Adem Özköse ve Sefer kitabı üzerine
Kitap okumanın maalesef giderek irtifa kaybettiği zamanlardan geçiyoruz. Ve bu irtifa kaybeden yazın türleri arasında gezi yazıları sanırım başta gelenler arasında. Mesela Herodot’un gezi ve gözlemlerine dayanan tarihini, Taberi’nin rivayetler derlemesinden oluşan İslam tarihi eserini, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi vb. eserleri düşünelim... Bu ve benzeri kitaplar asırlar önce yazılmış ve hepsi artık klasikler listesine girmiş. Birçok dile çevrilmiş ve gerek edebi gerekse de tarihi kaynak anlamında merkezi bir değer taşıyorlar. Peki, bir an için bu eserlerin bugün, şimdiki zamanda yazıldıklarını farz edelim; acaba aynı ilgi ve rağbeti görürler miydi? Zannımca insan türünün yaşadığı zaman diliminde niteliği geri plana iten, niceliğe meyyal bir özelliği bulunmakta. Daha sonraki zamanlarda tabiri caizse baş tacı edilen nice eser ve isim var ki; bunlar, kendi dönemlerinde “hiç” mesabesindeydiler. Az önce zikredilen kitaplar ve benzerlerini nitelik olarak fazlasıyla aşan nice eserin halihazırda neredeyse adı sanının bilinmiyor oluşu galiba biraz da bu durumla açıklanabilir.
Tabi “tek sebep budur” demiyorum zira bu indirgemecilik olur. Dün kitapları bu derece değerli hale getiren bir faktör de muhtemelen okuryazarlık düzeyinin ve yanı sıra verilen ürünlerin kıtlığıydı. Bugün ise düne kıyasla olabildiğine yüksek bir okuryazarlık oranı ve aynı şekilde birçok türde üretilen eser bolluğu var. Dün paha biçilmez ve herkesçe ulaşılamayan, ulaşmak için binbir türlü zahmet gerektiren bilgi, bugün bütün çıplaklığıyla pazara çıkmış vaziyette. Her gün onlarca, kimi ülkelerde belki de yüzlerce kitap yayınlanmakta; yayıncılık kendi içerisinde türlere bağlı olarak çeşitlenmekte ve her tür başlı başına bir sektöre dönüşmüş vaziyette.
Üstelik bu kadarıyla da sınırlı değil. Bu bilgi patlaması modern döneme ait iken ve temel aracı yazılı-matbu medya ve kitaplar iken, şu postmodern zamanda ise bilginin kaynakları ve araçları da çeşitlendi. Artık sosyal medya ve bunun alıcıları konumundaki bilgisayar, akıllı telefon, tablet gibi araçlar neredeyse kitabın yerine geçer oldu. Haliyle modernite nasıl ki el yazmacılığını sollayarak matbaa üzerinden bir devrim yaptı ve eskisini demode hale getirdiyse, postmodernizm de artık kitap da dahil matbu medyayı neredeyse demode hale getirdi, getirmekte. İnternet ortamında ve sosyal medyada son derece sığ veri yığınına çok az maliyetle ve kolay yoldan ulaşılabildiği için rağbet görmekte; matbu kitaplar ise giderek ilgi ve dahi itibar kaybına uğramakta. Bu bir vakıa tespiti yoksa yanlış anlaşılmasın sürecin geldiği noktayı büsbütün olumsuzlama değil…
Bu yazıya konu olan Adem Özköse’nin yeni kitabı Sefer de türü itibariyle rağbet kaybı yaşayan eserler özelliğinde. Şöyle ki; sosyal medya kullanıcıları mesela tek tıkla Wikipediayi tıklayarak Sefer’de bahsi geçen ülke ve şehirler hakkında ansiklopedik düzeyde bilgilere ulaşma rahatlığı içerisinde bugün. Böyle kolay bir yol varken bir seyyahın günlükleri üzerinden ülkelere açılmak sanırım bu kolaycı, hazıra konan okur profili için pek tercih edilebilir değil. Tabi ki bu durum Adem Özköse ve eserini önemsizleştirmiyor. Çünkü Wikipedia ve diğer online platformlardan ulaşılması mümkün olmayacak bilgi-belge-yorumları mündemiçtir bu tür kitaplar.
