1. YAZARLAR

  2. BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

  3. Adım Adım Özgürlüğe…
BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

Yazarın Tüm Yazıları >

Adım Adım Özgürlüğe…

12 Eylül 2010 Pazar 00:01A+A-

“Devrimci Bir Hamle: Evet” başlıklı yazımız kimi kardeşlerimizin tepkilerine neden oldu. Makalenin hedefi söz konusu referandum vesilesiyle camiamızın sorgulanamazlarını sorgulamak, farkında olmadan üretilen kimi taassub noktalarına dokunmaktı. Muhafazakar kimi cemaatlerin kendi fikirlerini, öncü şahsiyetlerini mutlaklaştırdıklarında onlara söylenen sözlerin onda biri dahi makalemizde ifade edilmemişken kimi kardeşlerimizden bir hayli öfkeli mesajlar aldık. Oysa bizler Tevhid ve Adalet yolunda Allah’ın varlığını bile gönül rahatlığıyla tartışabilmiş, binlerce yıllık geleneksel birikimleri özgür düşünce adına sorgulayabilmiş bir ıslah geleneğinden geliyorduk. Kendi aramızda da bu özgür düşünce standartlarını herhalde uygulayabilirdik. Öze dönüşü, özeleştiri bilincini, fikirlerin donuklaştırılmamasını, kişilerin putlaştırılmamasını, bir gruba karşı olan kinin bizleri adaletten uzaklaştırmayacağını en fazla vurgulayan da yine bizim camiamız değil miydi?

O halde söz konusu makale de rahatlıkla bir fikir zenginliği olarak görülebilirdi. Ama bu satırların yazarı da biliyordu ki özgür düşünceyi, sorgulamayı, akletmeyi en fazla vurgulayanlar bile eleştirdikleri muhafazakar tepkiyi farkında olmadan kendileri de bir süre içselleştirebilirler…

Söz konusu makalemiz aslında biraz da referandum meselesini vesile edinerek işte bu fikirsel benzeşmeyi/eleştirilen donukluğun içselleştirilmesi vakıasına dikkat çekmek için Evet adımını, “Devrimci Hamle” olarak tanımladı. Devrimin bir heyûlâ, bir Süpermen projesi olmadığını, Devrimin ya da kendimize ait daha sıcak tanımlamasıyla “İnqılab”’ın asla ve kat’a “İhtilâl” olmadığını unutmamak için Evet ile Devrim arasında bir bağ kurdum. İnqılab yani “dönüşüm” bir anda gerçekleşen bir sıçrama değil ıslah yoluyla gerçekleşen adım adım oluşan bir evrimin sonucudur. Bu sebeple İnqılabı hedefleyenler doğal olarak ıslahı öncelemelidirler. Sosyal/Siyasal ve Bireysel Islah ta bu küçük adımların bütününden ibarettir. İşte bu sebepledir ki politik düzlemde atılan küçük bir adım aynı zamanda devrimci bir hamledir de. Ama devrimi çok ötelerde gerçekleşecek bir sürpriz olarak görüyorsanız önünüzdeki küçük adımları küçümseyecek, bu adımları devrimci hamle olarak tanımlanmasını “abartılı” bulacaksınız doğal olarak…

Şayet bu açıdan bakarsanız işte o zaman Şah sisteminin başbakanı Musaddık’ı sırf halk destekledi ve şah sistemini zayıflatıyor diye Şeriati gibi destekleyebilirsiniz. Aynı tavır ve fıkıhlara Malik b. Nebi’de, Mevdudi’de, Fadlullah’ta ve pek çok İslam düşünüründe bulabilirsiniz.

Bir önceki makalemizde Batı tarzı demokrasi olumlanmamasına rağmen bizi demokrat olmakla itham edenler bile çıktı. Kimileri ise korkularını dile getirerek bugün bunu tartışırsan yarın da laikliği tartışırsın dedi. Bir başkası ise Allah’ın Hükmü’ne karşı Tağut’u tercih ettiğimizi(!) bile ileri sürebildi. Oysa makalede okuyucuyu tahrik eden/harekete geçiren unsur demokrat olma değil, kendi İslam yorumunu mutlaklaştırarak diğer kardeşini mahkum etmenin yanlışlığının vurgulanmasıydı.

Söz konusu tartışmanın ikinci ayağını ise “Demokrasi” konusundaki sorgulanmamış mutlakiyetçi/toptancı katı tutum oluşturuyor. Oysa bu da tartışılması, olgunlaştırılması gereken dogması olmayan bir alandır. Sonuçta “Halkın/İnsanın egemenliği” mefhumu, insanın Allah’ın mı yeryüzünün mü Halifesi olduğu sorusuyla yakından irtibatlıdır. Halkın egemenliğini/özgür iradesini Allah’ın egemenliği/iradesine rakip görme algısı bilindiği üzere Batı Düşüncesinde varolan bir öncüldür. Bu sebeple Batı zorunlu olarak dünyevi olanla uhrevi/dinsel olanı ayırmıştır. Lakin İslam Düşüncesinde özellikle ilk dönem Kur’an Nesli’nde böyle bir algı yoktur. Çünkü Kur’an’ın inşa ettiği “Tevhid” yani bütüncül bakış ilk nesle hakim olduğundan Muhammed (as) döneminde ve ilk iki halife döneminde İnsanın egemenliği Allah’ın egemenliğinin/rızasının gerçekleşmesinin sonucu olarak görülmüştür. Üçüncü ve Dördüncü halife dönemindeki bozulmalar yönetimi bir kaosa sürüklemiş, daha sonra iktidarı darbe yoluyla ele geçiren Muaviye saltanatı halkın egemenliğini iptal ederek despotun Allah adına egemenliğini yürürlüğe sokmuştur. İşte bu tarihsel kırılma sonrası yaşananlar Batı’nın yaşadığı tecrübenin aynısı olmasa da paralelinde yürüye gelmiştir…

Diğer yandan Daha sonra Safevî İktidarıyla ortaya çıkan “kurumsallaşmış Şiilik” te “Kutsal/İlâhi Devlet”i teorize etmiştir. Sonuç olarak gerek Sünni gerekse de Şii devlet algısı hem din ve dünyayı ayıran hem de paradoksal olarak dünyada hükmeden devleti/sultanı kutsal kılan anlayışı teorize ve pratize etmiştir. Bu olgu Adaletinden çok başına buyrukluğu vurgulanan bir Allah tasavvuruna, O Allah tasavvurunun ürettiği bir kaderciliğe ve insanın özgür iradesinin silikleştirilmesine kadar her alana etki etmiştir. (Konuyla ilgili ayrıntılı tartışmaları Üstad Muhammed Abduh’un yaklaşımlarında bulabiliriz: bkz. “Al-Amâl’ul-Kâmilah lil-İmam Muhammed Abduh, Tahkik: Muhammed Ammâra, Daruş Şuruk, Cilt-1, ve Muhammed Ammara’nın “İslam Devleti” (Endülüs Yay.)

Bu sebeple İnsanın özgür iradesinin Allah’ın hükmüne rakip ya da ona alternatif olduğunu düşünmek için önce bu iki iradeyi birbirinden ayırmak ve prometheci bir insan ve ahlaki/adil olmayan bir Zeus Tanrı tasavvuruna sahip olmak gerekiyor. Bu sebepledir ki Tevhid ehli bir Müslüman asla Batılı anlamda bir demokrat olamaz, buna da ihtiyacı yoktur. Gerek Abduh, gerek Ammara gerekse de Şeriati buradan kalkarak Batı tarzı Demokrasiyi eleştiriyorlar. Ancak Selefi/Sünni ya da Klasik Şii okumaların Demokrasi düşmanlığı böylesi bir analizden çok sultancı/imama mutlak itaatçi tasavvurlarından kaynaklanıyor. Bu sebeple bu algı sahipleri halkın iradesinin yeryüzünde egemen olmasını “tuğyan” olarak görebiliyorlar. Oysa Tuğyan fiilinin Kur’an’da sadece despotlar ve istişareye kulak asmayanlar için kullanıldığını göz ardı ederek. Kur’an çok açık biçimde kafir olma iradesine bile açık özgürlük tanımışken bu algı sahipleri “İslam Devleti” tasavvurlarında yukarıdan aşağıya doğru tüm toplum kesimlerini ilzam etmeyi düşünüyorlar. Muhalefet etme hakkının günahkarlıkla eşdeğer duruma düşürüldüğü Kutsal/İlâhi bir devlet anlayışının Afganistan’ı ve İran’ı şuan ne duruma getirdiğini ise hep beraber izliyoruz…

