yasaklandığı, bizim "yitik ülkemiz"... Tam 132 yıldır Çin işgaline uğrayan, 20. yüzyılın ilk "İslam Cumhuriyeti" devletinin kurulduğu (İran İslam Cumhuriyeti'nden 46 yıl, Komorlar Federal İslam Cumhuriyeti'nden 45 yıl, Moritanya İslam Cumhuriyeti'nden 27 yıl, Pakistan İslam Cumhuriyeti'nden 14 yıl önce), 1933'te kurulan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti'nin üç ay içinde, 1944'te kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyeti'nin ise beş yıl içinde yıkıldığı, 1949'dan beri Çin'e "yeni topraklar" olan bizim "kayıp topraklarımız"...
Bu kayıp coğrafyanın pay-i tahtı, yitik ülkenin başkenti, Urumçi.... 55 yıl öncesine kadarki adı Dihua olan, Çinliler'in Wulumuçi dediği Urumçi...
Şehrin gerçek sahipleri olan Uygurlar'ın zorla göçe zorlandığı, Çin'in içlerinden yabancıların yerleştirildiği, tehcir ve asimilasyon politikalarıyla, öz başkentleri olmasına rağmen Uygurlar'ın şehir nüfûsu içinde sadece yüzde 12'lik bir azınlık durumuna düşürüldüğü, mazlum başkent.... Gözyaşının, ayrılığın, hüzün ve sevdanın şehri... Songlar'dan bu yana ünlü "yingçing" (bulut mavisi)'leri ve Mingler'den bu yana da ünlü Çin beyazlarını üreten seramik fırınlarıyla meşhur, ama bilinmeyen, tanınmayan kültür... En ilginç özelliği de, en yakın denize 2000 km uzakta olmasıyla, dünya üzerinde, deniz kıyısına en uzak mesafede bulunan şehir durumunda olan, Urumçi...
Ve kadınlar, genç kızlar...
Yitik ülkenin, yitik şehirlerin kayıp kızları....
İsa Yusuf Alptekin'in torunları, Rabia Kader'in kızları bunlar...
Çeyiz nedir bilmeyen, gelinlik nedir bilmeyen, düğün nedir bilmeyen, beşik nedir bilmeyen, ümmetin kayıp kızları bunlar...
Çin'in 1987'de çıkardığı kanunla, ektikleri tarlaları ve tarıma elverişli toprakları hiçbir karşılık ödenmeden zorla ellerinden alınıp orduya tahsis edilen, sonra kendi tarlalarında, kendi topraklarında karın tokluğuna ırgat olarak çalıştırılan, ektikleri tarlaların kölesi yapılan, 2001'de Çin'in bölgeye yönelik çıkarttığı ve "Sincan Sınıfı" adını verdiği özel bir programla ilkokula giden çocukların ailelerinin elinden zorla alınıp devlete teslim edildiği, bu asimilasyon programının devlet tarafından uygulamaya konduğu sadece ilk yıl Çin'in iç bölgelerinde açılan 58 adet okulda çocukların asimile edildiği, anadillerinin ve dînlerinin unutturulduğu, 2003'ten itibaren bütün resmî okullarda Uygurca'nın yasaklandığı, o tarihe kadar eğitimini Uygurca olarak tamamlamış olan herkesin diplomalarının elinden alındığı ve mühendisinden doktoruna, profesöründen öğretmenine, yazarından gazetecisine bütün akademik insanların bir gün içinde vasıfsız işçi, ırgat, hamal, çöpçü konumuna düştüğü insanların kızkardeşleri bunlar...
Ümmetin kayıp kızları bunlar....
1 Haziran 2006'dan itibaren yeni bir politika uygulamaya koyan ve "düğün yapmamış, evlenmemiş 16 – 25 yaş arası Uygur kızlarını Doğu Türkistan'dan alıp Çin'in iç taraflarına götürme" kararı alan, bu kararın alındığı sadece ilk yıl 240 bin Uygur kızının ailesinden kopartıldığı, bu yeni asimilasyon politikasıyla paralel olarak 2007 yılında 1 milyon Uygur kızını ailesinden koparıp Çin içlerinde asimile etmeyi kararlaştıran Çin devletinin kurbanı olan, Çin içlerine, bilinmeyen yerlere götürülen, bilinmeyen yerlerde, ailelerinden binlerce kilometre uzakta oyuncak fabrikalarında ve tarlalarda işçi olarak çalıştırılan, aileleriyle bütün irtibatlarının ve haberleşme imkanlarının ortadan kaldırıldığı, henüz evlenmemiş, gelinlik giymemiş bu yüzbinlerce genç kızdan hiçbirinin memleketine ve ailesine geri dönemediği, dönmeye çalışanların paralarına el konulduğu, zindana atıldığı, kurşuna dizildiği, memleketteki ailesine ve akrabalarına zûlüm yapıldığı o kızlar işte, bu kızlar....
Ümmetin kayıp kızları bunlar...
Gönlüne sevdalar, diline şarkılar, gözlerine düşler yasaklanmış...
Çeyiz biriktirmek nasip olmamış....
Beyaz gelinlik giymemiş...
Hiçbir zaman beşik sallamak nasip olmamış...
Bir kez olsun saçları koklanmamış...
Bir kere bile bebek ağlamasıyla uykusu bölünmemiş....
Sevmemiş, düşlememiş, emzirmemiş...
İslam ümmetinin kayıp kızları bunlar....
(İBRAHİM SEDİYANİ / HAKSÖZ-HABER)
HABERE YORUM KAT