Her gezi-günce kitabı gibi Adem Özköse’nin Sefer’i de sadece bir nakil değil, tersine bir duyuş ve yorumsayıştır aynı zamanda. Bunun sorumluluk sahibi Müslüman bir yazarın kaleminden çıkmış olması kitabı ayrıca değerli kılan bir husustur. Zira insanların zamanı ve mekanı algılama ve tanımlama biçimleri muhteliftir. Biri Paris’e bakarken salt büyük bir ihtişam görür, bir diğeri ise Cezayir de dahil birçok halkın ve ülkenin işgal ve sömürüsü üzerine bina edilmiş; köklerinde kan, zulüm ve gözyaşı yatan bir uygarlık görür. İşte Adem Özköse’nin kitabında yer verilen Paris, Roma, Venedik gibi meşhur batı şehirleri bir de bu açıdan betimleniyor.
Gezmeyi ve yazmayı salt bir hobi olarak görmeyen örnek bir Seyyah
Genç yaşına rağmen oldukça üretken bir kardeşimiz Adem Özköse. Hayatına birçok eseri sığdırmış şu ana kadar. 1978 Samsun doğumlu olan Adem Özköse, gazeteciliği sadece mezunu olduğu Marmara Üniversitesi’nden değil, mücadele sahasından da öğrenmiş bir şahsiyet. 2004 yılında Vakit gazetesinde başladığı gazetecilik ve yazarlık serüveninde Irak, Afganistan, Patani, Keşmir, Suriye, Güney Lübnan, Gazze, Darfur, Moro ve Arakan gibi birçok kriz bölgesine gidip geldi. 2007-2011 yılları arasında Suriye’de bulundu. İntifada sürecinde ise belgesel çekimi amacıyla gittiği Suriye’de despotik Esed rejimi güçlerince gözaltına alınarak bir süre zindan hayatı yaşadı. Burada ölümden dönen Adem Özköse yaşadıklarını ve gözlemlediklerini daha sonra Esir kitabında topladı. Ayrıca bir süre Gerçek Hayat dergisinin Ortadoğu temsilciliğini de yapan yazar, Diriliş Postası gazetesinde köşe yazarlığı yaptı ve Sancaktar dergisini çıkaran kadroda yer aldı. Dünyanın birçok bölgesine yönelik gerçekleştirdiği yolculuklarını belgesele dönüştürdü ki bunların bir kısmı TRT gibi televizyon kanallarında izleyiciyle buluştu.
Ek olarak Türkiye’de tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesindeki duruşuyla da özellikle de Müslüman gençlik kesimlerinde ilgi odağı olan Adem Özköse kardeşimiz, aynı zamanda Sabah Namazı Devrimi oluşumunun koordinatörlerinden olup şu sıralar Youtube kanalı üzerinden hazırlayıp sunduğu Sınırsız isimli programıyla gündemin nabzını tutmaya devam ediyor.
Hem kitaplarıyla hem de fiili şahitliğiyle gençleri besleyen, hayra ve hakka yönlendirmeye çalışan Adem Özköse kardeşimizin Pınar Yayınları’ndan çıkan son kitabı Sefer dışında “Cennete Otostop”, “Söz Direnişçlerde”, “Ümmet Coğrafyası”, “Seyyah”, “Rotamız Alem-i İslam”, “Kaçak Yolcu” ve “Esir” isimli 7 eseri daha bulunuyor.
Tarihî serüvenleri birbiriyle kesişen şehirlerin kolektif öyküsü
Adem Özköse’nin Sefer kitabı hepimizin bir parçası olduğu kolektif bir öykünün yansıması aslında. Elimizden yitip giden Endülüs medeniyetinden bahsediyor, hâlâ Müslümanlara ait ama ümmet bilinci bağlamında gaflet örtüsüne bürünmüş Kıbrıs’a, Tiflis’e, Batum’a, Tiran vb. kadim şehirlerimize projektör tutuyor; insanlık onurunun ayaklar altına alındığı Arakan’ı gündemleştiriyor… Hem sonra Paris, Roma, Venedik gibi batı uygarlığının kurucu şehirlerine götürüyor okurunu ama buralarda sadece doğal ve tarihî güzelliklerden bahsetmiyor. Bununla birlikte bu ve benzeri kadim şehirlerin etrafında örülen Batı uygarlığının kanlı tarihine dikkatleri çekerek okurunu bununla yüzleştiriyor.