Bu sebepledir ki gerek ilk dönemde ümmetin Resul’ün vefatının ardından neden kutsal/ilahi bir devlet kurmadığını aksine olabildiğince tartışma ve istişareye açık bir toplum düzenini işlettiğini anlayabiliyoruz. Ardından Tevhid ve Adalet Mektebi Mutezile’nin ve genel olarak Sünni Düşünce içerisinde Ehl-i Rey Mektebinin dillendirdiği İnsanın özgür iradesine yapılan vurgu da buradan kaynaklanıyor. Bunun günümüze yansıyan hattı ise Üstad Abduh’un sistematize ettiği Islah hattıdır.  

Şimdi gündeme geri dönecek olursak, Bugün referandumda Tevhid merkezli Müslümanların nasıl bir tavır alması gerektiği ve bu konuda dönüşüm/inqılab yolunda bir hamle olduğu konusu geçen ayki Haksöz dergisinde ayrıntılı biçimde işlenmişti. Söz konusu destek tavrını itikadi alana taşıyarak tavırsızlığı sahih bir tavırmış gibi algılayan kimi kesimlere ise Haksöz’ün son sayısında (Eylül 2010) sayısında özellikle Rıdvan Kaya, Yılmaz Çakır ve Musa Üzer’in kaleme aldıkları makaleler ile cevaplar verilmiş. Bu açıdan benim burada uzun uzadıya ayrıntıya girmeme gerek yok. Merak eden kardeşlerim bu yazarların makalelerine başvurabilirler. Ben bu güncelliğin arkasına yatan teorik arka plana ve tasavvurlardaki donukluklara, algı yanılsamalarına dikkat çekmek istemiştim. Taşlayanlar kadar açtığımız özgür düşünce kapısından girip korkularından sıyrılarak dogmaları sorgulayan kardeşlerim de oldu. Üstad Şeriati’nin bir ayetullahın medreselerimizdeki öğrencilerin kafalarını karıştırıyorsun! İtirazına verdiği cevabı burada anımsamak yerinde olur herhalde…

Şeriati diyor ki; Fıkıh’ta akarsu temiz durgun su pis kabul edilir bu sebeple yanlışlar da barındırsa sorgulayan tartışan beyinler doğru da olsa durağanlaşmış donuk beyinlere nazaran daha iyidirler!

YAZIYA YORUM KAT

16 Yorum
  • ömer bitlis / 27 Eylül 2010 00:15

    Referandum geçti, orada ortaya konulan hassasiyetleri tekrar tekrar masaya yatırmaya ne gerek var?!
    Evet verende, oy kullanmayanda bir içtihat yaptı. Allah doğrusunu eğrisini bize ahirette gösterecektir. İnşallah niyetlerimiz makbuldür...
    Yazının başlığı ile içeriği arasında bir kopukluk olduğunu belirtmek istiyorum. Açıkcası bu başlıktan çok daha doyurucu bir yazı beklerdim. (Yazar beni bu doluluğa alıştırdı...)

    Yanıtla (0) (0)
  • Murat Kurtuldu / 25 Eylül 2010 13:02

    Sevgili Hüseyncan kardeşim,

    Nebevi hareket metodundan anladığımızı tartışmadan onu sizin ve sizin gibi düşünen kardeşlerin indirgemeci mantığı ile mahkum etmek en hafif tabirle insafsızlık olur.

    Bu metodolojik çözümlemeleri yapanlar, islami hareketin hedefleri kadar eylemleri ile yöntemleri üzerinde de bir usüle ihtiyaç olduğuna inananlar ve tüm bunları Nebinin hayatından ve Kur'an'dan örneklerle ortaya koymak için çabalayanlar bunu tarihe saplanmak için değil yol açmak, engelleri aşmak için yapıyorlar. Bir genelleme ile böyle düşünen ve inanan insanları kategorize edip perspektifsizlik imasında bulunmak hiç kimsenin haddine değildir.

    Elbette meseleyi tek bir boyutla değerlendiren, uzun vadeli düşünemediği için tarihsel örnekliği işlemeden güne uyarlamaya çalışanlar olacaktır. Tıpkı bugün referandum sürecinde "anın fıkhını yeniden oluşturalım" diye başka bir perspektifsizliğe düşen, dün eleştirdiklerinin argümanlarını bayraklaştırıp hutbeler veren ve meseleyi hareketin özü ile istikameti cihetinden değilde basit / kısa vadeli çıkar / fayda eksenine oturtanların var olduğu gibi...

    Ancak Nebevi hareket metodu diyen ve bunu yıllardır terennüm eden, üzerine düşünen, dersler yapan hatırı sayılır bir kitle ne peygamberlerin hayatlarındaki örneklikleri ıskalamış ne de bugünü Mekke ile tamamen aynı olarak konumlandıracak bir basiretsizliğe düşmüşlerdir.

    Nebevi hareketten kastedilen şey, bilakis tek ve bütün olan islam dinin ilk peygamberinden son peygamberine dek tüm süreç ve aşamalarında nasıl davrandığını, hangi karakteristik özelliklere sahip olduğunu, çevresel etkenler ve muhataplar değişse de değişmeyen tepkilerin ve tutumların neler olduğunu ve nihai çerçevede yürüyüşümüzdeki tempoyu ve istikameti nelerin belirlemesi gerektiğini anlamaya çalışmaktır.

    Siz böyle anlayamamışsanız bu sizin kişisel sorununuzdur. Kişisel hatanızı ve yenilgilerinizi nebevi hareket düşüncesini sıhhatli biçimde ele alanların ortak sorunu veya sonu gibi gösteremezsiniz!

    vesselam.

    Yanıtla (0) (0)
  • huseyncan / 18 Eylül 2010 13:50

    Sayın yazar, ilk yazınızda da dile getirdiğiniz bu sakat anlayıştan kimlerin sorumlu olduğunu da belirtmelisiniz. mesela islami hareket teorisyenleri olabilir mi?
    ''nebevi hareket metodu'', ''islami mücadelede hizbullahi yol'', ''islami hareket metodu'' türü kitaplar sebep olabilir mi?
    ya da yoldaki işaretler...
    her bir peygamberin hikayesi farklı iken, bizi tek bir metoda hapsetden bu teori ve teorinin sahiplerine dokunma cesareti göstermeden gerçek bir çözüme ulaşamazsınız.
    hz. peygamberin güneş sağ elime.... ifadesinden asla parti yolu ile siyaset yapılamayacağını, meclise girilemeyeceğini, bunun şirk-küfür-tuğyan olduğunu ezberlettiler.
    ayin yöneten, ''tağut''un maliyesini kontrol eden Yusuf peygamberi tanıyorlar mı bilemiyorum doğrusu.
    neyse, elinize yüreğinize sağlık.

    Yanıtla (0) (0)
  • Fatih / 16 Eylül 2010 12:13

    Çeşitli yazı veya haberlere İsmimle yazdığım son 4 - 5 yorumum sıteye gırmıyor. Dikkatinize sunarım...

    Fatih Bütün

    Editör: Fatih kardeşim veritabanında Fatih ismiyle gönderilmiş herhangi bir yorum bulunmuyor. Silinen arasındanda bu isimle bir yorum yok. Sistemden kaynaklanan bir sorun olabilir.

    Yanıtla (0) (0)
  • V.Menekşe / 16 Eylül 2010 11:32

    çok yararlı bir okuma oldu benim için..
    teşekkür ediyorum..
    vesselam.

    Yanıtla (0) (0)
  • murat nazlı / 13 Eylül 2010 00:45

    basiret ve feraseti unutan ve bu yitik ilmi aramayan radikal(?) müslümanım diyenler,asla inkilabi olamayacaklar.....sosyallikten nasibini almamış(?)bedevi zihniyetli düşünceler sahih islami mücadeleye yön veremez..bizim yapacağımız böyle insanları ve böyle düşünceleri beklemek....'''intizar''' bu olsa gerek...beklemekte kendi içinde bir ''inkilab'' değilmi?...

    Yanıtla (0) (0)
  • Mustafa Remzi / 12 Eylül 2010 16:35

    Bülent'in ilk yazısı sanırım geniş bir okuyucu kitlesi tarafından belki de her iki taraf açısından biraz aceleye getirildiğinden olacak ki ser eleştirilere maruz kaldı. Şöyle izah edelim; Bülent kardeşimiz yaşça genç olmasına rağmen görebildiğim kadarıyla sahih bir okuma eylemi içerisinde elde ettiği sahih doneleri, notları çevresiyle paylaşmaya çalışıyor.Kusura bakılmasın ama yazarı şu veya bu açıdan kendi ilgi alanına alan arkadaşların büyük bir kısmı sır söz söylemek adına ortaya çıkarılması gereken sahih doneleri görmezden geliyor. Puslu geçmişten tevarüs edilen radikallik ve iflah olmaz bir selefist yaklaşımla karşı çıkışlar sergileniyor!Yukarıda da belirttiğimiz gibi aceleci yaklaşımlar meramın ifade edilmesini anlamsızlaştırıyor ve üzerini örtüyor. Hal böyle olunca da uzun puslu geçmişin yer yer işe yaramaz doneleri, geçmişin ve de günümüzün işe yarayabilecek donelerini ıskalatıyor! Hal böyle olunca da ictihadın, İslam düşüncesinin, çabanın, tedriciliğin,ilerlemesi gereken süreçlerin kendileri yine İslami (gibi görülen) bazı(!) kaygılarla başat bir role irca ediliyor, görülebildiği kadarıyla...
    Sonuçta berdevam eden nedir; hikmete zıt totaliter bir Allah tasavvuru, insanları eşyalaştıran, nesneleştiren o tasavurun dünya saltanatı ve sonuçta da yıkım üzerine yıkım! Halbu ki Allah\'ı sıkboğaz bir varlık olarak görmesek ve O\'nun hakimiyeti olayını baite indirgeyip, getirip muhtarlık misali yersel ve yönetsel tercihlere galebe çaldırmazsak daha insani/İslami duruş serilemiş olmaz mıyız?! Bülent\'in bahsettiği Ammara\'nın kitabını piyasada varsa alıp okuyalım derim. Faydalı bir eser. Bülent\'in yaşça gençiği ve bir türlü aşılamyan(!)tecbesizliği bakıyorum yine yaşça ve tecrübece genç nice dirayetli(!) Müslümanın istinat duvarını aşmıyor! Anlaşılan o kardeşlerimiz bir hayli tecrübeli ağabeylerinin görüşlerine /karşı/görüş eklemeden yolarına deevam ediyorlar. Uyanış ne zaman olacak o totaliter total düşüncelerden. Sevgili Bülent yerinde dursa sa kimse rahatsız ol

    Yanıtla (0) (0)
  • Kürşat Okur / 12 Eylül 2010 16:32

    Referandum üzerine yapılan tartışmaların hepsindeki yorumları okudum ve okuduklarım biraz beni şaşırttı. Daha 24 yaşındayım ve bu camia insanlarından öğreneceğim çok şey olduğunu düşünüyorum.

    Fakat şu tartışmalardan sonra gördüm ki: "Bildiğini dünya kabul eden herkes" kulağını diğer seslere tıkamış. Eleştirmeyi ve ikazı bir vazife bilen herkes eleştirilmeyi bir türlü hazmedememiş olduğunu görüyorum.

    Referanduma oy vermemeyi veya vermeyi İslami kimliği zedeler yada zedelemez düşüncelerine hapsetmek İslami kimliği anlık bir karara teslim etmek demektir. Biz biliyoruz ki Referandumda evet diyecekler veya boykot edecek olanlar da Tevhidi bir duyarlılığa sahiptir. Usul ve yöntem tartışmalarının bu denli büyütülüp Şirke boyun eğmek mi yoksa eğmek mi anlamına getirilmesi birbirimizi ne kadar da iyi tanımadığımızı ve birbirimizden ne denli uzak olduğumuzu göstermektedir.

    Selam ve Dua ile.

