Adalet Siyaseti ve Adalet Yürüyüşü
CHP ilk defa adalet siyasetinin peşine düştü. Merkez çevre ilişkisinin büyük kırılma anı bu. Ya Ak Parti yeniden adalet rolüne sahip çıkacak ya da CHP bu rolü çalarak yeni durumlara yol açacak.
Ergün Yıldırım / Yeni Şafak
Türkiye’nin son yüzyılında gerçekleşen dini tasfiye hareketlerine rağmen Allah’ın (kitabında) Hz. Davut’a emrettiği “adalet ile hükmet” emri, her zaman mahkemelerimizin baş köşesinde yer aldı: “Adalet mülkün temelidir”. Hem de altına Mustafa Kemal Atatürk yazdırılarak yapıldı. Bir milletin ve siyasetin adaletle kurduğu ilişkinin kültürel derinliğini anlatır bu. Bütün müdahalelere rağmen adalet düşüncesinin nasıl da derinden derine belli bir kültürel bilinçle varlığını sürdürdüğünü gösterir. Türkiye siyasetinde adaletin dini tahayyül ile olan bağının çarpıcı ifadesidir. İsterse o salonda adalet dağıtılmasın, yine de bu sosyolojik gerçeklik değişmez. Milletimizin siyasal bilincinde adalet her zaman idealdir, baş köşededir, saygıyla anılır. Çünkü kutsal kitabımız, siyasetin ruhuna adaleti koyar. Ulemamız ve üdebamız her daim siyasal erki adalete uymaya çağırır. Bütün siyasetnameler baştan sona adalet prensibini anlatırlar. Osmanlı’nın en ihtişamlı dönemlerinde Kınalızade Ahlakı Alai adlı eserinde “adalet dairesi”ni gösterir. Adaleti devlet, mülkiyet, halk ve asker ilişkilerinin bütünlüğü içinde tutan ana gövdedir.
Siyasal kültürümüzde ve siyasal pratiklerimizde adalet her zaman hayati öneme sahip. Devlet olmanın en temel anlamı adalet dağıtmaktır, adaleti gözetmektir, adalete sahip çıkmaktır. Devlet, adaleti koruyup kollayan, dağıtan ve sağlayan bir kudrettir. Bu nedenle de metafiziksel bir anlama sahiptir. İnsanlar adaletsizliğe uğradıkları anda “nerede devlet” diye çığlık atarlar. Çünkü adaleti devlette bulacağına inanırlar, onunla bozulan dengesini yeniden kuracağına inanırlar, onunla haksızlığının giderileceğine inanırlar, onunla zulmün biteceğine inanırlar. Bundan dolayı adalet, devletin de siyasetin de en temel ilkesidir.
Türkiye’nin son yüzyıllık siyaset ve toplum ilişkilerini adalet ekseninde okuyabiliriz. Bir bakıma siyasetin son yüzyıllık sosyolojisini yaparsak( siyaset sosyolojisini) adaletin merkezi rolüyle karşılaşırız. Sağ siyaset, muhafazakarlık ve İslamcılık adalet etrafında seferber olur ve adalet ile halkı mobilize ederler. Çevre, adalet ister. Çünkü dışlanan, hor görülen, dengeden yoksun bırakılan, ezilen ve kimliği yok edilen çevredir. Muhafazakarlar da İslamcılar da çevre içinde konumlanırlar. Merkez, adaletten yoksun olduğu için dengesizdir. Zulüm ve baskı üretmektedir, adaletsizdir. Bu nedenle çevre haklarını elde etmek ve zulümden kurtulmak için adalet talebinde bulunur. Çevre kitlelerin bilincinde devleti yöneten kadrolar, adaletten saptıkları için yanlış yapıyorlar. CHP de bunun baş müsebbibidir. Kemalizm, bir adaletten yoksun olma halidir. Çevrenin “dur söz milletindir” nidası, adalet talebinin ilk etkili anlatımlarından biridir aslında. Arkasında sağ siyaset, Adalet Partisi etrafında toplanarak hareket eder. Adalet, partinin adıdır. Çünkü çevrenin bilincini okumaktadır. Nitekim kısa sürede büyük halk kitleleri bu adalet siyaseti etrafında iktidara yürür.
Milli Görüş hareketinin lideri Erbakan “adil düzen”i savunur. Milli Nizam Partisi’nden Fazilet Partisi’ne kadar bu siyasetin ana tezi adil düzen inşa davasıdır. Merkezin siyasetini sömürü düzeni olarak algılar. Erbakan etrafında toplanan insanlar da bu sömürü düzenini adil düzen ile ıslah ve ihya etmek için mücadele ederler. Refah Parti’sinin yükselişe geçtiği 1994 ve büyük destekler aldığı bu dönemin kampanyalarında işçiler, kadınlar, gecekondulular, başörtülüler gibi adaletin yoksunluğundan acı çeken insanların sözcülüğünü görürüz. Milli Görüş siyaseti ve İslamcılar bu dalga üzerinde yükselirler. 28 Şubat, çevrenin bu adil düzen arayışına merkezin darbe yapmasıdır. Adalet talebini en etkili biçimde temsil eden hareketi, partiyi ve aydınları susturma çabasıdır.
Ak Parti, adaleti yeniden yükseltme siyasetinin adıdır. 28 Şubat siyasetiyle devlette zayıflayan adaleti kuvvetlendirme arayışıdır. Milletin yaşadığı yoksulluğu, yasakları ve yoksunluğu adalet talebiyle giderme mücadelesidir. Partinin adı da bahsettiğim Türk siyasal kültürün adalet üzerindeki devamlılığını anlatır: Adalet ve Kalkınma Partisi. Önce adalet, sonra kalkınma. Kelimelerin sıra dizimi böyle… Nitekim kısa sürede sağ da, İslamcılar da ve çevrenin ezici çoğunluğu da bu adalet talebi etrafında seferber oldu. Çevre, adalet etrafında temsile yöneldi. Adalet talebi üç konuyla özetlendi: Yoksulluk, yasaklar ve yolsuzluk. Bunlar toplumda dengenin kaybolması, zulüm ve baskının yaygınlaşması demekti. Bunlarla mücadele etmek adalet siyasetiyle mümkündü. Nitekim çevrenin sosyolojik varlığı bu adalet siyasetiyle devlete taşındı. Merkez bürokratlar ve elitler adalete “zorlandılar”. Devlette yeniden adalet hakim olmaya başladı. Yapılan bütün demokratik reformların ruhunda bu adalet talebi ve ideası vardır.
Şimdi ilk defa CHP adalet siyasetinin peşine düştü. Sağ ve muhafazakar siyasetin adaleti temsil rolünü almak istiyor. Merkez çevre ilişkisinin büyük kırılma anı bu. Ya Ak Parti yeniden adalet rolüne sahip çıkacak ya da CHP bu rolü çalarak yeni durumlara yol açacak.
HABERE YORUM KAT