253 sayfadan oluşan kitap gezi-günlük-anı türünde bir eser. Sadece yazıdan değil görsellerden de oluşuyor. Dil ise son derece sıcak, sade ve sürükleyici. Bazen düşündüren, bazen güldüren, kimi zaman da acıtıp ağlatan ve tek oturuşta okunabilecek bir eser.
Kitap 17 başlıktan oluşuyor. Bu başlıkların tümünü yansıtan aşağıdaki fotoğraf içeriğe ilişkin olarak fikir verebilir:
Gezi eylemini salt hobi olarak görmeyen yazar, bunun İslami bir şahsiyete yapacağı katkılar bağlamında şunları kaydediyor:
“Uzaklara gitmenin ilginç bir cazibesi vardır. Her şeyi arkamızda bırakıp yola koyulduğumuzda yeni bir başlangıca doğru açıldığımızı hissederiz. Sefer yepyeni bir nefes ve farklı bir heyecandır…
Tarihin kırılma anlarının çoğunda da bir kişinin veya toplulukların gerçekleştirdiği yolculukların etkisi vardır. Bu anlamda sefer, dönüştürücü olduğu kadar inşa edicidir de… İnsan, Allah’ın arzında yolları kat edip yeni insanlar ve şehirler tanıdıkça kendi dünyasında da genişleme hisseder…
Gezme… bize bir tarih bilinci kazandırır… Balkan gezisi bize farklı inanç ve kültürlerin bir arada yaşamasında Osmanlı perspektifinin ne denli önemli olduğunu da öğretir… İslam medeniyetine ait kadim şehirler sadece bir coğrafyadan veya taş yığınından ibaret değildir. Bu şehirler bir düşünce ve hissetme biçiminin de yansımalarıdır.” (9-11)
Gidilen ülkelerde tarihte iz bırakmış isimlerden de bahseden, sembolik değerdeki şahsiyetlere ilişkin geniş bilgiler verip değerlendirmelerde bulunan yazar, yolun başında kurduğu şu cümlenin hakkını veriyor:
“Endülüs’ten Orta Asya’ya, Kafkaslardan Balkanlara, Avrupa’dan Afrika’ya kadar dünyanın dört bir yanına yaptığım gezilerin yer aldığı Sefer’de sadece ülkeler, şehirler, gezilip görülmesi gereken yerler değil; aynı zamanda düşünsel bir yolculukla da karşılaşacaksınız.” (11)
Tecrübeler tenceresi ve ilmek ilmek örülen tarih bilinci
Gezdiği ülke ve şehirlerin doğal güzelliklerini aktarmakla yetinmeyen yazar, bunların tarihsel serüvenine ilişkin olarak da önemli bilgi aktarımları ve değerlendirmelerde bulunuyor. Sadece bu da değil; Müslümanların halihazırdaki durumlarına dikkat çekerek durum tespiti yapmayı ve sorumluluk hatırlatmasında bulunmayı da ihmal etmiyor. Mesela Azerbaycan anlatımında şunları kaydediyor:
“Şehitler için inşa edilen Şehitler Hıyabanı, Sovyet işgaliyle birlikte bir eğlence mekânına dönüştürülmüş…
Milletlerin ufukları aslında biraz da tarihlerinde saklıdır…
Zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına rağmen Azerbaycan nüfusunun yarıdan fazlası fakirlik sınırının altında yaşamaktadır. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin alıp başını gittiği ülkede yönetici elitler iş dünyasında tekel oluşturup ülkenin zenginliklerini kendi aralarında paylaşıyorlar. Bu da eldeki imkânlara rağmen halkın yoksullaşmasına neden oluyor…
Bugün Azerbaycan nüfusunun yüzde 95’inden fazlası Müslüman olsa da Bakü’de geçirdiğim günlerde ezan sesine hasret kaldım…
Farklı halkların, farklı ırkların, farklı kültürlerin barış ve adalet içinde yaşadıkları bir dünya hasreti…” (180, 185, 188)
Gürcistan’ı Tiflis ve Batum üzerinden konu edindiği bölümdeki şu anlatımları da aynı minvalde örnek verilebilir:
“İnsan çoğu zaman uzaklarla uğraşırken en yakınlarındakileri ihmal eder. Gürcistan’da geçirdiğim günlerde ben de sık sık bu duyguyu yaşadım. Bizler İslam dünyasının uzak ülkelerini dert edinip gündeme taşırken hemen yanı başımızdaki Gürcistan’ı, Gürcü Müslümanlarını ihmal etmişiz. Bunun neticesinde de Gürcistan’ın şehirleri sahipsiz, Müslümanları kimsesiz kalmış. Komünist Rusya yıkılınca Gürcü Müslümanları büyük bir kimlik arayışına girmişler. Fakat başta Karadeniz bölgesi olmak üzere Türkiye’den gelenlerin son derece kötü örnek olmaları Gürcü Müslümanları İslam’dan daha da uzaklaştırmış. Her şeye rağmen İslam bir şuuraltı olarak Gürcü Müslümanların benlik ve sosyal hayatlarında yaşamaya devam ediyor. Bu şuuraltındaki izleri iman ve amele dönüştürmek için aslında hâla imkân var.” (211)
Öte yandan Adem Özköse, Sefer kitabında gezdiği şehir ve ülkelerin tarihine damgasını vurmuş sembollerin tasviri üzerinden adeta ilmek ilmek tarih bilincini örüyor. Nitekim "Gideceğiniz ülkenin tarihini bilmezseniz gezinin sonunda o ülkeye dair zihninizde kolay kolay bir bütünlük oluşmaz" diyen yazar (179), tarih bilgisinin önemini ortaya koyuyor. Ve anlatımında bu ilkeye sonuna kadar riayet ettiğini gösteren yazar, karşınıza sadece gezilen yerlerin doğal güzelliklerine ilişkin üstünkörü, kuru turistik bilgiler değil, adeta tarihin kendisini seriyor. Adım attığı ve anlatısına değer gördüğü ülke ve kadim şehirlere dair bütünsel fotoğraflar sunan Adem Özköse, tabiri caizse tecrübeler tenceresini kapağı açık vaziyette sofranıza koyuyor. Artık acısıyla tatlısıyla misafir olarak size tatmak düşüyor.
İşte kitapta geniş bir yer kaplayan Endülüs ve Güney Afrika örnekleri de kapağı açılarak sofranıza servis edilmiş o tecrübeler tenceresinden tadacağınız enfes azıklardan.
Güney Afrika gezisine ilişkin bölüm bu meyanda çarpıcı bilgi ve değerlendirmeleri mündemiç.
Bölgenin ana hatlarıyla sömürgeleşme süreci, apartheid rejimi ve direnişin resminin çekildiği bu bölümde Güney Afrikalı Müslümanlara dair de önemli bilgiler aktarılıyor. Bölge Müslümanlarının İngiliz sömürge valisinden talebi üzerine Sultan Abdulaziz’in atamasıyla Güney Afrika macerası başlayan Ebubekir Efendi’nin ıslah çabalarının derinine inilmekte, bu öncü şahsiyetin ektiği tohumların zamanla nasıl filizlendiği ve bölgede izler bıraktığı gündemleştirilmekte.
