Açılım konusunda Erdoğan doğru yolda mı? (3)
Kim bilir bu köşede kaç kez yazıldı ama yinelemekte yarar var.
Kürt sorunu Türkiye’nin en yakıcı, en derine giden sorunudur. Bu sorunu çözüm rayına oturtan bir Türkiye’nin demokrasi, hukuk ve refah çıtası yükselir.
Hatalarıyla birlikte kökleri Cumhuriyet’in kuruluşuna, hatta daha öncesine uzanan Kürt sorunuyla ilgili olarak bugüne kadar en yürekli adımların AKP hükümeti tarafından atıldığını düşünüyorum. Bu konuda Erdoğan, Özal’ı da aşmıştır.
Ve çözüme giden yolda ‘demokratik açılım’ bir dönüm noktasıdır. Açılımın hedefi ‘barış’tır çünkü.
Kürt sorununun şiddet ve silahla bağını koparmak istediği içindir ki, açılımın özünde barış yatar. Türkiye’de izlenmiş olan politikalar bugüne kadar barış değil savaş getirdiği içindir ki, ‘birlik değil ayrışma’ya neden olduğu içindir ki, hükümetin barışı amaçlayan ‘demokratik açılım’ı bir bakıma alternatifsizdir.
Evet, açılım daha iyi yönetilebilirdi. Evet, yanlışlar yapıldı. İçi tam doldurulamadı. Hazırlık aşaması daha iyi olabilirdi.
Ama insaf edilsin, daha şunun şurasında beş buçuk ay geçti. Bu kadar kısa bir zaman diliminde seksen küsur yıllık böylesine büyük bir sorun çözüm rayına oturabilir miydi?
Bunu iddia etmek, Türkiye gerçeklerinden ve siyasetinden fazlasıyla kopuk olmaktır.
Her şeyden önce bu beş altı ay içinde seksen yıllık Cumhuriyet tarihimizde olmadığı kadar özgürce, serbestçe tartışmaya başladık Kürt sorununu.
Bu başlı başına bir kazançtır, olağanüstü bir gelişmedir. Çünkü ilk kez tartışarak öğrenmeye başladık meseleyi...
Bu birçok kilidi açacak olan anahtardır, sakın dudak bükmeyin.
Sabırlı olmak zorundayız.
Zamana fırsat tanımak lazım.
Parmakların tetikten çekildiği, dağlarda silah seslerinin duyulmadığı bir ortamda, neyin nasıl yapılacağına dair her şeyin değişik kanallardan, açık ve örtülü yollardan konuşulduğu bir sürece ihtiyacımız var.
Bu süreç kısa değil uzundur. Ancak böyle bir sürecin sonunda, sorunla şiddetin bağı koparılabilir, PKK silah bırakıp dağdan inebilir, yani hedefe ancak böyle varılır.
Bu bir barış sürecidir. Açılımın da özü budur.
CHP ve MHP’den oluşan muhalefet cephesi böyle bir barış sürecine baştan beri karşı. Barış süreci ne kadar çıkmaza girerse, seçim sandığından o kadar karlı çıkacaklarına inanıyor Baykal’la Bahçeli.
Onları kendi sorumsuzluklarıyla baş başa bırakmaktan başka çare şimdilik gözükmüyor.
Peki, PKK ne kadar inanıyor bu barış sürecine?..
Bir tek PKK yok!
Kendi içinde farklı çizgiler çarpışıyor. Reşadiye baskını veya Habur gösterisi başka türlü izah edilemez.
Peki ya İmralı, Öcalan?..
Gerçek patronun sadece kendisi olduğunu göstermek için ortalığı ateşe verebilir mi?.. Bunun işaretleri de yok değil.
Ya kapatılan DTP’nin yerini alan BDP... Nasıl bir yol izleyecek?
Lafı fazla uzatmadan bir şeyi söylemek istiyorum. İmralı-Kandil-BDP üçgeni, önümüzdeki dönemde çok daha sorumlu, çok daha dikkatli bir yol izlemek zorunda. Çünkü geçen beş altı aydaki kırık notu az değil bu ‘üçgen’in. Bir noktayı iyi bilmeleri lazım, kimsenin suç işleme ayrıcalığı olamaz.
Ankara’ya, hükümete gelince...
Bir:
İmralı-Kandil-BDP üçgenini yok sayarak, şiddetle sorunun bağını koparmayı düşünmek alandaki gerçeklerle bağdaşmaz.
İki:
PKK ile Kürt sorununun iç içeliğini görmeden, sorun çözüm rayına oturtulamaz.
Üç:
Öcalan’ın PKK ve Kürtler üstündeki etkisini göz ardı etmek çıkmaz sokaktır.
Çare:
Kaç aydır tekrarladığım gibi, parmakların tetikten çekildiği ve dağda silahların sustuğu bir sükunet ortamında, zamanı torbaya sokmadan, barışa şans tanıyacak sabır ve kararlılığı göstermektir, bugün için çare...
İki taraf için de geçerlidir bu.
Son söz:
Unutmayın, ‘demokratik açılım’ın alternatifi yine kan ve gözyaşıdır, 1990’lardaki gibi...
Dördüncü yazı yarına.
MİLLİYET
YAZIYA YORUM KAT