Adalet, Hikmet, Cesaret ve İffet
Faruk Beşer dört kavramın vasat halleri ile ifrat ve tefrite varan uçlarını inceliyor.
HAKSÖZ-HABER
Faruk Beşer bugün kaleme aldığı yazısında adalet, hikmet, cesaret ve iffet kavramlarını ve bu kavramların ifrat ve tefrite varan uçlarını irdeliyor.
Yazısında tarihten çeşitli yorumlardan da faydalanan Beşer, İslam ümmetinin vasat olma özelliğini bir kez daha vurguluyor.
***
Adalet, hikmet, cesaret ve iffet - Faruk Beşer - Yeni Şafak
Adaletin hukuki, ahlaki, siyasi, felsefi pek çok yönü vardır. Adalet evrensel bir değerdir. Olmasa da olur diyen bir akıllı çıkmaz. O halde adalet duygusu fıtridir, yani ilahidir. Ahlakın evrensel değerleri de böyledir. Sözünde durmanın bir değer olduğunu kabul etmeyen bir millet yoktur. O halde bunlar insanın hamuruna yaradılıştan konmuş değerlerdir. Ve adalet deyince herkes ondan bir şeyler anlar. Ama sıra adaletin gerçekleştirilmesine gelince görüşler ve uygulamalar değişir. O halde bunun temel esasları da o değeri insanın içine koyandan alınması, O’ndan öğrenilmesi gerekmez mi?
Adaletin çeşitlerinden önce felsefi yönüyle ilgili birkaç kelam daha edelim.
Felsefi anlamda Aristo insandaki bütün yeteneklerin en makul çizgide kullanılmasını adalet olarak açıklar. Akıl, öfke ve şehvet insandaki en temel güçler ve güdülerdir. Bunların her birinin ifrat ve tefrit olarak iki aşırı ucu vardır ve adalet işte bu güçlerin orta noktasındaki çizgidir der.
İslam düşünürleri de bunu ondan alıp açarlar ve şöyle derler:
Aklın iki aşırı ucundan biri hilekârlığa varan kurnazlık ve ileri zekâdır ki, buna cerbeze denir, şeytanlığa varan bir doğruyu yanlış yanlışı doğru gösterme becerisidir. Aklın diğer aşırı ucu, kârını ve zararını dahi bilemeyecek kadar anlayışsız, ahmak ve ebleh olmaktır. Bu iki aşırı ucun ortası hikmettir, yani eşyanın hakikatini olduğu gibi görebilmektir. Adalet çizgisinin bir parçası budur.
İnsanın kendini ve değerlerini koruması ve savunması için onun fıtratına, mayasına, konan öfke/gazap yeteneğinin de böyle iki aşırı ucu vardır. Eksik aşırı ucu ödlekliktir, ödlek insan hiç korkulmayacak şeylerden bile korkar, hiçbir değeri ve hakikati koruyup savunamaz. Fazla aşırı ucu, korkulacak şeylerden bile korkmamaktır. Tabii olarak bu, Allah’tan da korkmamayı sonuç verdiği için çok tehlikeli bir aşırılıktır. Adaletin en büyük tahripçisi ve her türlü zulüm ve işkencenin, haksızlıkların sebebi budur. Ortası ise cesarettir. Bu çizgideki insan Allah’ın ona bahşettiği değerleri korumak için gerekirse canını bile vermekten çekinmez, ama kimsenin hukukuna tecavüz etmez, haksız yere kimse ondan korkmaz, o ise karıncayı dahi öldürmekten korkar. Cesaret olmadan ayakta durmak mümkün olmadığı gibi, adaletin tesisi de mümkün değildir.
İnsandaki şehvet gücü sadece cinsel şehveti değil, her türlü yeme içme arzusunu da anlatır. Türkçemizdeki iştah/iştiha kelimesi de bu köktendir. Bunun da iki aşırı ucu ve bir de ortası vardır. Fazlası; insanın helal haram, ar namus, hayâ gibi hiçbir insani erdem dinlemeden iştahı çektiği, nefsinin arzuladığı her şeye hayvanlar gibi saldırmasıdır ki, buna fücur yani edepsizlik, hayâsızlık denir. Eksik derecesi ise insanın dünya nimetlerine karşı hiçbir arzu duymaması, helalinden bile nasiplenemeyecek kadar silik olması halidir. Bu ikisinin ortası ise iffettir ki, nimetlerden helal çerçevede ve insan onuruna yaraşacak şekilde yararlanmak ve aşırılığa kaçmaktan utanıp kaçınmaktır. Onun için hem cinsel arzuların orta çizgisi, hem de midevi arzuların orta çizgisi iffet diye anlatılır. Adaletin temellerinden biri de budur.
Bunlara bu üç yeteneğin yan dallarını da ekleyebiliriz ama neticede hepsi gider bu üç ana yeteneğe dayanır. Üzüntü, sevinç, hasetlik gibi duygular, ya da güçler de böyledir. Bunlar da insanın fıtratına, mayasına belli fonksiyonlar görmeleri için yaratıcısı tarafından konmuş programlardır. Hep kötü sanılan hasetlik duygusu bile insanda olmasa insan hiçbir değer üretemez. Yeter ki, bu duyguları orta noktada, dengede yani adalet çizgisinde tutmayı başarabilsin. Bunun için İslam düşünürleri de bu açıklamayı Sokrat’tan alarak ve geliştirerek kullanmışlardır. Bunu en güzel açıklayanlardan biri de Bediuzzaman’dır.
Buraya kadar bu söylenenleri kabul etmeyen bir akıllı çıkmaz. Çünkü bu ontolojik, yani insanın varoluşuyla alakalı bir meseledir. Varsa vardır. Mesele bundan sonrasıdır, zor olan da budur. Bu güçlerin makul ve makbul orta çizgisini kim belirleyecektir? Belirledikten sonra insanları bu çizgide durmaya zorlayacak güç nedir? Durmazlarsa ne yapılacaktır? Felsefi anlamda bunlara adalet der geçeriz. Bu sadece zihnimizdeki ve hayalimizdeki bir adalet olur ama bunun ayaklarını yere nasıl bastıracağız? İdari, siyasi, ekonomik ve sosyal adaleti nasıl sağlayacağız? Zor olan budur ve bu noktada hep insandaki işte o güçlerin aşırı uçları devreye girer. İnsan kendi aklıyla adaleti nereye kadar sağlayabilir?
İslam ümmeti Allah tarafından vasat bir ümmet olarak tanımlanmıştır. Vasat olma ifrat ve tefrit gibi iki aşırı ucun olmasını gerektirir. Hemen bütün eylem ve düşüncelerin aşırı iki ucu yani ifratı ve tefriti bulunursa, orta çizgi yani adalet de bulunmuş olur. Bendeniz Arşimet’in kaldıraç örneğinden ödünç alarak şöyle demiştim: Siz bana her hangi bir düşüncenin iki karşıt ucunu gösterin ben size bu konuda İslamî olanı söyleyeyim. Çünkü tam orta çizgi olacaktır.
HABERE YORUM KAT