Nelson Mandela ve arkadaşlarının başlattığı adalet ve özgürlük mücadelesi içerisinde Müslümanların konumu ve katkılarının zikredilmesi ve bu bağlamda sunulan veriler de fotoğrafın pek sık bilinmeyen önemli bir karesini ortaya koyması açısından anlamlı. Güney Afrikalı Müslümanların, insanlık dışı ırkçı apartheid rejimine karşı verilen adalet ve özgürlük mücadelesindeki bu anlamlı öyküleri Şehit İmam Abdullah Harun’un portresiyle taçlanıyor. Şehit İmam Abdullah Harun’un Güney Afrika Müslümanlarının dünü ve bugünündeki değerine ilişkin Adem Özköse’nin şu tespitleri de bu bağlamda kayda değer:
“Güney Afrika’da ırkçılığa karşı verilen mücadelede Müslümanlar da ön saflarda yer almıştır. Başta Ahmet Kathrada olmak üzere Mandela’nın hapishane arkadaşları arasında birçok Müslüman direnişçi bulunurken ırkçı rejime karşı verilen mücadelede çok sayıda Müslüman şehit düşmüştür…
Cape Town’da dünyaya gelen İmam Abdullah Harun… Gençler sinemaya ilgi duyan, spor yapan ve son derece şık giyinen bu imamı çok severler. Camide yetiştirdiği gençlerle 1958 yılında Müslüman Gençlik Derneği’ni kuran İmam Abdullah Harun ve arkadaşları 1959 yılında İslam’ın Aynası isimli bir dergi çıkarırlar. Dergide başta Hasan El-Benna olmak üzere Müslüman fikir adamlarının kitaplarından bölümler yayınlanır. Ertesi yıl da Muslim News isimli aylık bir gazete çıkarmaya başlarlar.
Irkçı apartheid rejimi siyahlara yönelik baskılarını arttırırken İmam Abdullah Harun ve Müslüman gençler Cape Town’da protestolara iştirak ederler. Güney Afrikalı Müslümanlar ‘İslam Adalet Divanı’, ‘Müslüman Gençlik Hareketi’ ve ‘El-Kıble’ gibi teşkilatların etrafında örgütlenerek ırkçılığa karşı uzun soluklu bir mücadeleye girişirler. Vaazlarında sık sık ırkçılığın İslam tarafından yasaklandığını ifade eden İmam Abdullah Harun, Mandela ve arkadaşlarının grubu olan Afrika Ulusal Kongresi ile ilişki kurup bu harekete de destek verir.
…Bugün eğer Güney Afrika’da Müslümanlara her kesim tarafından saygı duyuluyorsa, bunda İmam Abdullah Harun ve arkadaşlarının bir zamanlar hak ve adaletin yanında saf tutmalarının büyük payı vardır. Çünkü hak ve adaletin yanında saf tutmak kısa vadede sıkıntı ve bedellere neden olsa da uzun vadede mutlaka kazandırır. Ayrıca haksızlık ve adaletsizliklere neden olanlar nasıl suçluysa haksızlık ve adaletsizliklere karşı sessiz kalanlar da bu suçun ortaklarıdır.” (70-72)
Tematik okumalara müsait zengin bir içerik
Adem Özköse’nin farklı ülke ve şehirlere ilişkin tuttuğu seyahat notlarından oluşan kitabı başta Endülüs olmak üzere birçok ülke ve şehire, medeniyet ve topluma dair kapsamlı bilgi ve tespitler sunuyor. Bu şümullü özelliği dolayısıyla da aslında birçok bağlamda tematik okumalara müsaitlik durumu oluşturuyor.
Güçlü bir medeniyetin ardından gelen hazin bir çöküşün hikayesinin konu edinildiği Endülüs’e dair çizilen geniş fotoğrafta öne çıkan kareler okurunu bir alıp maziye götürüyor, bir bugüne getirip hüzne gark ediyor. Endülüs’ün çöküşü sonrası Müslüman Moriskaların dramatik öyküsünün sembolize edildiği Muhammed’in hikayesi İslam’dan arındırılmaya çalışılan Arakan’a karışıyor.
Tüm bu dokunuşları yaparken Adem Özköse’nin bazen satır arasından bazen de doğrudan vurgularla altını çizdiği bir husus var ki bu son derece önemli: Tarih usulü, tarihe yaklaşım sorunu. Endülüs bağlamında yazar kazanımlarla övünme ve kayıplar üzerine salt dövünmenin anlamsızlığını şu cümlelerle okuruna aktarıyor:
“Geçmişe yapılan yolculuklar çoğu zaman insana geleceğin ayak izlerini de gösterir. Geçmiş ile gelecek arasında bir bağ kurarken dikkat edilmesi gereken en tehlikeli tuzak ise geçmişi bir övünme veya hamaset aracına dönüştürmektir. Geçmiş veya gelenek eğer ondan aldığımız ilhamla bugünü inşa edebilirsek bir anlam kazanır… Hamasete dayanan gelenekçilik veya geçmişin ihtişamına sığınarak yaşamak bizi dinamik hayattan koparır. Hayatın dinamizmini, akışını yakalayamayan toplum ve medeniyetler ise tarih dışı kalır.
