Açılım'dan Ayrışma'ya
PKK silahlı mücadeleye başladığında Demirel, bunun "29. isyan" olduğunu söylemişti. 25 senedir çatışma dağlarda, kırsal bölgelerde "PKK ile güvenlik kuvvetleri" arasında sürdü. İhtilafı geniş çerçevede düşündüğümüzde en çok "Kürtlerle devlet" arasında der, 27 Mayıs, 12 Eylül gibi darbe süreçlerini suçlu gösterirdik.
Bugün sanki sorun "siyasî" olmaktan çıkıyor, "toplumsal" alana yayılma istidadı gösteriyor. Ve sanki ihtilaf, devletin Kürtlerin tabii haklarını tanımasından çıkıp "Türklerle Kürtler arasında bir ayrışma"ya dönüşüyor. Bunun çok vahim bir eğilim olduğunu belirtmek lazım.
Hükümetin başlattığı "açılım"ın bu noktalara gelmesi üzücüdür. Başörtüsünde olduğu gibi Kürt sorununda da ısrarla şunu söyledik: Kürt sorunu, din-devlet ilişkisi, başörtüsü, ifade özgürlüğü, Alevi meselesi, azınlıkların durumu vb. konular bir bütün olarak ele alınmalı, kapsamlı bir paket içinde ve yeni bir anayasa değişikliğiyle birlikte çözülmelidir. Öyle olmadı, sorunlar münferit alındı ve işe sondan başlandı. Bugünkü durumda AK Parti'nin yeni bir anayasa yapma şansı yok, ama yine de seçime bu vaatle gidebilir, ekonomi dahil demokratikleşme paketiyle oy isteyebilirdi.
Açıkça Kürt açılımında niçin bu kadar acele edildiğini, "aralık ayına kadar bu iş bitmeli"den ne anlaşılması gerektiğini bilmiyorum. PKK'lılara af "en son adım" olmalıydı. Sanki dışarıdan yapılan empozeler ve içeride açılım projesine akıl verenler hükümeti yanılttılar gibime geliyor.
1999 yılından beri, Abdullah Öcalan'ı teslim eden iradenin zamanı gelince "PKK'lılara af, 270-300 kişiyi Kuzey Avrupa ülkelerine gönderme ve Öcalan'ı ya serbest bırakma veya onu da Avrupa'ya gönderme" gibi taleplerde bulunduklarını biliyoruz. Ben bunları 10 senedir bir iki kere yazdığımı hatırlıyorum. Vakit mi geldi ki, alelacele Kandil, Mahmur ve Avrupa'dan PKK'lı getirtilip serbest bırakılıyor?
Kürtlerin devletten talepleri vardır; bunlar karşılanabilir taleplerdir. İş öyle bir noktaya getirtildi ki, sanki sorun "Kürtlerin tamamı ile devlet" ve "Kürtlerle Türkler arasında bir ihtilaf"a dönüşmeye başladı. Bu süreçte hükümet bazı yanlışlıklar yaptı, doğru. Ama CHP ve MHP siyasî muhalefetlerine toplumsal destek bulmak ve önümüzdeki seçimlere yatırım yapmak üzere işi öylesine sertleştirdiler ki, bunun maliyeti toplumun geneline çıkacak hale geldi. Burada CHP ve MHP büyük vebal altına giriyorlar. DTP'nin de bu iki partiden aşağı kalır tarafı yok. O da inisiyatifi elinden kaçırmamak ve seçimlerde daha çok oy almak için gerilimi tırmandırdıkça tırmandırıyor, Türkiye'de milyonlarca insanının hissiyatını ve hassasiyetlerini dikkate almıyor. DTP de büyük vebal altındadır.
Gelinen bu noktada, haklı ve masum taleplerini dile getirmek isterlerken, Kürt halkının yegane temsilcisi PKK ve DTP'dir şeklinde bir resim ortaya çıkmış bulunmaktadır. PKK ve DTP dışında kalan yüzde 80'lik devasa bir kitle suskun vaziyette gelişmeleri kaygıyla izliyor. Özellikle geniş halk kitleleri üzerinde saygın etkileri olan dindar grup ve şahıslar hiçbir şekilde açılım sürecine dahil edilmiyor. Sayın İçişleri Bakanı, Diyarbakır'da Rotary ve Lions Kulüpleri, Perakendeciler Derneği, Mermerciler Derneği ve Kızılay Derneği gibi 39 dernek temsilcisiyle görüşüyor, dinî şahsiyeti, itibarı, saygınlığı ve teennisiyle tanınan zatlardan, yazarlardan, kanaat önderlerinden ve yüzlerce İslami dernekten kimseyle görüşme lüzumunu hissetmiyor. Açılımın ilk gününden bu yana da aynı dışlama sürüyor. Hâlâ en kuvvetli bağ Müslümanlık iken ve herkesi derinden kaygılandıran muhtemel trajik bir ayrışmanın sadece din önüne geçebilecekken, bu meselede İslami gruplara ve şahıslara konan katı rezervleri kimse anlayamıyor. Her şeye rağmen, siyasî rant veya oy mülahazasıyla hükümeti sıkıştıralım derken, daha vahim gelişmelere sebebiyet vermemek lazım. Bu, ateşle oynamak olur. Özellikle CHP, MHP ve DTP'ye daha çok sorumluluk düşer. Basiretimiz bağlanmasın.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT