Adil Perspektif ve Süreç İlişkisi
Adalet-zemin/perspektif/vukufiyet/sorumluluk ilişkisi kadar; adalet-zaman ilişkisi de önemlidir. Adil olabilmenin şartları arasındaki ehliyet, liyakat, uzmanlık, hikmet ve basiret de istişari zeminleri kapsayan zaman olgusuyla kuşatılmıştır.
Bir sorun/hadise/mesele karşısında adil olabilmenin yukarıdaki şartlarına ek olarak, mezkur konunun takibi; konu hakkında bilgilenme hususunda dikey ve yatay derinleşme; saha çalışmasına yönelme; farklı bakış açılarını tahlile tabi tutma ve değerlendirmelerimizi elle tutulur kuvvetli karinelerle delillendirme gibi hususlar sayılabilir.
Adalet-zaman/süreç ilişkisinden neyi kastettiğimizi somutlaştırmaya çalışalım.
Mesela 15 Temmuz sonrası FETÖ ile mücadelede karine kabul edilen imzasız ihbar mektupları konusunu ele alalım. İlk anda, hadisenin büyüklüğü, travma ve hengamesi esnasında adil görünen husus bir an evvel ve hangi yöntemlerle olursa olsun suçluların cezalandırılması idi. Katillerin ve gözü dönmüş canilerin bir an evvel yakalanıp yargılanması toplumsal, meşru, güçlü ve haklı bir talep idi. Ortada aleni büyük bir suç ve suçlular silsilesi vardı ki, bunlara gerekli cezaların vakit geçirmeden ve büyük bir hızla verilmesi gerekiyordu. Toplumsal öfke ve devlet nezdindeki telaş, bu ivediliği de zorunlu kılmaktaydı. İvedi olunmalıydı ama ivedilik araçların ve yöntemlerin meşruluğuna da halel getirmemeliydi. Zira bu durumda, gerçek suçlularla birlikte suçsuzlar da zarar görebilir, hatta suçluları yakalama telaşı içinde suçsuz insanlara zarar vermek, onların hukukunu çiğnemek söz konusu olabilirdi. İşte imzasız ihbar mektupları meselesi, o hızla o kadar fazla mağduriyet oluşturmuştu ki, adeta bir ihbar furyası alıp başını gitmişti. Hatta dönemin başbakanı 15 Temmuz'dan iki ay sonra bu durumu itiraf edecekti.
Demek ki ilk andaki beklentilerin yoğunluğuyla bir çözüm olarak beliren bir gelişme, zaman içerisinde suistimallere varan ve amacı da yolundan saptıran bir çözümsüzlüğe dönüşebiliyordu. Zaman ve gelişen olumsuzluklar bu konuya adil bakışı geliştiriyordu.
Hiç şüphesiz daha ilk anda bütün o hercümerce rağmen "imzasız mektuplar hüccet olamaz" diyenlerimiz olmuş ve zaman onları haklı çıkarmıştır. Bu konuda uzman olan hukukçu, siyasetçi, akil insanlar vb. toplum katmanları haklılıklarının ortaya çıkması için zamanın geçmesi, zeminin olgunlaşması ve maalesef toplumsal yaraların açılması gerekmiştir. Zaman bir öğretmen olmakla birlikte, o zamanı doğru kullanan, yani gelişmeleri yakından takip eden, konuyu farklı vechelerden değerlendirme ve araştırmaya tabi tutanlar, mezkur konu hakkında en haklı çıkanlar ve en adil yaklaşımı ortaya koyanlar olmuştur.
Burada zamanın önemi, adil olmanın anlık bir durum olmadığıyla ilgilidir. İlk anda belirenin, ilk anda aklımıza gelenin, fikir olarak zihnimizde canlananın ya da önceden bizde varolan ve kendisine güvendiğimiz ön bilgilerin (kimilerine göre önyargılar) çoğu zaman bizi haksız çıkardığı gerçeğiyle ilintilidir; Daha doğrusu ilk anda belirenin duygusal/duygularla karışık olduğu, farklı düşüncelerle karşılaştırmalı olarak sınanmadığı ve zamanın getireceği gelişmelerden habersiz olduğu gerçeğiyle.
Nitekim gelişen olaylar karşısında verilen toplumsal reflekslerin önemli bir çoğunluğu böyledir. Konu ile ilgili tarihsel arka plan bilgilerinden, hukukçu, psikolog, vb. uzman görüşlerinden habersiz, tepkisel ve duygusaldır. Zamanın ilerlemesiyle birlikte toplumsal yapının içerisinden sorumluluk sahibi insanlar gözlemlerini artırarak, konuya ilişkin vukufiyetlerini geliştirirler ve duygusal tepkiler verip konuya bir dahaki medyatik görünürlüğüne kadar ara verenler ise adaletsiz ve hakkaniyetsiz bakış/duruşlarını korurlar. Aslında adaletsizlik dediğimiz husus da tam olarak böyle oluşur. Bilgiyi öteler, karşılaştırmalı görüşlere tahammül edemez, uzman değerlendirmelerini gereksiz ya da ideolojik görür, ilk andaki önyargısında ısrarcıdır.
İdeolojik Görüş ve Adaletsizlik
Bu çerçeveyi umursamama, onca bilgiyi, belgeyi, gelişmeyi hiçe sayma ve ezber/önyargılarını ısrarla korumanın yegane sebebi ideolojik tutumdur. İdeolojik tutum kimliksel bir çerçeveyi haizdir. Dini/mezhebi, örgütsel, cemaatsel... pek çok vechesi olabilir ama işlediği kategorik hatalar yukarıda saydığımız eksikliklerden meydana gelir ve hangi gelişme/seyir/değişim söz konusu olsa da "ilk andaki" fikrin kendisi değişmez. Adaletsizliğe savrulma dediğimiz konunun en başat sebeplerinden biri işte bu "aynı kimlik, aynı çıkarlar, aynı korkular"la kuşatılmışlık hali ve bu durumda bile-isteye, ısrar ve inatla kalma tercihidir. Bu bir tercihtir, çünkü artık konumuz eğitimli, bilgili, zeki vs.. saiklere sahip olup olmamak değil, zaman geçse de, belirsizlikler azalsa da, gerçeklik daha belirgin olarak neşvünema bulsa da tercihen "fikrini değiştirmeme" durumu söz konusudur. Fikir değişmeyince herşeye rağmen tarafgirlik durumu bizi, önce adalet ölçülerinden, ardından bizatihi adalet mefhumundan uzaklaştırmaya götürür.
Kimlik Siyasetini Adalet Adına Aşma Çabası ve Zaman İlişkisi
"İlk an"daki görünürlük üzerinden geçen zamana ve bu zamanın sorumlulukları kuşanma ve takip üzere değerlendirilmesinden bahsetmiştik. Kanaatimizce adalet denen mefhum bu sürece dayalı olarak "daha da" gelişen bir olgudur. Yani, "ilk an" ile "sonraki anlar" içerisindeki bir çeşitliliği ihtiva eder. Adaletli olma çabası, bu çeşitlilik içerisinde yapılan yolculuk ve bu yolculuğun mümkün olduğunca biriktirilerek elde edilen fikri ve ameli boyuttur. "Zaman en iyi öğretmendir" sözüyle de konuya ilişkin empati yapmak mümkündür. Bir konuya ilişkin en adil olduğumuz zaman, o konuyla hemhal olma, ona zaman harcama konusundaki "en son vakte" tekabül eder.
Mezkur zamanı nasıl değerlendirdiğimiz adalet seviyemizi ortaya koyar. Müşkülpesentliklerimiz, düşünce tembelliklerimiz, korkularımız, öğrenilmiş çaresizliklerimizdeki ısrar,.. adaletle aramızdaki mesafeyi belirler; tersi de.
Mesela bunca geçen zamanın ardından hala "ihbar mektupları"nın ne kadar elzem ve gerekli olduğunu söyleme cesaretini(!) serdedebilenler ile zamanı iyi değerlendirip, zamanın getirdikleriyle düşüncelerini tashih edenler arasında ciddi bir mesafe oluşur. Artık adalet arayışındaki farklılıklardan değil, adalet ile adaletsizlik arasındaki farkdan söz ediyoruzdur. Lakin hiç şüphesiz arada farklı "ama'lı" kategoriler de birikecektir.
Netice itibariyle adalet mefhumu "ana ilişkin" değil, zamana mebnidir. Demek ki maharet, bir olayla ilgili ilk andaki görüşlerimizde ısrar değil, o görüşleri delillendirmede ya da tersi deliller ortaya çıktığında göstereceğimiz tavırdadır. Düşünce eksenimizdeki dönüşümü cesurca gerçekleştirebilmek ve en sahihe ulaşabilmek için emek harcamak, yanlışlarımızı tashihi kendimize itiraf etmek ve bu konuda Allah(cc)'a yaslanıp ondan yardım dilemek, adalete yaklaşmada (O'na yaklaşmaya yol aramak) en önemli saiklerdir. Unutmamak gerekir ki İtikadi doğruluk altın tepside sunulan ve dondurulmuş doğruları ihtiva eden, emek harcamaya gerek kalmaksızın bizi koruyan bir zırh değildir. Tecrübe, bilgi, hikmet, perspektif zenginliği, basiret, yatay ve dikey derinleşme çabası hepsi ama hepsi emek isteyen işlerdendir. Sadece ezberlere, sadece korkulara, sadece duygulara dayalı mefhumlardan adalet hissi ve duruşu çıkmasını beklemek beyhudedir. Emeksiz adalet mümkün değildir.
YAZIYA YORUM KAT