…Geçmişimize olan sadakatimizi de ancak gelenekten yola çıkarak bugüne dair yeni bir bilinç, yeni bir söz, yeni bir hayat, yeni bir sanat, medeniyet ve kültür üreterek ispatlayabiliriz. Bu bağlamda 718 yıllık Endülüs medeniyeti bugün kendine yeni bir yol ve yön arayan Müslümanlara tecrübe anlamında büyük fırsatlar sunmaktadır.” (39-40)
Kitapta yükseliş ve düşüşe ilişkin Müslüman ümmetin kolektif/müşterek hikayesi en kapsamlı şekilde Endülüs anlatımında çıkıyor karşımıza. Adem Özköse, hem tarihsel duruma ilişkin güçlü ve sarsıcı veriler sunuyor okuruna, hem de sahih bilinç ve perspektifin yolunu çok güzel işaretliyor. Bu nedenle Endülüs faslı ayrı bir önem taşıyor kitapta. Malik Bin Nebi’nin tarih çözümlemesinde dikkat çektiği noktaya, Muvahhidler sonrası İslam tarihinin ana kırılma noktasına bir başka anlatımla Adem Özköse de parmak basıyor.
SONUÇ NİYETİNE
Sefer kitabı, bir seyyahın gözünden Asya, Avrupa ve Afrika’daki bazı kadim şehirlere ait doğal, sanatsal ve tarihî anlatımları yansıtıyor ve mülteci kamplarından insanlık manzaraları aktarıyor. Seyyah derken öyle keyfince gezip tozan, salt turistik hevesler peşinde koşan zevkperest gezgin değil kasıt. Aksine birçok sıcak savaş bölgesinde kelle koltukta bulunmuş, zalim Esed’in zindanlarında ölümden dönmüş, projektörünü mazlumların çığlıklarına tutan sorumluluk sahibi Müslüman bir seyyahtır bahsi edilen. Adem Özköse bu özelliğiyle Müslüman bir gazeteci ve seyyahın nasıl olması gerektiği sorusunun da cevabı oluyor, gençler için örneklik oluşturacak mütevazi bir rol-modelliği simgeliyor.
Sembollerde yaşayan Endülüs’e dikkat çekiyor, Bangladeş’te mülteci kamplarına sıkışmış milyonlarca mazlumun acı hayatına ve müşterek çığlığına tercüman oluyor; Roma, Paris gibi şehirlere projektör tutarak okurlarının yüzünü hayata ve tarihin acımasız gerçekliğine döndürerek bilinç ve sorumluluk aşılıyor. Öyle ki; onun seyahat güncelerini okurken kendinizi bahsedilen mekanların ortasında hissediyorsunuz. Arakanlı mazlumların çığlığını duyuyor ve çaresizlik hissinizle yüzleşiyorsunuz. İlgili bölümün her bir satırında Endülüs’te tarih ve yitirdiğimiz medeniyet dile geliyor, Kurtuba ve Buhara’da bilinç aşılanıyor, Arakan’da kendinizle yüzleşiyor ve bu makus talihi değiştirmek için bir adım öne çıkarak irade kuşanma ve inisiyatif oluşturmanın önemini kavrıyorsunuz.
Kitap değdiği mekanlarla ve gündemleştirdiği insanlık durumlarıyla uyanışa sevk ediyor, verdiği ansiklopedik bilgilerle bilinç inşa ediyor. Özellikle de genç dimağlarda duyarlılık oluşturucu bir işleve haiz olup bilgi ve bilinç darağacını besliyor.
Her yaştan okur ama özellikle de Ortaokul, Lise ve Üniversite çağındaki gençlerimiz Sefer kitabını okurken Seyyahla birlikte seyahate çıkmış kadar oluyorlar.
YAZIYA YORUM KAT