Adalet Zarar Vermez, İhya Eder!
Yasin Aktay, Cemal Kaşıkçı davasında gelinen aşamayı değerlendirdiği yazısında “Adalet kimseye zarar vermez, aleyhine olarak gelişeni bile son tahlilde ihya eder.” diyor.
Yasin Aktay’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan konuyla alakalı yazısı (28 Mart 2020) şöyle:
Coronavirüslü günlerde adalet ve Kaşıkçı davası
Bütün dünya bir virüsün belirlemiş olduğu bir gündemle meşgulken, hayatın devam ediyor olduğu gerçeğini hatırlatan gelişmeler de oluyor.
Geçtiğimiz yılın hiç kuşkusuz en önemli ve en uzun süre gündemde kalan konularından birisi Kaşıkçı cinayetiydi. Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğuna bir evlilik belgesi almak üzere gittiğinde orada kendisini öldürmek üzere bekleyen, bunun için Suudi Arabistan’dan iki özel uçakla, talimatlarını da almış olarak, planlayarak gelmiş olan 15 kişilik bir ekip tarafından boğularak öldürülen, sonra cesedi parçalanarak yok edilen ünlü gazeteci-yazar Cemal Kaşıkçı olayı bir buçuk yıl boyunca gündemden hiç düşmedi. Olayla ilgili bütün gelişmeler dünya medyasında, siyaset çevrelerinde ilgiyle takip edildi.
Dünyaya kendisini ılımlı İslam’ın mükemmel ve sevimli temsilcisi olarak sunma konusunda ciddi bir PR çalışması içinde olan SA için bu olay bütün makyajlarını döken bir dönüm notası oluşturdu. Bu makyajın altında kendi meşru ve ılımlı muhaliflerine karşı, hatta muhalif bile olmayıp kendi iktidarına muhtemel alternatif gördüklerine karşı mücadelesi için “terörizm”, veya “İslami aşırılıkçılık” söyleminin kirli bir suiistimali ortaya çıkıyordu. Selman el-Awde, Hatip Awad al-Qarni, ve Ali al-Omeri gibi alimler henüz Kral veya veliaht aleyhine ağızlarını açıp bir tek söz bile etmiş değillerdi. Tutuklanmalarının sebebi onların aşırılıkçı olmaları da değildi, bilakis herkes biliyor ki, onlar İslam dünyasının en açık fikirli, en entelektüel derinliğe sahip alimlerindendi. Belki bir tek kusurları veliaht prensin uygulamalarını alkışlamamış, onlara meth-u senalarda bulunmamış olmalarıydı. Onlara yapılan şey o PR çalışmasının makyajladığı “ılımlı” yüzün ardındaki gerçek durumdu. Kaşıkçı olayı bunun bütün boyutlarıyla ortaya çıkmasını sağladı.
Kaşıkçı cinayeti İstanbul topraklarında işlendi, ancak cinayeti işledikleri tespit edilenlerin hepsi, ilk tespitlerden çok önce geldikleri yere geri dönmüştü bile. O yüzden bütün dünyanın beklediği ve talep ettiği adaletin nasıl tesis edileceği ciddi bir soruya dönüşmüştü. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının açmış olduğu dava, bütün şüphelilerin dışarıda olması ve cesedin ortada olmaması dolayısıyla yavaş ilerliyordu. SA ise, olayın diplomatik bir alan olarak kendi topraklarında cereyan etmiş olması dolayısıyla şüphelilerin mahkemesini kendisinin yürüteceğinde karar kılmıştı.
Ancak baştan itibaren olayı sadece bilgiler inkar edilemez şekilde açığa çıktıkça kabullenen ve bütün çabası bazı olağan şüphelilerin rolünü örtbas etmek ve birilerini korumak olan SA mahkemesinden adil bir karar çıkmasını kimse beklemiyordu. Zaten açılan davanın ilk iddianamesi bırakınız veliaht prensi, cinayet ekibini doğrudan görevlendirmiş olmaması muhal sayılabilecek Kahtani ve Asiri gibi isimlerin bu olayda bir rolleri görülmemiş olduğu söylenerek en açık şekilde reylerini ihsas etmişti.
Nitekim Aralık ayında sonuçlanan davada tam da baştan verilen karar teyit edilerek “Kahtani ve Asiri’yi suçlayacak bir delil bulunmamış olduğundan dolayı dava bile açılmamış olduğu” söylenmişti. Yürütülen o davada 31 kişi hakkında açılmış soruşturma 11 kişinin üzerine yoğunlaşarak devam etmiş, 5 kişiye idam 3 kişiye 24 yıl hapis ve üç kişiye de beraat kararı verilmiş. Cinayetin taammüden ve planlanarak işlenmediği, aniden gelişen bir müsademe sonucunda gerçekleşmiş olup, olaya da sadece sözkonusu 5 kişinin doğrudan karışmış olduğu geri kalan hiç kimsenin bu olayda hiçbir suçunun olmadığı hükmüne varılmıştı.
Biz de bu kararı “Kaşıkçı’yı bir kez daha alenen öldürür gibi” bir karar olarak nitelemiştik. İnsan aklıyla dalga geçen bir karardı bu. Tabi, bir yandan da şaşırtmayan bu karar karşısında yine de asıl davanın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütüldüğünü ve asıl onun sözünün beklenmesi gerektiğini söylemiştik.
Nitekim geçtiğimiz Çarşamba günü Başsavcılık uzun süredir topladığı delilerden tekmil ettiği davanın ilk faslının açıldığını bir basın açıklamasıyla duyurdu. Basın açıklamasına göre Asiri ve Kahtani, Kaşıkçı’nın öldürülmesi eylemini gerçekleştirmek üzere görevlendirme yapıp diğer şüphelilere gerekli talimatları veren şüpheliler olarak “Tasarlayarak ve Canavarca Hisle Eziyet Çektirerek Kasten Öldürmeye Azmettirmekle” suçlanırken, diğer 18 kişi de “Tasarlayarak ve Canavarca Hisle Eziyet Çektirerek Kasten Öldürmekle” suçlanıyor. Bildiriye göre sanıklar en başından itibaren fikir birliği ve ortak suç işleme kararı ile hareket etmiş, eylemin tüm ayrıntıları ile ilgili planlama ve işbölümünü yapmış, bu planı gerçekleştirmek için eylemin icrası esnasında birbirlerini takviye edip tamamlamış, suçun işlenmesine yönelik etkin ve işlevsel bir şekilde katkıda bulunmak suretiyle suça doğrudan katılmış ve sonuç olarak ortak hâkimiyet alanına aldıkları maktul Cemal Kaşıkçı’yı boğarak öldürmüşlerdir.
Bildirinin en önemli ayrıntısı da, “diğer şüphelilerin tespiti amacıyla soruşturma evrakı ayrılmış” olduğu ifadesidir. Bu şüphelilere, öldürme eyleminin kapsamı ve suçun işleniş şekli gözönünde bulundurularak, “kasten öldürme eylemine doğrudan katılan, bu suça azmettiren ve suçun ortaya çıkmasını engellemek amacıyla delilleri yok edenler” olarak atıfta bulunulmuş ve ayrılan bu dosya üzerinden soruşturmaya ayrıca devam edilmekte olduğu ifade edilmektedir.
Soruşturma nereye kadar uzanırsa, başsavcılığın takipten vazgeçmeyeceğini anlatıyor bu ifadeler.
Ne diyelim, Allah devamına erdirsin. Adalet yerini bulsun. Adalet kimseye zarar vermez, aleyhine olarak gelişeni bile son tahlilde ihya eder.
HABERE YORUM KAT