    Yanıtla (0) (0)
  • Ersen Akyıldız / 12 Eylül 2010 15:27

    Siyasi tahlilleri 'tenekeden teyyare' benzetmesi yapacak kadar derinliksiz yapmak duruşunuzu maalesef ki haklı çıkarmıyor.

    O yüzden ben de sizi itikad bekçiliği yapmaktansa Müslüman kardeşlerinize karşı hüsn-ü zann etmeye davet ediyorum.

    Zira her türlü görüş farklılığımızı hemencecik itikadi düzlemde tartışmak fena halde sıkıcı olmaya başladı.

    Selamlar..

    Yanıtla (0) (0)
  • saidmansur / 12 Eylül 2010 14:37

    Bu sebeple İnqılabı hedefleyenler doğal olarak ıslahı öncelemelidirler. Sosyal/Siyasal ve Bireysel Islah da bu küçük adımların bütününden ibarettir.

    bu mantığı saygıyla selamlıyorum.

    Yanıtla (0) (0)
  • aliavize / 12 Eylül 2010 12:35

    Acilin yol verin kapatmayin onunu kardesimin bir bos arazide, sanki bulutlarin uzerinde, sanki derin uykularin arasinda, ucuyor ucuyor, uyandirmayin yoksa size olmadik seyler soyler, engel olmayin, birakin hizla ilerlesin hedefine dogru hemde kosarcasina ADIM ADIM adina ozgurluk dedikleri ucsuz bucaksiz collerde savrulan kum tanelerinin arasinda gormeden goremeden uzerlerine olusan kum tepelerine,

    Birakin kendi dunyasinda renkli ruyalarin akabinden olusacak cigliklarla basbasa birakin, birakin kendi soylemlerinden olusturdugu acikli siirlerini kendi halinde terennum ede dursun, belki vakti degildir uyanmak istemiyor yada, Ne ruya idi be! demeden birakin biraz daha done dursun renkli ruyalar icinde hallac pamuklu doseklerin uzerinde donup o doseklere gomulurcesine.

    Yanıtla (0) (0)
  • Hüseyin Camcı / 12 Eylül 2010 10:34

    Referandum tenekeden teyyaredir, bizi ilgilendirmez, hatta bize zarar verecektir diyenleri tutarlı olmaya ve örneğin bu akşam sonuçlar açıklandığında kendileriyle çelişmemeleri için haber falan dinlememeye, halkın kitleler halinde şirke düşmesine asla sevinmemeye davet ediyorum.

    Yanıtla (0) (0)
  • Hüseyin Akmercan / 12 Eylül 2010 01:22

    Demişsiniz ki : "Oysa Tuğyan fiilinin Kur’an’da sadece despotlar ve istişareye kulak asmayanlar için kullanıldığını göz ardı ederek."
    Peki değerli Ağabeyim, Kur'an'da bu haliyle ifade edildiği kadarıyla bugünkü halkın sözde idarecileri olanlar 90 yıldır despotluk yapanlar değil mi? Veya müslümanlar İslami kimlikleriyle bu istişarenin neresindeler? Bu Referanduma Tuğyan içinde olan bir rejimin uzun vadede meşruiyetini pekiştirmesi ve müslümanları da bu halin bir hız pedalı haline getirmesi endişesiyle dışardan kontrollü bakanlar (sizin ithamlarınızla aklı donuk,sultancı,gelenekçi,sahıslara endeksli, selefi vs)neden yanılıyormuş?

    Rıdvan KAYA, Yılmaz ÇAKIR ve Musa ÜZER ağabeylerden Allah razı olsun okuduk onları. Ama Serdar Bülent YILMAZ Ağabeyi de, Hmaza ER ağabeyi de, ve daha başka değerli müslüman kanaat ehlini de okuduk. Muhasebe ettik ve tavrımızı oy kullanmamaktan yana koyduk. Lütfen sizler de bunu biraz olsun anlayışla karşılayıp bir kısım müslümanları da rencide edecek şekilde (sanki berbat birşeymiş gibi) Selefilikle itham etmeyin. Hele şu aşmış-aşırmış üst perdeden üslupla insanları muhafazakar, bağnaz, kıt beyinli, aklı kirada, refleksif çıkışan, özgür düşünce korkağı manalarına gelecek şekilde itham etmeyin.

    Ne diyelim Allah evet diyen ve oy vermekten sakınan müslümanlar hakkında en hayırlı sonuçları nasib etsin.

    Yanıtla (0) (0)
  • latif değer / 12 Eylül 2010 01:17

    evet dışındaki sandığa gitmeme oy vermeme tutumunu tavırsızlığı tavır olarak benimsemek olarak nitelemek ne kadar adil bir yaklaşım ben akli gerekçe ve kanaatlerle evet diyeceğim ama çeşitli argümanlarla sandığa gitmeyen kardeşlerimizin kaygılarını da çok değerli ve anlamlı buluyorum bunun da hele bu rüzgarın ortasında oldukça anlamlı bir tavır olduğunu düşünüyorum kendi tercihlerimizin ve reyimizin dışındaki tutumları tavırsızlık olarak nitelemeyi de adil ve itidalli bulmuyorum doğrusunu allah bilir

    Yanıtla (0) (0)
  • Hüseyin akmercan / 12 Eylül 2010 01:02

    Bülent Ağbeyim hakkınızı helal edin ama benim bu yazınızdan gözlemlediğim durum şu ki siz boşluğa bir ok fırlattınız ve şimdi de ona hedef oluşturuyorsunuz. Fikir zenginliği sizin yorumlarınıza itiraz etmemek veya karşıt görüş bildirmemektir öyle mi?

    Sizin Referanduma Evetinize yapılan eleştiriler muhafazakar, donuk, sultancı olmak yaftalarına münasib görülüyorsa o mevzubahis ettiğiniz ithamcılardan usul olarak pek de fark yokmuş demekki.

    Devrim iddiası sürmanşetten bir başlık olarak verildiği halde bu yazınızla onu mütevazi bir adıma dönüştürmeniz güzel bir inqılab (dönüşüm) olmuş.

    Halkın egemenliğini Allahın egemenliğine "rakib" gördüğünü söyleyen kim? "Allahın hükümranlık alanına tecavüze yeltenmek" cahiliyyenin hükümleriyle hükmolunma endişesi taşımak Allahın egemenliğine birilerini rakib görmek değil; Allahın kullarının yine Allah'ın onlar için sınırlarını çizdiği yasaklar ve özgürlükler alanı için bu alana tecavüzde bulunanlarla mücadelesidir.Burdaki referandum tartışmalarında oy vermeme tercihinde bulunup bu meyanda fikir beyan edenler kastıyla devleti ve sultanı kutsayan anlayışı özdeşlerştirme zorakiliği nedendir?

    Bizler de Şeriati, Abduh okuduk ve onlardan öğrendik. Fakat sizin belirttiğiniz haliyle bazı şahısları mutlaklaştırmadığımız için İbn teymiyye, ibn Kayyım çizgisinden de beslendik. Ve bence selefi düşüncenin demokrasi eleştirisini "sulatncı,imama mutlak itaatçi" olarak damgalamanız kalıplarından kurtulamadığınız mutlak akılcı ekolün sizce dogmalaştırılmasından kaynaklanıyor.

    Bilakis halkın iradesinin yeryüzünde egemen olmasını değil; Allahın helal ve haram sınırlarını gözetmeksizin zulüm ile beşeri heva ve heveslerin dayatılmasına TUĞYAN diyoruz. Yoksa mümkün derece Allahın helal-haram sınırlarını gözetip Onun rızasına mazhar olma gayesini en önde tutarak halkın egemen olmasına tuğyan diyen kim?

    Bir de şaşılacak kadar tuhaf bir çelişkiyle tüm bu cümlelerin altına tuğyan fiilinin Kur'an'da kimler için kullanıldığını da zikretmişsiniz :

    Yanıtla (0) (0)
  • inqılabi / 12 Eylül 2010 00:06

    Allah kimin hakkında hayır dilerse onu dinde fakih kılar demiş efendimiz.

    fıkhetmeyi unutmuş hikmete uzak yaşantıyı radikallik yada köktencilik sanan kardeşlerimize bazı şeyleri anlatmayı seçmek çok zor iştir kardeşim.

    yine de muvaffakiyetler dilerim.

    Yanıtla (0) (0)